Dünya genelinde insanlık mikroskobik bir canlıyla başa çıkamıyor malum ama bizim ülkecek bu illeti atlatmamız için daha çok fırın ekmek gerek çok. İnsanımız, durumun ciddiyetini bir türlü kavrayamıyor. Ancak aileden biri ölünce kafalara dank ediyor, ne yazık. O kadar çoğaldı ki yakın çevre ölümleri, korkudan ödüm kopuyor. Düşünün, bir yakınımız hastalandığında onu tecrit etmek, uzağına kaçmak, kendi canımızdan endişe etmek zorunda kalıyoruz. Yanında durmak, gözetmek, üstünü örtmek, ilacını vermek, hiç olmazsa elini tutmak bile mümkün değil. Defalarca bu konuyu sürekli deşmeme sözü veriyorum kendime, biraz ferahlatıcı konular bulsam da okuyan da ferahlasa diyorum ama olmuyor işte, ne yana dönsen karşına Covid pisliği çıkıyor. Hele yakınların söz konusu olduğunda, çemberin daraldığını fark ediyor ve panikliyorsun.
Ne kadar duygusal olursan ol bazı şeyler uzaktan izlendiğinde tüm endişeler hatta acılar yüzeysel kalabiliyor. Sevdiğimiz, yakından tanıdığımız insanlar pat diye gidiverince ve de kendin için endişelendiğinden, ona son saygını göstermeyi bile göze alamadığında tokat yemiş gibi oluyorsun. Ama beteri var. En yakının da bu illete maruz kaldı mıydı... İşte o zaman akan sular duruyor. Üstelik ne kadar örnek de paylaşılsa, ancak o zaman ülkecek ne derece beter bir durumda olduğumuz gözlemlenebiliyor.
Şimdi, benim bu ‘yakınım’ dediğim 65 yaş üstü, iş yeri sahibi ve de genç bir ortağı var. Kendisi işin başında durur, doğal olarak daha enerjik olan bu genç ortak koşturmalar, yakın ilişkiler, oraya buraya gidip gelmeler bölümünü yürütür yıllardır. Ha genç dediysem 40’lı yaşlarda, evli barklı ve iki çocuk sahibi. Ama etrafta sık sık gördüğümüz çoğu gençler gibi “Bize bir şey olmaz abi”cilerden. Ne oldu dersiniz? Ona bir şey oldu işte. Ağır şekilde hastalandı. Bir süre hastane, bir süre ev, sonra ‘astım’lı olduğundan fenalaşma ve yeniden hastane. Bitti mi? Bitmedi. İşin ciddiyetine kafası geç bastığı ve son ana kadar mıncık mıncık oldukları için iki yeğeni de hastalandı ve de hâlâ çekiyorlar.
Bu durumda o yakınım, hemen hastaneye koşup test yaptırıyor ve negatif çıkıyor, oh iyi, yetmiyor, aile hekimine de gidiyor ve bir de ekstradan zatürre aşısı yaptırıyor. Eee? Sonra? Hemen ertesinde bir kırıklıktır, nezledir, hafiften öksürüktür, biraz ateştir gibi arazlar hasıl oluyor. Önce aşının sonuçlarıdır deniyor ama ilk test negatif çıksa da güvenmemesi gerektiğini öğrenince yine hastaneye koşuyor. E her hastane almıyor, Covid hastalarına tahsis edilmiş hastane olmalı. Mesela hangisi? Etfal. Ben bu hastaneyi yıllar önce bir daha konu etmiştim yazılarımdan birinde, yine edeceğim işte. Allah muhtaç etmez inşallah.
Hastanede pislikten ve pespayelikten geçilmiyor hâlâ, bu kritik durumda bile. Üstelik tıklım tıklım ve millet karmakarışık. Doktorlar belli de kim hasta, kim sağlam, kim müstahdem katiyen belli değil. Hemen tomografiye sokuyorlar. Malum alete biri girip biri çıkıyor, dezenfekte edilmesi hak getire de altlarına bir örtü bile serilmiyor. Bizimki hatırlatınca, “Hadi hadi bir sürü insan var arkada, seninle mi uğraşacaz?” deniyor. Sonra test için kan alınıyor ve eve gönderiliyor. Sonuç birkaç gün sonra çıkacak ve internetten kendin öğreneceksin. Pozitif çıkarsa düşünecez...
Veee... pozitif çıkıyor. Buyurun bakalım. Talimata göre evden çıkmayacak, ertesi gün uzaylı gibi giyinmiş adamlar gelecek evi köşe bucak dezenfekte edecek ve bir doz ilaç getirecek. Sonra sözde her gün telefonla kontrol edilecek ve ilaca devam edilecek. Beklenen gün geldiğinde ne oluyor dersiniz? Uzaylı kılıklı adamlar arabayla sokağın köşesine kadar geliyorlar ve oradan telefon ediyorlar. O verilmesi gereken ilaç 65 yaş üstü olanlara ağır gelirmiş, veremezlermiş “Sen evden çıkma, kendine dikkat et, her gün kontrol için aranacaksın” deyip gidiyorlar. Ne olacak şimdi? Hiiiç. Ne halin varsa gör. Kendi kendine iyileşebilirsen ne âlâ, iyileşemezsen de ölüver.
Peki arıyorlar mı? Hayır. Onlara dert mi? Asla. O ilaç ağır gelirse daha düşük bir doz verilemez miydi? Sana ne. Vermiyorlar işte. Peki durumun kötüye giderse hastaneye alırlar mı? Hayır. Sen ister iyileş ister öl, umurlarında değil. Ha kendini iyi tecrit edemez de başkalarına bulaştırırsan ne olacak? Valla o da dert değil. Şimdi sosyal medyada dönüp duran, hasta yakınları tarafından saldırıya uğrayan sağlık çalışanları haberlerine ne diyelim? Empati yapmaya çalışıyorum, hiç kolay değil şartları, bıkmakta çok haklılar ama zor durumdalar diye ben mi öleyim yani? Onu o mesleği seçerken düşünmeli değiller miydi?
Sonra o yakınım kaderine razı gelip beklemeye geçmedi tabii. Allahtan bir dolu doktor eş dost var, telefonla ilaçlar tavsiye edildi, talimatlar verildi ve sağ olsunlar günde kaç kere arayıp durumunu kontrol ediyorlar, bu yazıyı yazarken galiba bir onbeş gün geçti, siz okuyana kadar da inşallah atlatır. Doğrusu çok üzgünüm, hem yakınımdaki bir canın hem de ülkenin içinde bulunduğu bu berbat hal için. Genel tavrı kavrayabiliyor musunuz ama?
65 yaş üstü bir insan, bu karambolde ölmezse daha kaç yıl yaşar? Nasılsa bir ömrün son bölümü bu. Dilim varmıyor ama 20 ile 60 yaş arası olanlar asıl hedef diyesim geliyor. Eğer bu virüs bir laboratuarda üretildiyse ki çok mümkün, en verimli çağında olanları minimize etmek gibi bir hedef belirlenmiş olabilir. Zaten dünya çok kalabalıklaşmadı mı? Üstelik açlık sınırında olduğu halde çoğalıp duran bir dolu insan da boşuna yer işgal ediyor. Hepsi birden bitsin gitsin.
Onlar gidince tarih bile baştan yazılır ve kalan o en küçük nesil kolayca yeniden şartlandırılabilir. Gelecekte dünyada tümüyle teknolojiye bağlı geçmişle hiç ilişkisi kalmamış yepyeni bir insanlık kalır. Bütün bunları tezgahlayan ve bu sayede dünyadaki her zenginliği elinde tutan bir avuç insan da o elde kalan yepyeni insanlığı robotlaştırana kadar yönetir. Sonrası da Allah bilir, robotlar, sıfır duygu, sıfır yakın ilişki, uzay, filan falan... Abarttım gibi mi geldi? Görecez artık.
Bakalım biz de ülkecek bu “Bir şey olmaz aabi” tavrıyla ne kadar dayanırız.