Bin kere söz versem kendime; bir daha ölümle ilgili bir yazı yazmayacağım diye, yine yeni bir can yakan ölüm tokat gibi çarpıyor. Öyle etkiliyor, öyle yakıyor ki yüreğimi, masanın başına oturur oturmaz, düşüncelerimi başka ilginç konulara yönlendirebilmek için ne kadar çaba sarf etsem de ellerim kendiliğinden onu yazmaya başlıyor. Ah yine öyle oldu. Bir çınar daha devrildi. Vefa Zat da gitti.
Merak edip şöyle bir bakarsanız Google’a, “1941’de İzmir’de doğdu. 15 yaşındayken ‘Barboy’ olarak çalışmaya başladığı İstanbul Hilton Oteli’nden ‘Bar Supervisor’ ünvanıyla emekli oldu. THY’de iki yıl eğitmenlik yaptı, Özel Turizm ve Otelcilik Lisesi’nde ‘Servis-Bar’ ve ‘İçki Yapımı Teknolojisi’ dersleri verdi. İnönü’den Bayar’a, Kraliçe Elizabeth’ten De Gaulle ve Şah Rıza Pehlevi’ye kadar birçok ‘tarihî’ isme servis yapan Vefa Zat, Uluslararası Barmenler Kulübü ve Barmenler Derneği Onur Kurulu üyesidir” gibi kısa bir bilgi çıkar ve de kitaplarının listesi. Değerli bir insandı, pek az kalmış ‘İstanbul Efendisi’ sıfatına layık olanların son örneklerindendi ve benim dostumdu. Ah işte o “ve benim dostumdu” var ya... Benim için en önemli kısım o. Gerçi hep söylerim; ölümün sırası yok ama belli bir yaşa geldiğinde bir bir eksiliyor ya dostlar, işte en çok o koyuyor insana.
Onunla yıllar önce bir meyhanede tanışmıştık. Tiyatromuzun en yoğun olduğu dönemlerde, bulduğumuz her fırsatta, sık sık Kumkapı’da bir meyhaneye takılırdık ekip olarak. Artık sahipleriyle akraba gibi olmuştuk, her gittiğimizde onlar da bizimle masaya otururlardı. Bir gece muhabbetin ortasında, önüme bir kitap koydular, sevgili Vefa Zat’ın rakı adabı ve eski rakı markalarıyla ilgili bilgiler içeren bir kitabıydı. Şöyle bir karıştırınca sayfalarını Bilecik Rakısı çarptı gözüme. Bu rakıyla ilgili bir bilgiye erişemediğini yazıyordu Vefa Bey. “Aaa, bu benim kayın pederin sahibi olduğu rakı” dedim “keşke beni araması gerektiğini bilseydi” diye hayıflanınca, mekânın sahibi iki kardeşten biri olan Metin “Bir dakika, bir telefon etmem lazım” dedi ve fırlayıp gitti. Onbeş dakika sonra Vefa Zat karşımda oturuyordu. Hemen kırk yıllık dost gibi olduk. Telefonlar alındı, verildi, kısa süre sonra da fotoğrafçılarla, muhabirlerle falan evimdeydiler. “Ben hiç bunu telafi etmeden durur muyum?” diyordu Vefa Bey. Uzun uzun sohbet ettik, eski belgeler deşildi, fotoğraflar çekildi ve bir dergide detaylı bir yazı çıktı.
Şimdi internette Bilecik Rakısı’yla ilgili ne bilgi varsa hepsi de Vefa Zat sayesinde gün yüzüne çıkmıştır. Ondan önce Atatürk’ün tercih ettiği markalardan biri olduğunun, 1928’de dünyanın en iyi içkisi seçilip, şeref diploması ve altın madalya aldığının kimse farkında değildi. Sonra sık sık buluştuk ve sık sık sevgili Ahmet Tanrıverdi’nin işlettiği mekânlara gittik. Bir ara birlikte bir ‘eski İstanbul’ romanı yazmayı düşledik. Olmadı tabii. “Düşünsene” diyordu “ilk kez iki yazarlı bir roman olacak”. O kendi anılarını, ben kendiminkileri yazacaktım, başka başka semtlerde yaşanan hayatlar bir yerde çakışacaktı. Olmadı tabii. İnsanoğlu hep, daha çok zamanı var zanneder yaşarken, bir gün pat diye bitebileceğini hiç aklına getirmez. Her birimiz, her istediğimizi yapabilmiş, tüm düşlerimizi gerçekleştirmiş olsak belki de o kadar yanmayız ölümlere. Eh özlem de var tabii ama onun çaresi yok. Son yıllarda hastalıklar yavaşlatmıştı onu, eskisi gibi görüşemez olmuştuk. En son ölümünden bir ay önce aramıştı beni ve “İyiyim artık, atlattım” demişti. Değilmiş meğer atlatamamış meğer. Çok üzgünüm.
Birçok yazısında, benim de yazdığım birkaç satır vardır ve birçok yazısında benimle ilgili bir övgü sözü. Oğlu sevgili Erdir Zat, onun rehberliğiyle birçok bilgiyi ve birçok önemli yazarın katkısını, dünyada bir benzeri daha olmayan Rakı Ansiklopedisi’nde topladı. Bilecik Rakısı nihayet bir ansiklopedide yer aldı ve ben de içindeki maddelerden birini yazma şerefine erdim. Ansiklopedi’nin ‘Su’ maddesini ben yazdım. Daha da önemlisi, rahmetli kayınpederimin o dönemin önemli ressamlarından birine reklam niyetine yaptırdığı tablo da kapakta yer aldı.
Hepimiz bize ayrılan süreyi doldurunca gidiyoruz. İyi yaşa, ye, iç, üre ve öl. Ömür dedikleri şey bundan ibaret... Sonrası hiçlik. Ama eğer bir iz bırakmışsan bu dünyada unutulmazsın. Kim bilir belki de ölümsüzlük dedikleri şey budur. Vefa Zat da işte o iz bırakan insanlardan biri oldu, unutulmayacak. Güle güle sevgili dostum senin de yolun ışık olsun.