Dalışın da bir dili vardır. Örneğin “Kıyı açma” denildiğinde bir dalgıç, bunun kıyıdan veya kıyıya yakın bir yerden dalışa başlayıp, kıyı yapısına göre derinlere inip sonradan yaklaşık aynı rotadan dönüş şeklinde bir dalış olacağını bilir. Bir de “Apiko” adı verilen, daha çok deneyimli dalgıçların tercih ettikleri bir dalış türü vardır. Bu da kıyıdan açıkta, dalış yapılabilecek bir derinlikte, denizin nispeten sığlaştığı noktalara yapılan bir dalış türüdür. Aynı zamanda daha el değmemiş, insan ve tekne kalabalığından uzak yerlerde yapılması nedeniyle zevkli, sürprizlere açık, biraz da riskli bir dalış türüdür. Tüm İstanbul Adaları’nda, “kıyı açma” dalışlara elverişli birçok yerin yanında, Adalar bölgesinde “Apiko” dalış yapılabilecek, kıyıdan uzak, fakat ne yazık ki Gırgır ağlarının takılmalarından çok zarar görmüş birkaç önemli dalış bölgesi de vardır. Bunlardan biri de günümüzde çok fazla kişinin bilmediği, kerterizi eski oltacılardan günümüze ulaşan “Mudurlu taşı”dır. Sedef Adası’nın Körfez tarafı açıklarında, denizin ortasında, çevresi tamamen kumluk, en tepesi 37 metre, dip kısmı yaklaşık 45 metrelerde, tek katlı bir ev büyüklüğünde bir taş. Taştan uzaklaştıkça çevresindeki sular daha da derinleşir. Böyle bir taş, çevredeki balıklar için çölde bir vaha! Ama hangi balıklar için, balık mı kaldı? Ne yazık ki, Marmara’da yaptığımız dalışlarda en zor ve seyrek rastlayabileceğimiz deniz canlıları ne yazık ki balıklar. Nerede sinarit, lipsoz, mercan, karagöz, bakalaryos ve diğerleri. Her biri artık çok nadir ve birçoğu da artık hiç yok. Mudurlu Taşı’na ilk dalıp yüzeye çıktığımda, taşın yerini bana gösteren ve birlikte daldığım Büyükadalı dalgıç arkadaşım Serço ile duygularımı paylaşmıştım.
“Nasıl bir taş bu Serço? Buraya bir 40 yıl önce dalsaydık, herhalde ne kadar balık türü varsa bir dalışta hepsine burada rastlardık, şuraya bak şimdi bomboş!” dediğimde, Serço’nun anlattıkları ile ister istemez geçmişe gidiverdik;
“Bu taşı eski Büyükadalı oltacılar ‘Mudurli Taşı’ olarak bilirdi. Bunlar arasında Kayıkhaneci Melih, Sinarit Baki ve Pirzola Niko burada zamanında hep Sinarit yakalarmış. Pirzola Niko kendisi şöyle anlatırdı bana: “Taşın üstüne o zamanın Kartal-Yalova vapurunun geçiş saatini denk getirerek gidip, oltasına canlı iskorpit yavrusu takıp sinarit için suda hazır edermiş, o saatte oltasına mutlaka bir Sinarit’in takılacağını bilirmiş. Oltanın bir anda titremeye başlamasından da küçük iskorpitin yaklaşan sinariti görüp kaçmaya çalıştığını anlarmış ve çok geçmeden de sinarit küçük iskorpiti yutarmış ve Niko da alırmış koca balığı sandala.”
Bu aklıma yatmıştı, çünkü sinarit günün belli zamanlarında yemlenmeye çıkan bir balıktı ve vapur da aynı saatlerde o bölgede olduğunda bu rastlantının ortaya çıkması çok normaldi. Ama artık o hatta çalışan bir vapur yok, sinaritler de Marmara’da yok denecek kadar azaldı, oltacı Pirzola Niko ise çoktan bu dünyadan göçtü. Mudurlu Taşı da bomboş denizde sanki tek başına kalmış karanlık suları bekliyor gibi, üzerine takılıp terk edilmiş onlarca metre gırgır ağlarının yükünü taşıyarak!
Doğadaki tüm canlıların bulundukları bölgede besin zincirinde bir yeri vardır. Bu zincirin kopmaması gerekir. Sparidae familyasından olan Sinaritler (Dentex dentex) de bulundukları bölgelerde besin zincirinde üst sıralarda bulunan yırtıcı balıklardır. Sadece çevrelerindeki daha küçük balıklar değil, deniz dibindeki birçok canlı onların yemek menüsünde bulunur; yengeçler, midyeler, denizkestaneleri onların güçlü çeneleri ve sivri dişleri için kolay avlardır. Orta boy bir midyeyi hiç zorlanmadan kırıp içindeki eti yemek onlar için günlük beslenme şeklidir. Denizkestanelerinin dikenleri de onlar için caydırıcı değildir. Dikenlere aldırmadan, denizkestanesini ters çevirip, dikensiz bölgeden kabuklarını kırıp iç organlarını kolayca yerler. Sinaritlerin Marmara Denizi’nde özellikle İstanbul yakınlarından çekilmeleri sonrasında da denizkestaneleri ve midyelere gün doğdu. Aslında midyeler hâlâ en büyük düşmanları denizyıldızları ile ölüm kalım savaşı veriyorlar ama denizkestaneleri bölgedeki doğal avcılarının en büyüğünden kurtuldular. Bunun sonucunda da normalden çok üreyip çoğalmaya başladılar. Onların çoğalması da beslendikleri diğer canlıların azalmasına neden oluyor. En başta yosun ve alglerin. İşte besin zincirinin bozulmasının doğaya yansıması da bu şekilde oluyor. Adalar Denizi’nde hatta Marmara’nın genelinde denizkestanelerinin çok yaygınlaşmasının en büyük nedeni, Sinarit balıkları gibi onların avcıları olan canlıların yok olmaları veya çok azalmaları.
Peki, denizkestanelerinin popülasyonlarının olması gerekenden daha fazla artış göstermesinin çevremiz için ne gibi olumsuz etkisi olabilir?
Aslında denize girip adım atmak zorunda olanlar veya kayalara elini dayayan bir dalgıç için keskin bir atık malzemeye basmak veya zehirli bir balık ile temas etmek kadar bir denizkestanesinin dikenlerinin batması da ürkütücü bir durumdur. Ama asıl çevre tehdit olması gerekenden daha fazla kalabalıklaşan denizkestanelerinin beslenme şeklinin olumsuz sonuçları. Denizkestaneleri algler ve yosun filizleri ile beslenirler. Alg ve yosunlar da, ormanların su üstünde yaptıklarını su altında yapan ve adeta denizlerin akciğeri olan canlılar. Onların gereğinden fazla tüketilmesinin sonucu da sualtının yavaş yavaş çölleşmesi demektir. Nitekim Marmara Denizi’nin de gün geçtikçe çölleştiğini görmezden gelemeyiz. Bunun tek sorumlusu alg ve yosunlar ile beslenen denizkestaneleri değil kuşkusuz, ancak etkenlerden biri olduğu da bir gerçek.
Denizkestanelerinin halk arasında bir ismi de “Kara Diken”dir. Gerçekten de hem çoğunlukla koyu renkli olmaları hem de tamamen dikenler ile kaplı olması bu isim kendilerine yakıştırır. Tüm Türkiye kıyılarında olduğu gibi Marmara’da, ada kıyılarında en fazla görülen denizkestanesi Paracentrotus lividus olarak tanımlanan türdür ve “Kara Diken” ismini gerçekten hak eden bir görüntüdürler. Bir gün Kara Diken’lerin Büyükada’da en sık görüldüğü yerlerden biri olan Viran Bağ kayalıklarında dalış yaparken her tarafa dağılmış denizkestaneleri arasında fotoğrafını çekeceğim küçük canlılar arıyordum. Bir ara gözüme beyaz bir cisim takıldı. Yaklaştığımda bembeyaz bir denizkestanesi ile karşılaştım. Yaklaşıp canlı mı, ölü mü olduğunu anlamak istedim ve canlı olduğunu fark ettim. Bu renkte bir denizkestanesiyle, sadece Marmara’da değil Türkiye’nin herhangi bir yerinde de karşılaşmamıştım. Hatta Akdeniz’de yaşayan tüm denizkestanesi türlerinde de bu kadar beyaz renge sahip bir derisi dikenli türü yoktu. Denizyıldızlarının yakın akrabası olan bu canlıların rengi çoğunlukla siyah, kahverengi, mor, kızıl, yeşil, sarı renkte olmasına rağmen bu kadar beyaz bir denizkestanesine denizlerimizde hiç rastlanmamıştır. O dalışımda da çevrede başka böyle bembeyaz bir birey de yoktu. Aslında dış görünüşü, birlikte olduğu diğer Paracentrotus lividus’lardan farklı olmadığından bir başka tür olma olasılığı çok zor bir ihtimaldi. Çok ilginç ama bu denizkestanesinin bir “albino” olma ihtimali çok muhtemeldi. Çok ilginç bir olaydı, kara dikenler arasında bir “Beyaz Diken”!
Doğa her zaman bizlere bir sürpriz sunar. Sinarit’lerin bu sulardan çekilip denizkestanelerinin çoğalma şartları elverişli hale geldiğinde bu defa deniz, çok nadir karşılaşılacak bir canlıyı bizlere adeta hediye etmişti.
Dip not:
Denizkestanesinin dikeninin batması halinde:
Denizkestanelerinin dikenlerle kaplı vücutları vardır. Bu dikenler bazı türlerde 2-3 cm. bazı türlerde20 cm’ye kadar uzayabilir. Zehirli olanlarının varlığı ileri sürülse bile tam olarak ispatlanmamıştır. Denizkestaneleri hareketsiz gibi gözüken canlılar gibi gözükse de çok yavaş da olsa hareket ederler. Bu kadar yavaş hareket eden bir canlının insanlara zarar vermesi ancak onlara bilerek veya bilmeyerek temas etmekle olur. Bu dikenler batınca, battıkları yerde kırılıp derinin altında kalırlar. Bu durumda oradan çıkarılmaları gerekir. Çıkarmak için kabaca şu adımlar izlenebilir:
- Diken batan bölüm hızlıca sıcak veya ılık bir suya koyulup 15-20 dakika kadar beklenir.
- Dışarıdan görülen dikenleri cımbız yardımı ile kırmadan çıkartılmalıdır. Daha derinde olan parçaları çıkartmak için iğne ile yara bölgesi kurcalanmamalıdır.
- Yara bölgesine antibiyotikli bir merhem sürmek fayda sağlayabilir.
- Gazlı beze bol miktarda sirke emdirilerek yara bölgesine uygulanmalıdır. Sirke kalsiyum karbonat yapıda olan dikenleri eritecektir.
Bu işlemlerin yapılmasına rağmen şişliğin, kızarıklığın ve ağrının geçmeyip, yarada iltihap belirtileri ortaya çıkarsa hemen doktora başvurulmalıdır.