Yaşadığı dönemde bu kadar ünlü olmayı başarabilmiş başka bir kadın şair yeryüzünde yoktur dersek acaba çok mu iddialı bir söz söylemiş oluruz diye düşünüyorum ama ne kadar düşünsem de onun adından başka bir ad aklıma gelmiyor.
Bazı şair ve eleştirmenler tarafından çok yetenekli bir şair olarak bulunmaz, şiirinin dili bugüne gelebilecek kadar yeni değildi ama Müzeyyen Senar’ın söylediği dillerden düşmeyen “Mâni Oluyor Halimi Takrire hicabım, Üzme Yetişir Üzme Firagınla Harabım” ve Melihat Gülses’in söylediği “Feryad ki feryadıma imdad edecek yok, Efsus ki gamdan beni azad edecek yok” şarkıları ile günümüze kadar gelmeyi başardı.
Onu günümüze kadar getiren çok başka anımsatıcılarda vardır. Şişli’nin önemli caddesi olan Vali Konağı Caddesine çıkan sokaklardan birinin adı Şair Nigar sokaktır, Ankara’da Maltepe semtinde bir sokağın adı da Nigar sokaktır. Hindistanlı edebiyatçılar 1922 yılında Urduca olarak çıkartmaya karar verdikleri edebiyat dergisine modern Hindistan’ın kadının olması gereken düzeyi gösterecek bir isim koymayı düşünürler ve dergiyi hayran oldukları ve tam da bu amaca uygun olacağını düşündükleri kadın şairin adı olan NİGAR adı ile çıkarmaya karar verirler.
O kadar ünlüdür ki kendisiyle söyleşi yapan Ruşen Eşref Ünaydın’ın şiirlerinin halk arasında yaygınlığı ile ilgili sorduğu bir soruya verdiği yanıtı Murat Uraz’ın Resimli Kadın Şair ve Muharrirlerimiz kitabından olduğu gibi sizlere de aktarmak isterim.
“Bu dediğiniz devir 1313-1314 (1897-1898 N.K) tarihleri olacak. Eğer tabir caizse Servet-i Fünunun parlaklığı zamanı. O zaman beni en mütehassis eden şair Cenaptı. Ali Faik o zaman yeni yetişiyordu ve nazarı dikkatimi cezbediyordu. Göksu da her akşam ya iki çifte bir sandalla veya erhamlı bir kayıkla dolaşırdım. Rendez ...vous de highlife idi. Hakikatten de bir baştan bir başa şiirlerimin okunduğunu işitirdim.”
Ayrı bir iz bırakmayı başardı. Osmanlı Dönemi Türk Kadın Şairleri adlı kitabında Müjgan Cunbur adını Nigar Hanımefendi olarak yazar. Tanzimat’tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi’ndeki ve Ana Britanica’daki ise Nigar Hanım’dır. Şairlik ve hanımlık sıfat olarak adıyla bütünleşmiş gibidir. O dönemin tüm ünlü kadın edebiyatçıları Fatma Aliye, Emine Semiyye, Suat Derviş gibi adları ile anılırken o edebiyatımızın Şair Nigar Hanımıdır ve günümüz kadın araştırmacıları da bu geleneği sürdürmüşlerdir.
Bu kadar ünlü bir kadın şairin yaşamı sanılanın aksine hiç de kolay olmamıştır. Yaşadığı dönemde zaten şartlar kadınlar için zordur. On dört yaşında evlendirilir. Kadınlar edebiyat dünyasına henüz kabul edilmemişlerdir. Bu nedenle kadın şair ve yazarlar ya takma ad ya da bir erkek adı kullanarak yazılarını yayınlatmaktadırlar. O da kendini tanımlayacak bir takma ad bulur ‘Üryan-ı Kalp”. O günden başlayarak kalbinin sesini gönlünün sesiyle birleştirerek sözlere dökmeye çalışacaktır.
Yaşam kendisine taşıyacağı çok büyük bir acıyı çok küçük yaşta tattıracaktır. “Bir cuma günü beni görmeye gelen dokuz yaşındaki kardeşim Ali, lalasıyla Unkapanı yakınlarında gezinirken kendisine çarpan bir arabanın altına düşmüş, ezilmiş ve birkaç sat sonra ölmüştü.
Henüz on dört yaşına girmiştim. Ölümün korkunç acısını ilkin bu yaşta duydum.” (1)
On yedi yaşına geldiğinde ise tutulduğu şiddetli böbrek rahatsızlığı yüzünden dört ay boyunca yataktan kalkamaz. Doktorların önerisiyle sedyeyle birlikte iyileşmesi için Büyükada’ya gelir. Büyükada’da sağlığına kavuşacaktır.
Eşi ile ilişkileri hiç de iyi değildir. Bu durumu şöyle anlatır “Adada kaldığım ilk yıllarda kocam ara sıra hatırımı sormaya geldiyse de sonraları semtime uğramamaya başladı.” Durum hiç de iç açıcı değildir ve çocukları da kendisine gösterilmemeye başlar. (2)
Düzelmeyen bir evlilik boşanma ile sonuçlanacak ama bunun da son acı olmayacağı bellidir. Bir süre sonra eski eşi ile yeniden evlenecek sonra tekrar evlenmemek üzere boşanacaktır.
Fakat şairi bütün bu yaşam mücadelesinde dimdik ayakta tutan iki şey vardır. Bunlardan birincisi ailenin eğitime vermiş olduğu önemden dolayı elde ettiği donanım. Kaynaklar Almanca, Fransızca, İtalyanca, Rumca, Ermenice, Arapça ve Farsçayı edebi metin düzeyinde yazıp okuma niteliğine sahip olduğunu belirtmektedirler. Bunun abartılı olduğunu belirtenler ise en az dört dilde nitelikli metin üretebildiğini söylemektedirler. Yüksek bir kültürel birikime sahip olduğu açıktır.
Bu nitelik kendisine zor zamanlarında yaşamını kazanacak kadar para kazanması için büyük bir dayanak olacaktır. Ulviye Mervan’dan sonra Hanımlara Mahsus Gazete’nin o zamanki söylenişi ile Ser Muharriri (Baş Yazarı) olacak, ülkenin şartlarının çok zorlandığı ve kendi ekonomik durumunun dayanılmaz derecede kötüleştiği günlerde ise Maarif Nazırlığı kendisine öğretmenliği teklif edecektir.
Bence ikinci en önemli özelliği ve dayanak noktası ise içtenliğidir. O Mihri, Zeynep, Fitnat gibi çok ünlü kadın şairler kadar kendisini yetkin görmemektedir. Ama bir özelliği vardır ki içinden ne geliyorsa acısını ve sevincini tüm doğallığı ile dışa vurur. Bu durumu kendi ağzından dinleyelim. Efsus’un I. kısmındaki önsözden: “Şu naçiz mecmuadaki manzumeler on dört yaşımdan beri yazdığım şiirlerin birkaçı, makaleler de önemli hatıralarımın bir kısmıdır.
Okumaya tenezzül buyuracak irfan sahipleri takdir buyururlar ki bunlar şiir ve edebiyat değil, şevk ve emel teraneleri içerisine gizlenmiş birer yeis feryadından ibarettir.
Bahtsızlık iniltilerimin aksini işitmek hevesine düştüm, bu eserler onun için basıldı.
Çocukluğumdan beri fazilete gönül verdim ve düşüncelerimi yalnız bir emele hasrettim. Heyhat ki pek tabi, pek haklı görülen bu emele nail olamadım.” (3)
O kendi şiirini “Fitnat’lar, Leyla’lar ve Şeref’ler” (4) kadar nitelikli bulmasa da hem yaşadığı dönemde hem de sonrasında tanınırlığı onların önüne geçecektir. Bunun en önemli nedenin olağanüstü içtenliğidir. Acılarını anlatırken içtenliğini yüreğinizde duyumsarsınız Fenafillah adlı şiirinden bir bölümü aktaralım.
“Ruhî nâlânıma girdin yine sen
Gene ettin beni vakfı şiven
Çırpınıp inleyerek her gece ben
Ölürüm her gece sensizlikten
Yükselir ahlarım Allaha” ...
Çiçekler onun şiir dünyası içerisinde önemli bir yer tutmaktadır ama bir tanesi vardır ki onun yeri çok başkadır. Hanımeli onun için çiçeklerin en ayrıcalıklısıdır.
Şöyle yazar “Saat ondan üçe kadar şiir yazdım. Hanımeli gönülden sevdiğim bu çiçeği ikinci def’adır ki inşad ediyorum. Kabrime dikilmesi temennisini tekrarladım. Acaba kimsenin hatırına gelecek mi?..” (5)
1917 yılı kendisinin hem ekonomik hem de sosyal olarak darboğaza girdiği yılların çekilmez bir düzeyde ağırlaşmaya başladığı ve ölüm tarihi olan 1 Nisan 1918’e kadar ağırlaşarak süreceği şartların başlangıcı olacaktır.
Artık ölümü bir kurtuluş olarak görmektedir. Kendi anlatımıyla içinde bulunduğu durumu şöyle anlatır. “Ah kimsesizlik yalnızlık... Hiçbir gecem yoktur ki sabah uyanmamak için dua etmeyeyim, hiçbir sabah olmaz ki uyandığım zaman ölmediğime yanmayayım. Ne bedbaht bir yaradılışım var. Ah, ne zaman yok olup da bu duygudan kurtulacağım.” (6)
Birinci Dünya Savaşı’nın ülke üzerinde yarattığı olumsuz şartlarda üstüne eklenince hayat gerçekten herkes için olduğu kadar onun içinde çekilmez bir hal alır. Devlet tarafından kendisine ödenen para ödenemez olmuş hatta herkese verilen ekmek yardımından bile yaralanması çok zor bir hale gelmiştir.
Bu şartlarda Maarif Vekâleti büyük bir duyarlık göstererek kendisine bir okulda müdür olarak çalışması için daha önce yapmış olduğu teklifi tekrar eder. Şartlar çok zorlaşmış olmasına rağmen Nigar Hanım’ın içine düştüğü şartlar yakın çevresinin vicdanını sızlatmaktadır. Naciye Sultan ve Hatice Sultan ellerinden geldiğince arayıp sormaya çalışırlar ama yakalandığı tifüs yakasını bırakmayacaktır.
1 Nisan 1918 yılında tifüsten yaşamını yitirdiğinde geride neredeyse edebiyatın birçok dalında eser bırakmıştı. Eserleri basılış tarihleri temel alınarak şöyle sıralanmaktadır.
“Efsus I, İstanbul, 1877, şiir Tesir-i Aşk, İstanbul, 1883, senaryo, basılmadı, Efsus II, İstanbul, 1891, şiir, Nîrân, İstanbul, 1894, Fransızca'dan çevirdiği öykü ve şiirlerin derlemesi, Aks-i Seda, İstanbul, 1900, şiir, Safahat-ı Kalb, İstanbul, 1901, öykü, Girive, 1912, senaryo, basılmadı, Elhan-ı Vatan, İstanbul, 1916, şiir, Hayatımın Hikâyesi, İstanbul, 1959, otobiyografi, Tesir-i Aşk, Olcay Önertoy önsözü ile, İstanbul, 1978, senaryo “ (7)
KAYNAKÇA
1-6 Şair Nigar Hayatımın Hikayesi Nigar Binti Osman, İstanbul, Ekin Basımevi 1959, Otobiyografi
7 İnternet Kaynağı: http://www.istanbulkadinmuzesi.org/sair-nigar
Şair Nigar’ın Anılarında Büyükada
“Bundan üç yıl sonra şiddetli bir böbrek iltihabına tutuldum. Dört ay içerisinde dört gün bile yataktan çıkamadım. Hekimler hayatımdan ümit kesmiş bir hâldeyken, kudretine hayran olduğum Rab’bimin inâyetiyle oğlumuz Keramet’i doğurdum. Fakat bu doğum o ağır hastalığın dördüncü ayına rastladığından zafiyetim büsbütün arttı. Şiddetle muhtaç bulunduğum tam bir beden ve ruh istirahatine kavuşabilmem için, hekimlerin tavsiyesiyle ve sediye ile Büyükada’ya naklolundum”
“Ada’da kaldığımız ilk aylarda kocam ara sıra hatırımı sormaya geldiyse de sonraları semtime uğramamaya başladı.
Onun bana ettiği türlü haksızlıklardan başka, o zamana kadar, bütün evlilik hayatım ablasının günden güne artan zulüm ve kahrı altında geçti. O kadar ki Ada’ya taşınmadan önce konakta bana bakan hizmetçiler de hastalanıp ayrılınca görümcem, beni yeni doğmuş çocuğumla yalnız anneme bırakıp kendileri yalıya taşındılar.”
“Babacığımın ölümünden sonra İhsan, ilk vapurla inip son vapurla dönmek ve haftada bir iki derken, üç dört defa aksatmak suretleriyle Ada’ya geldi. Sonra günün birinde hiç sebepsiz, ortadan kayboldu. Âdeti olduğu gibi, gene esnafa borç bırakıp savuşuvermişti.”
Emine Semiye (1868-1944) ile Nigâr Hanım arasında yirmi altı yıl sürmüş uzun ve derin bir dostluk bulunmaktadır (Bekiroğlu 1998: 240). Ada'nın zümrüt çamları altında akşamlara kadar süren edebiyat sohbetleriyle başlayan bu dostluk Nigâr Hanım'ın ölümüne kadar devam etmiştir. En son, onun ölümünden yirmi beş̧ gün önce görüşmüşlerdir. Emine Semiye, Nigâr Hanım'ın ölümü üzerine yazdığı yazısında aralarındaki ilişkiyi, hatıralara dayanarak anlatır. Bu yazıda yer alan "Seni benim kadar kimse tanıyamadı" ifadesi, ikisi arasındaki yakınlığın bir ifadesidir (Bekiroğlu 1998: 240).
Emine Semiye ile Nigâr Hanım'ın Mektuplaşmaları
Şefika KURNAZ∗