Dünya gezegeninde insanlar kendilerini o kadar ayrı sanıyorlarmış ki her şeyden. Örneğin bir radyo nasıl bana benzer diyorlarmış.
Yıldızlar var, bir de ay. Ben güneş olmuşum. Annemin diktiği ışıkla değişen turuncu elbisemle -tuvalet o zamanın deyimiyle, ilk tuvaletim- kollarımı açarak çıkıyorum sahneye. Ay, sonra da bir bir yıldızlar kapanıp kayboluyor. Sol bileğimde iki tane yara bandı var, o günüme nazarlık olan.
Geçen aydan başlayarak her sabah, ortalama 2 saat yürüyerek 8 kilometre yol tepiyorum. Bu yürüyüşlerde bana refakat eden arkadaşlar değişiyor. Herkesin kendine göre bir programı olduğundan sabit bir yürüyüş arkadaşım yok.
Ve Nisan ayına da merhaba dedik. Yeni yıldan bugüne üç ayı devirmişiz. Sanki göz açıp kapadık da Nisan’a geldik. Çok çabuk geçti velhasıl. Nisan bize bahar tazeliği ve sevincini, sevinçli haberlerini de armağan etti.
Bir varmış bir yokmuş. Bir Özgecan varmış, bir Özgecan yokmuş. İçinde bulunduğumuz evren, dönmek, çevirmek evrilmek üzerine kuruluymuş ki evrende evrilip giderken var ya da yok olurmuşuz. Evren evrildikçe, döndükçe çevrildikçe olurmuş...
Mersin’deki iğrenç olayı ve katillerini öğrenince, Tevfik Fikret’in Rubab-ı Şikeste kitabındaki “Hemşirem İçin” şiirindeki şu dizeyi mırıldandım: “Elbet sefil olursa kadın, alçalır beşer.” Tevfik Fikret, tıpkı bugün çok satan gazetelerde işten atılan gazeteciler gibi, sansüre uğramış bir aydındır...
Her ay elimize aldığımız, Adalar Dergisi’nin son sahifelerine yakın yerde bulunan ‘Ayın Önemli Günleri’ listesini, hepimiz gerektiği kadar önemsiyor muyuz? 
Kadınları her türlü şiddetten korumak, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddeti önlemek, kovuşturmak ve ortadan kaldırmak amaçlı olan İstanbul Sözleşmesi’ne ilk imzayı atan Türkiye’de her gün kadınlar sayıları daha da artarak öldürülüyorlar. İmzacı devlet olan Türkiye yargısı tecavüzcü katillere ‘kahkaha attığı...
Lodostu, kardı; yağmurdu, çamurdu derken baharın müjdecisi Mart ayı kapıya dayandı. Lodosun ardında bıraktığı yıkıntılar bir bir onarılırken, yağan kar ile felaket görüntüsü yerini bir masal şehri görüntüsüne devretti. Kar, Adalar’ı birer tabloya çevirdi...
Gel zaman, git zaman, dön zaman derken, dünya iyice rayından çıkarken Dünya Ana duyurmuş: “Ey ahali! Duyduk duymadık demeyin fazla yağlı yemeyin benimle ilgilenin. Ben de sizin gibi canlıyım unutmayın ve bir kalp atışım var. Kalp atışım yükseliyoooor...’’ Dünya Ana’nın kalp atışına bazı bilim adamları Schumann rezonansı diyorlarmış ve hızla arttığını söylüyorlarmış. Peki, neymiş şu rezonans (tınlaşım)?