Bugün hava gelin gibi süzülüyor. Gökyüzünde mavinin en güzel tonları arasından küme küme pamuk beyazı bulutlar inanılmaz güzel tablolar çiziyor. Yeşilin rengi o kadar canlı o kadar parlak ki insan yaprakları cilalı sanıyor ve bu ahenk içinde serpiştirilmiş sonbahar çiçekleri doğaya renk cümbüşü sunuyor.
Bugün yıllarca birlikte tatlı bir komşuluk yaşadığım Bido ailesini Heybeliada’ya ziyarete gitmeden önce sadece bir kez yine onlarla uzun yıllar önce gittiğim Terk-i Dünya Aziz Spridon Manastırını ziyaret etmek istedim. Aziz Spridon’un şifa dağıttığına inananlar, dil, din gözetmeksizin yaz mevsiminde her Perşembe ayine katılmaya veya sağlık dilemek için adak adamaya giderler. Kış mevsiminde ise sadece 12’ci ayın 12’sinde Manastır kapılarını umut bağlayanlara açık tutar. Globalleşen sağlık sorunlarımız için toplu dua ve yaydığı enerjinin önemli olduğuna inanıyorum.
Kınalıada’dan bindiğim vapur kalabalık sayılmazdı. Bisikleti ile Adalara gelen gençler ve sayıları fazla olmasa bile ellerinde haritalarla bilinçli gezen turistler vardı. Heybeliada’ya varınca bu yıl Adalar Belediyesi’nin başarı ile vatandaşa hediye ettiği benim cici-bicilerim, akülü araçların kalkış noktasını buldum ve Çam Limanı hattına bir hanımefendinin hüsn-ü kabulü ile karşılaştım. Dönüş yolunda ise tek örgülü saçları ile güler yüzlü bir genç kızla karşılaşmak yine Adalara hak ettiği güzel imajı verdi. Kadınların zamanı değerlendirmeleri ve ekonomiye katkıda bulunmaları, hele bu işe seçilmeleri fevkalâde memnuniyet veriyor.
Adalı olmayıp da o gün gezmeye gelen iki hanımla bu yeni uygulamayı ve hali ile Ada atlarının akıbetini konuştuk. O hanımlar da son çarenin uygulanmış olduğuna ve başka çözüm kalmamış olduğuna inanıyorlardı. Faytonların olduğu Adalar’da asfalta sinen kokunun özlendiği söylenemez ama Adaların faytonsuz kalma durumunun kademe kademe yaratılmış olması da üzücü oldu. Şimdi gözler Adalar’da sahipsiz kalmış köpeklere çevrilmiş durumda Dilerim biz onları, onlar da bizi üzmezler.
Yola çıktık, sürücümüz patilere azami dikkat göstererek muhteşem konaklar, çamlıklardan geçerken bir yayanın yolun ortasında inatla durup adeta kulaklarını tıkadığına şahit olduk. Niye bu kadar dikkatsiz, neden bu kadar gamsız olduk.
Terk-i Dünya Manastırı’na vardık bile. Dünya üstündeki bu cennet köşede tüm duygular, tüm dilekler yüreğimi sıkıştırıyor. Tanrım sen kullarını koru, hastalıklara, haksızlıklara savaşlara son ver. İnsanlar artık tek yolun vicdan ve sevgiden geçtiğini anlasınlar.
Çam Limanı’na uzun uzun baktım. Plaj gelişmiş, oysa ne kadar sakin bir koydu. Hastaneye yatan hastalar görür de iç geçirir diye sularına atlayıp yüzmediğim o koyun hastaları belki iyileşti ama bir hastane derdidir ki şimdi çözüm bekliyor. Limanın tepesinde kocaman bir yara var: Yangın yarası.
Oturdum, elimde bir fincan kahve, aklımda bin bir düşünce, daldım denizin mavisine dalgalandı düşünceler. Yakınımdaki masalarla selâmlaştım, dinledim onları. Sevgiden, sevgisizlikten, vicdandan, vicdansızlıktan, hayvan sevgisinden, hayvana ve insana şiddetten bahsediyorlardı.
Vakit doldu, ben kalkayım. İyi ve kötü günlerimin şahidi, komşum, arkadaşım, dostum beni bekliyor. Keşke insan hayatta da kendisini nelerin beklediğini bilse.