Sağlık Bakanlığı tarafından Türkiye’de ilk Covid-19 vakasının kabul edilmesinin üzerinden yaklaşık 6 ay, Adalar’ın karantinadan çıkışının üzerinden de 4 ay geçti.
Bu süre içinde Adalar, İstanbul’un vaka sayısı görece en az ilçesi olarak kalmayı başardı.
Buna başardı diyorum çünkü, salgınla mücadelede üç temel önlemden biri olan sosyal ya da fiziksel mesafenin korunabileceği nadir İstanbul ilçelerinden biri Adalar.
Diğer önlem olan maske kullanımında böyle bir başarıdan söz edebilmek mümkün değil. Çünkü Adalar, Türkiye’nin diğer sayfiye bölgelerinde de görülen önlemsizlik (ya da önleme ne gerek var) rehavetini fazlasıyla taşıyor. Hem yaşayanları, hem ziyaretçileri ve hem de önlem almakla, denetim yapmakla yükümlü otoriteleri açısından.
İstanbul’da maske takmadan sokağa çıkmayan, toplu taşımaya, hatta Adalar’a gitmek için vapura-motora binmeyenler, Adalar’a adım attıkları anda gevşeyiveriyorlar. Çünkü tatil beldelerinde, güneş altında, insanların sere serpe dolaşabildikleri yerlerde virüs bulaşmaz diye bir algı var. Ne yazık ki, Sağlık Bakanlığı başta olmak üzere, verileri elinde bulunduranlar da bu algıyı yaratmak ve canlı tutmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Turizm mevsimi bitince durum değişecek eminiz ama, ekim başına kadar, yani bir ay daha bu rehavet havası el birliğiyle körüklenecek ki, turizm sektörü ve bağlı işletmeler biraz nefes alsın, ekonominin yaz aylarında en bereketli kesimini oluşturan bu hizmet alanı canlılığını koruyabilsin.
Ama fısıltı gazetesi çalışıyor. TTB (Türk Tabibler Birliği) ve diğer sağlık meslek kuruluşları yöneticileri açıklananlarla gerçek durum arasındaki makasın giderek açıldığına işaret ediyorlar. Aman turizm sektörü etkilenmesin diye, bir turizm ilinde ortaya çıkmış vakalar, başka bir ile transfer edilebiliyor. Otellere karantina önlemlerinizi kendiniz alın, ağır vakalar olmadıkça hastanelere kimseyi (test için bile) göndermeyin denebiliyor. Sağlık çalışanları sonrasında oransal olarak en çok vaka sayısının turizm başta hizmet sektörü çalışanlarında yaşanması tesadüf değil. Elbette toplu çalışan işyerleri ve fabrikalarda da aynı sorun var ki, buna ilişkin haberler artık saklanamayacak boyutlara ulaştı. İşyeri hekimleri çaresizlik içinde. Dertlerini patronlara anlatamıyorlar. Ekonomi çarklarının dönmesi temel öncelik olunca, insan sağlığı kimin umurunda?
Adalar’da Kurban Bayramı sonrası vaka sayılarında ciddi artış olduğu biliniyor. Şikayetleri olanlar karşıya, anakaraya gönderildiğinden, büyük bölümünün yakınları da onlarla birlikte ayrıldıklarından, Hayat Eve Sığar haritalarında Adalar halen düşük risk kategorisinde. Kırmızı leke henüz Adalar’a uğramadı.
Eylülle birlikte olağan dönüşler başlayacak. Kimi mesai, kimi okul derdinde aileler Adalar’a veda edecek. Ancak hem dönüşün uzayacağı ve hem de Adalar’ın neredeyse tüm konutlarını doldurmuş yazlıkçıların bir bölümünün kış aylarını ve pandemide beklenen ikinci dalgayı Adalar’da karşılayacağı da biliniyor. Öte yandan Adalar’ı bir yaşam alanı olarak seçen ve yaz-kış yerleşen çok sayıda insan-aile olduğunu da biliyoruz. Çevremizde uzun zamandır boş olan ev ve dairelerin nasıl hızla dolduğundan gözlüyoruz bütün bunları.
Bu gelişmeyi tahmin etmiştik, yanılmadığımız ortaya çıktı.
Peki bu gelişmeye kamu yönetimi ve yerel yönetimimiz hazır mı?
Nüfusu artacak Adalar için en önemli problemin sağlık altyapımız olduğu biliniyor.
Ama ne yazık ki halen Adalar’ın İlçe Sağlık Müdürü, bir başka ilçenin sağlık müdürü. Yani Adalar’a vekaleten bakıyor. Aynı durum Adalar’ın Büyükada’daki tek devlet hastanesinin başhekimi için de geçerli. Aile hekimleri dışında hemen tüm hekim kadrosu taşıma. Haftanın belli gün ve saatlerinde görev yapıyorlar Adalar’da.
Test yapılabilen laboratuvarı geçtik, test için numune (sürüntü vb.) alacak ne bir sağlık personeli ve ne de kit var.
Bunları pandeminin başından beri dile getiriyoruz. Nisan ortasından beri her hafta aralıksız olarak toplanan ve içinde Türkiye’nin saygın hekim ve bilim insanlarının bulunduğu Adalar C-19 Danışma Kurulu kararları ve duyurularına bakmak yeter. Ama sesi ne yazık ki duyulmuyor.
Sanki Adalılar olarak çok da umursamıyoruz. Nasılsa bir ayağımız karada ya...
Peki bu durum ne kadar sürdürülebilir?
Burası yaşam alanımız ise ve bunu pandemide tartışmasız bir gerçek olarak bir kez daha görebilmişsek, ne duruyoruz daha fazla talepkar olmamak için?