Ay sırtım mı ağrıyor? Göğsümde bir baskı mı var yoksa? Ay öksürdüm. Ateşim var mı acaba? Aman nefesimi tutup bir bakayım, sonra başım dönüyor mu? Aman ellerimi yıkayayım...
Bugün toprağa cemre düştü. Bir ferahlık bir ümit doğdu gönlümüze. Oysa dışarda yağmur yağıyor. Bu da demektir ki her zorun arkasında bir aydınlık var. Bekleyelim bakalım hayat bizi nasıl karşılar.
Başlık olarak ‘teknolojik atraksiyon’ deyimini uydurmuşum. Pek güzel olmuş. Cuk oturmuş. Yine kullanıyorum. Zira bazı sağlık kuruluşları, benim şaka yollu ‘atraksiyon’ dediğim teknolojinin sağladığı imkânlardan, kendilerine özgü bilumum ilginç atraksiyonlar üretmişler. Hem de adam kazıklamaya yönelik atraksiyonlar...
Kimdi o kadın? Bulunduğu şehirde yaşamıyordu, nefes alıyordu ancak, İstanbul’u tanımıyordu o kadın. Şehrin en mutena muhitinde olsa, bir eli yağda, bir eli balda bile olsa, kendisini prangalara vurulmuş hisseder de kendi toprağını özler o kadın.
Prinkipo, artık ütopik nostaljik bir yer, tarih öncesinden başlayan, eski Yunan, Roma, Bizans, Osmanlı dönemlerini kapsayan, Cumhuriyet'in ilk yıllarını 60'ları 70'leri içine alan 80'lerin başında biten bir dönem, bir zaman ve bir mekân.
Dünyadaki tüm acıları, tüm yanlışları, adaletsizlikleri şekillendirmek keşke kolay olsaydı. Yaşanan acılardan, ruh sağlıklarını bozacak kadar etkilenen insanlar dönüp bir etraflarına baksalar kendilerinde de gıpta edilecek mutluluklar görebilirler.
Avustralya-Yeni Zelanda İngilizcesinin göçmenlerin konuştuğu 18.yüzyıl dönemi, Amerikalıların İngilizcesinin 17. Yüzyıl etkisinde olduğu söylenir. Kanada Quebec Fransızcası da Fransa modern aksanından farklıdır.
Bütün büyük şehirlerin kaderidir bu diye düşünenler olabilir ama hayır, bu kadar değil. Böylesi değil. Bu insafsızlıktır, bilinçsiz bir açgözlülüktür. Bir gün birileri bu gidişata “Dur” diyemeyecek mi?