Son zamanlarda sık sık “İyi ki çocuğum yok” diyorum... Olsaydı eğer, içinde bulunduğumuz dönemde kesin aklımı oynatırdım ben. Bir çocuğum olsaydı, doğal olarak benden, eşimden, ailenin genlerinden bir şeyler almış olacaktı. Dolayısıyla rahmetli eşimin deyimiyle, ‘suya sabuna dokunmaz; pise bak’ bir insan olamayacaktı. Etrafında olana bitene duyarsız kalamayacaktı. Büyük bir ihtimalle, çenesini de tutamayacaktı kendini de... Aman Allahım! Ben ne yapardım?
Aslında günümüzde iki zıt yapıda bir gençlik var. Bir kısmı dünya yıkılsa farkında değil. Teknolojinin havasız ortamına bağımlı. Sığ, duyarsız, bilgisiz, sorumsuz... Ki bunların paralısı başka sorun, parasızı başka. Bir kısmı da tam tersi; ilgili, bilgili, duyarlı ve idealist... Ülkelerinin geleceği konusunda endişeli, farkındalık duyguları gelişmiş ve sorumluluk sahibi. Benim çocuğum bunlardan hangisi de olsa bana acı verecekti. Kendinden başka hiçbir şeyi umursamaz olsaydı; ben böyle bir çocuğu nasıl doğurdum diye üzüntümden, bir şeyleri değiştirebileceğini umarak kendini paralasaydı; ya başına bir iş gelirse diye endişemden, sinir hastası olurdum.
Ülkemizde her konuda bütün bardaklar taşmış durumda. Alıştığımız, sevdiğimiz tüm güzellikler süratle sona eriyor. Adalar’ın bile tadı kaçtı. Duyarlı insanlara hâkim olan duygular; öfke ve isyan. Kimse susamıyor artık. Eskiden bu kadar konuşulmazdı. Konuşulsa da duyulmazdı. Zaten ancak fısıldanırdı, sesler yükselmezdi. Şimdi bağırılıyor. Malum teknoloji sayesinde ta dünyanın öbür ucuna ulaşıyor... Duyuluyor mu? Hayır. Yalnızca işitiliyor... Ama duyulmuyor. Duymak başka bir şey... İşittiğine önem verirsen duyarsın.
Ve de iyi ki o deli gençlik yaşlarımı geçmişim. İyi ki bazı konularda, en azından beden gücü gerektiğinde “Benden geçti artık” diyebiliyorum. Yoksa kesin her olayda fışkırır, oraya buraya koşturur ve de kesin hapse falan girerdim. Bir de olan biten her şeyin kolayca ört bas edildiği, yok sayılabildiği, unutturulduğu, kitabına uydurulduğu bir ülkede yaşamanın nasıl bir şey olduğunu artık öğrenmişim. Ben artık biliyorum ki tüm çabalar boştur. İflah olmaz bu ülke. Bizim nesil biliyor. Biz vaktinde çok bağırdık, çok çırpındık. Para etmedi. Şimdiden sonra da etmez.
Gençlerin farkındalığı, tavır alması ve ses yükseltmesi 68 kuşağıyla başladı aslında. Ben o kuşağın içinden geliyorum. İlk Molotof kokteylli isyanları, toplum polislerine “fruko” dendiği zamanları biliyorum. O zamanlar biber gazı yoktu daha, coplar vardı. Kaç genç ziyan oldu o yıllarda.
Ben, birçok Ermeni ailesinin kızı gibi baskılı ve korunaklı yetiştirildim. Her olaya kafa göz dalamadım. Ama bir erkek kardeşim var. Bedenimle orada olmasam da olayların hep içindeydim. O yüzden ben, yıllar önce popüler olmuş ‘Hatırla Sevgilim’ dizisini izlerken ağlayanlardanım ve yavaşça kaldırılıveren ‘Bu Kalp Seni Unutur Mu?’ dizisinin, kaldırılış nedenlerini bilenlerdenim. Aslında hiç dizi zaafım yoktur ama onları izlemiştim.
Ayrıca bizim annelerimiz babalarımız, kıyım görmüş bir neslin çocuklarıydı. Suskun büyükler tarafından, çoğunlukla cahil bırakılarak büyütüldüler. Suskun yaşamayı ve mütevekkil olmayı öğrendiler. Ülkenin bizim gibilere tanıdığı koşulları, koyduğu kuralları kabul ettiler. Genelde durumlarından hoşnut göründüler. Ama öyle miydiler? Öyle olsalardı çocuklarını üniversitelere gönderme riskini göze alırlar mıydı? “Çocuğum benim gibi olmasın” derler miydi? Ne yapıp edip yurt dışına göndermeye çalışırlar mıydı?
Biz, yani hem bizden önceki, hem bizden sonraki ikişer nesli görenler, zor durumdayız. Bir dolu bilgi yüklendik ve bir dolu karışık duygu... Büyüklerimizin büyükleri, çocuklarına anlatamadıklarını bize anlattılar. Biz, iki nesil öncesinden günümüze nasıl gelindiğini anlatılanlardan biliyoruz. Bizden sonraki iki neslin geleceğini ise, yaşanan o süreçten biliyoruz.
Üst katlarda oturanlar hep bildiklerini okuyacaklar. Çıkarlara ters davrananları yok edecekler. Adaleti sağlar görünüp, engel olacaklar. Dostlar alışverişte görsün girişimlerle, ortaya çıkarır görünüp, örtbas edecekler. Sesler fazla yükselince, yeni gündemler yaratıp, dikkatleri dağıtacaklar. Günü birlik rahatları uğruna geleceği hiçe sayıp, tarihi değiştirecekler. Büyük şehirleri allayıp pullayıp göz boyarken, Anadolu’nun tarihi eserlerini yanlışlıkla yıkıverecekler. Ormanları katletmeye devam edecekler. Yurdun bir köşesinde, insanlar, derme çatma barakalarda yaşam savaşı verirken, başka bir köşesinde gökdelenler yükselecek. Dünyanın en verimli topraklarına sahip bir tarım ülkesinde, tarım bile yapılamadığından, ekmek parası için büyük şehirlere göçün sonu gelmeyecek... Örnekler çoook.
Kimse bildiğinden şaşmayacak, gittikçe daha çok sayıda genç, ülkesini terk etme kararı alacak, üstelik bunlar sırf azınlık gençleri olmayacak ve hiçbir şey değişmeyecek. Neden “İyi ki çocuğum yok ve iyi ki genç değilim” dediğimi biraz olsun anlatabildim mi bilmem. Pek karamsar bir yazı oldu, farkındayım. Ama ne demişler? “Gerçekler acıdır.” Hadi bir devam cümlesi de ben ekleyeyim: Kafayı kuma gömmekle sorun çözülmez.