Müthiş karlı günler geçirdik ve resmen kara kış yaşamaktayız bu yıl. Siz bu yazıyı okuyana kadar bir kar furyası daha olur herhalde. Ki şu anda hafiften atıştırmaya başladı bile. Dört mevsimi de yaşayan ülkemizde, büyük şehirler, özellikle de İstanbul için kar, yıllar geçtikçe daha ağır bir sınav haline geliyor. Bu seferkinde neler olur bilmem ama bir önceki kar sınavını geçemedik bence. Bir kere benim ilk ve en büyük kâbusum; elektrik kesintileri. Her seferinde içim titrer “ha gitti, ha gidecek” diye çakmakları, mumları hazır tutar, yakınımda el feneri falan bulundururum, her seferinde gider çünkü. Ondan sonra dilime verir dururum. Uzun ve ağır kışlar yaşayan soğuk ülkeler nasıl başa çıkıyorlar bununla yahu? Bizde üç kuruşluk kar yağsa, trafik düğümlenir, kazalar olur, trafolar patlar, teller kopar, elektrikler gider, her türlü teknoloji iflas eder. Eh bu kadar alt yapısız üst yapı olursa başka ne beklenir ki...
Ve bu üç kuruşluk kar başlar başlamaz, okullar tatil edilir. Boyuna “üç kuruşluk” diyorum çünkü bizim çocukluğumuzda ne karlar yağardı da okullar hava sıcaklığı -5’in altına düşmeden kapanmazdı. Belimize kadar gelen karları yara yara okula gittiğimizi hatırlarım ben. Elektrikler de öyle hemen kesilmezdi, hem kesilse de fark etmezdi çünkü sobamız da yanmaya devam eder, suyumuz da akardı. Ayrıca transistorlu radyolarımız, teyplerimiz vardı. Dilim varmıyor ama teknoloji biraz kel başa şimşir tarak oluyor ‘mega’ şehrimizde.
Bu arada eğer benim gibi yanınızda, karşınızda otel, rezidans gibi şeyler varsa elektrik kesildiğinde çatlarsınız hırsınızdan, deli olursunuz sinirinizden. Çünkü bastırıverirler gümbür gümbür sesler çıkaran jeneratörleri ve size inat ışıl ışıl olurlar. Siz de yarım saat geçmeden buz kesiliveren evinizde, susuz, televizyonsuz, bilgisayarsız, mümkün olduğunca tuvalete bile gitmekten kaçınır, şallara battaniyelere sarınır, jeneratör gümbürtüsüne kulak vermemeye çalışarak, mumlar bitmeden gelsin diye dua ederek iç geçirirsiniz. Ne kadar süreceği belli değil, bu isyan halinden sonra birden ışıklar yanınca da “Allah fukaranın eşeğini kaybettirir, sonra buldurup sevindirirmiş” gibi olur ve akabinde sokaktaki evsizleri ve biraz daha duyarlıysanız çaresiz sokak hayvanlarını düşünmeye başlarsınız.
Geçtiğimiz kar sınavında, kademsizliklerinden, şehrimiz sokaklarında doğup büyüyen veya sahiplenenlerin hevesi geçtikten sonra evlerden sokaklara bırakılan sokak hayvanları çok telef oldular. Yukarıda da dediğim gibi duyarlı insanlar bile çoğunlukla kendi sıkıntıları geçtikten sonra akıllarına getirirler başka sıkıntıda olan canları. Olsun, ben ona da varım. Tabii önce benim canım sağ olmalı ki başka canlara el uzatayım. Yeter ki el uzatayım. Doğrusu kimi iş yerleri kafeler restoranlar civardaki köpekleri ve kedileri ısıtmaya ve doyurmaya çalışarak örnek oldular. Hatta bazıları gece içeride uyumalarına bile izin verdiler. Sosyal paylaşım sitelerinde döndü durdu fotoğrafları. Ama bazı sokaklarda kedileri besleyenleri tekme tokat dövenlerin fotoğrafları da vardı. Kapısına alışıp etrafı kirletiyorlar diye sinir olanlar, insandan başka canlara yaşam hakkı tanımayanlar çoğunlukta. Sokak aralarında, hayvanlar için kapılara bırakılan su kaplarına çöp ve sigara atanları da biliyoruz.
Ben caddede oturduğum için fazla sokak hayvanı görmüyorum Allahtan... Yoksa her birini gözetmekten gece uyku uyuyamazdım valla. Gerçi biraz ev kedisi gibiyim ya, pek dolanmam ortalıkta ama civardaki sokak aralarını defalarca gördüm. Bizim oralarda epey hayvan sever olduğundan biraz içim rahat. Yine de benim gibi insanların ille de gözüne bi takılan oluyor ve elinden bir şey gelmezse onu da dert ediyor. Mesela karşımdaki asırlık çınarlardan birinin tepesinde yaprakları dökülünce ortaya çıkan koca bir kuş yuvası var.
Yazı masamın önüne oturduğumda, gözümü yazdığım yazıdan her kaldırışta istemesem de görüyorum onu. Karlar başlamadan birkaç gün önce bir karganın iki yavruyu beslediğini fark ettim. Epey yukarıda olduğundan içini göremiyorum ama aşağıdan baktığımda iki minik kafa çarpmıştı gözüme. Penceremin önündeki kar bir karışı geçince birden aklıma geliverdiler. Tepedeki yuvanın üstünde de bir o kadar kar vardı. Anne karga bir yerlere sığınmıştır elbet ama minik yavrular telef oldular tabii. Böyle de acımasızdır doğa. Zaten zamansız doğan yavrulardı onlar, öyle çıplak, yapraksız, korunaksız ağaçta çıkaramazlardı kışı. Bahara kadar yaramazlık yapmamalıydı anne karga. Sen istediğin kadar şehir kuşu ol, doğa kanunlarının dışına çıkamazsın. Bunu beceren bi martılar oldu valla, pek âlâ da uyum sağladılar şehir yaşantısına. Damlarda yuvalanıp, sıcak bacalara yakın yumurtluyorlar vakitli vakitsiz. Yavruları da dağda bayırda olduğu kadar telef olmuyor, balık menülerini de değiştirebildiler, çöp ve simit yiyorlar.
Ama kediler ve köpekler ki çoğu yedi göbek şehirli ve de doğaya bıraksan uyum sağlayamazlar, çok telef oluyorlar karda çok, hele aç kalırlarsa. Biliyor musunuz, kediler açken 6, köpekler de 17 saat dayanabilirlermiş soğuğa. Sonra donarak ölürlermiş. Ayrıca kediler çok çabuk üşütüyorlar, solunum yolu hastalığı da onları öldürüyor. İyi biliyorum çünkü yıllar önce evdeki halıları yıkattığımızda ki ertesi gün hava bozmuştu, canım kedim üşütmüş, çok ağır, ateşli bir farenjit olmuştu. Doktora götürdüğümde “Bir gün daha bekleseydin ölürdü” demişti. Ben de şaşırıp “Sokak kedileri ne yapıyorlar canım, o kadar üşüyorlar” deyince “Ne yapacaklar, ölüyorlar. Sen bir sokakta aynı kediyi 5 yıldan daha uzun bir süre gördün mü?” diye cevap vermişti. İşte böyle. Biber gazlarından yığın yığın öldükleri yetmezmiş gibi bir de kar belası geldi başlarına.
Bakın, ben ciddi bir ‘Survivor’ izleyicisiyim, biliyorsunuz daha önce sözünü etmiştim. Ve de sevgili Eser’in oğlu Hakan Hatipoğlu’na olan zaafımdan gündüz yayınlanan ‘Survivor Panorama’ programını da izlerim fırsat buldukça. Sevgili Hakan geçen gün, sokak hayvanlarını soğuktan koruyabilecek güzel bir yol gösterdi, bizim yan sokakta birkaç tane var. Büyükçe bir kutunun, bakkal kolisinin kapaklarını açıp dışa kıvırarak, üzerine eski bir tişörtü sıkıca geçiriyorsunuz, boyun kısmı tam kutunun ağzına geliyor. Yan çevirip bir duvarın dibine koyuyorsunuz, ıslanmasını da istemiyorsanız bir de çöp poşeti geçiriverirsiniz. Eh isterseniz içine kalınca eski bi bez koyun ya da koymayın. Öyle güzel oluyor ki... Şehir zorbaları tehdidi var tabii ama en azından Adalarda pek ala uygulanabilir. İlgilenirseniz internette de nasıl yapıldığı detaylıca gösteriliyor. Ne diyeyim? Allah kimseyi aç ve açıkta bırakmasın.