İnsanın içinde yer aldığı bir proje hakkında, haber niteliğinde bir yazı yazması doğrusu hiç kolay değildir, tarafsız olmakta epey zorlanır. Ayrıca uzun bir çalışma sürecini yaşayıp gözlemlemek, verilen emekleri, paylaşılan duyguları bilmek, sunuma iyimser bakmaya neden olur. Ama ben bu yazıyı hem içeriden ve dışarıdan bakarak yazacağım ki zaten içinde olsam da aynı zamanda izleyici konumundaydım. Emin olun tarafsız da olabilirim. Bu konuda birkaç da yazı yazdım zaten ve de yine yazabilirim. Bir de bu unutulmaz heyecanı Adalı Dergisi okurlarıyla pek paylaşasım var.
24 Ocak Pazar akşamı Pangaltı Lisesi’nden Yetişenler Derneği’nin 70. Yıl kutlama etkinlikleri kapsamında düzenlediği muhteşem konser süresince, Lütfü Kırdar Kongre Merkezi’nde coşku doruktaydı. Prömiyeri Ermenistan’ın başkenti Yerevan’da yapılan, bestesi Majak Toşikyan (Cenk Taşkan) sözleri ben; Bercuhi Berberyan’a ait olan Hrant Dink Çağdaş Oratoryosu İstanbul izleyicisiyle buluştu. Değerli Şef Hagop Mamigonyan yönetimindeki Lusavoriç Korosu ve solistler, soprano; Karin Çubukciyan Bozkurt, bariton; Sercan Gazeroğlu, tenor; Boğos Yeğyazaryan hep birlikte müthiş bir başarıya imza attık. İçinden bakınca ürpertecek kadar heyecan vericiydi, dışından bakınca ise resmen muhteşemdi.
Henüz ne kadar alevleneceği belli olmayan bir kıvılcımken, bittiğinde nasıl bir şey olacağını tahmin etmiştik diyebilirim. Hissetmiştik. Bazı eserlerin ruhu vardır, etkiler, yönlendirir, içine alır ve birleştirir. Bu da öyle oldu. Sevgili Majak, Hagop, ben, Boğos, Karin ve tüm koro el ele, gönül gönüle, bir salon dolusu izleyiciyi de içine alan bir bütünlük yarattık. Uzun süre unutulmayacak bir başarıya imza atıldı. Sevgili Hrant’ın ruhu şad oldu.
Biz ilkokul arkadaşım Majak’la, onun Hrant için bir oratoryo besteleme arzusu doğrultusunda, bu projeye iki yıl önce baş koyduk. Düşlediği şeyi bana ilk söylediğinde, sözlerini yazabileceğimi bile bilmiyordu. Zira pek kolay değildir müziğin üzerine söz yazmak. Kim bilir belki de Hrant’ın ruhu yol gösterdi bize ve iş su gibi aktı. Sonra o yılki Hrant Dink Vakfı’nın düzenlediği ödül töreninde dört parçası sunuldu, beğenildi de ama sonrasında tümünü sergilemek için iki yıl boyunca bir türlü bir sponsor bulunamadı. Bilirsiniz herhalde bu işler artık böyle yürüyor ve de kolay olmuyor.
Derken Ermenistan Diaspora Bakanlığı’ndan bir davet geldi. Geçtiğimiz Eylül ayında Yerevan’da düzenlenen bir festival kapsamında bir konser teklif edildi. Duymuşlar, istediler. Eee? N’apcaz? Ermeniceye çevirecez. Olur mu? Oldu işte. Oturdum onu da yazdım ama benim gönlüm hâlâ Türkçesinde. İnşallah bir gün o da olur. O yüzden prömiyeri orada yaptık. Çok beğenildi, arkasından hop İstanbul teklifi geldi. Yerevan’daki tenor İstanbul asıllı çocukluğunu bildiğim, Boğos Yeğyazaryan, buradaki konser için de atladı geldi. Hazırlanma süresi azdı zira Hrant Dink haftasına denk gelmesi arzu edildi, o yüzden elde hazır bulunan ve de denenmiş Ermenice versiyonu kullanıldı. Hâlâ Türkçesini düşlüyor olsam da sonuç mükemmeldi.
Konser, koronun seslendirdiği, bestesi yine Majak Toşikyan’a ait; ‘Komidas’, ‘Ko Hayrenik’ ve Yerevan’da çok popüler olan ‘Desnem Anin’ adlı şarkılarla başladı. Çok alkış alan bu üç şarkılık bölüm, salt koronun başarısıydı ve konserin sonunda ulaşılacak coşkunun habercisiydi. Oratoryo ise Hrant’ı temsil eden ve bu nedenle beyaz kostüm giymiş olan; Boğos Yeğyazaryan’ın ilk andan yüreklere dokunan muhteşem solosuyla başladı. Yeğyazaryan duruşu, güçlü sesi ve teatral tavrıyla çok güzel, çok etkileyiciydi. Kol. Soprano Op. Dr. Karin Çubukciyan Bozkurt, Mezzo soprano için yazılmış parçaları olağanüstü bir başarıyla müthiş yorumladı. Sercan Gazeroğlu hem ilk üç parçada korist olarak hem oratoryoda Bariton olarak harikaydı. Her bir solist müziğin ve sözlerin anlamını yaşadılar ve yaşattılar. Ermenice bilmeyen ve program yazısında çok küçük yazılmış olan sözleri okuyamayanlar bile anladılar ve duygulandılar. Mesajı baştan sona sevgi olan ve; “Aşk” sözüyle son bulan sunum, ıslak gözlerle, dakikalarca ayakta alkışlandı.
Ben diyorum ki unutulmaması gereken insanların anılarını, adlarına eserler yaratıp sonsuzluğa emanet etmek şart. Yazmak, resmini, heykelini yapmak, ezgiler düzmek, biz ölüp gittikten çok sonralara kadar bilinir kılmak. Ölümsüzleştirmek. Kimin elinden ne gelirse… Yaratmak, getirim amacı gütmeden. Mesela Hrant’ı anlatan şeyler yaratmak. Yaratmak ve sunmak, açık yürekle, duyguları gizlemeden. Biz de öyle yaptık. Sunulanı beğenip beğenmeme izleyicinin takdiri tabii ama harcanan emekler, yaşanan duygular bilinmeli. Ben de bu yüzden elime geçen her fırsatta bunları yazıyorum. Zaten işin mutfağını benden başka yazacak kimse de yok. Bu arada şunu da durmadan vurguluyorum; ben yıllarca sahnelerde ekip çalışması yaptım, amatör ve profesyonel birçok sahne sunumu provasında bulundum, hiç bu kadar şevkle, iştahla, inançla, ruh birliğiyle hatta her seferinde kimi yerlerde, gözler yaşaracak kadar duygu dolu provalara tanık olmadım. Öyle yürek koydu bu insanlar. Ortaya çıkan şeyi biz ekipçe sevdik. Şimdi en büyük arzum bunu bir de Türkçe olarak ülke çapında sunmak. “İnşallah” diyelim.