Çarşamba, 06 Ekim 2021 13:29

Adalı Sanatçılar’dan Sergi: “Karşı Kıyıya Mektup ”

Ögeyi değerlendirin
(0 oy)

Sergi afişi

Kadın sorunlarına dair evrensel bir fikir, sanat ve diyalog platformu olmayı hedefleyen ve bu yıl “Küresel Bir İnsanlığın Şafağında” manifestosuyla yol çıkan FeminİSTANBULfestivali’nin beşincisi 1-3 Ekim tarihleri arasında gerçekleştirildi.

Bu yıl 5’incisi düzenlenen Türkiye ve dünyanın birçok noktasından şairlerin, ‘kadın ve kadın meseleleri’ne dair şiirlerini seslendirdiği, ‘Uluslararası Kadın Şiir Festivali Feminİstanbul’un onur ödülü, DİSK Genel Başkanı Dr. Arzu Çerkezoğlu’na verildi.

Hasan Ali Yücel Kültür Merkezi’nde düzenlenen festivalin ilk gününde, Türkiye’nin ve dünyanın birçok noktasından katılan, aralarında; Asma Al Haj, Natasa Bajic, Valentin Lacob gibi isimlerin bulunduğu 62 şair, ‘Kadın ve kadın meseleleri ’ne dair kaleme aldıkları şiirlerini seslendirdi.

Festivalin ikinci günü ise Adalı sanatçıların ‘Karşı Kıyıya Mektup’ sergisi ile başladı. Sergide, sanatçılar; Gül Bolulu, Zeynep Soref, Pelin Özer, Vardal Caniş, Gülce Kuter ve Sevgi Çekiç’in eserleri yer aldı. Sergi açılışına, Kartal Belediye Başkanı Gökhan Yüksel’i temsilen, Kültür ve Sosyal İşler Müdürü Umut Veli Develi katıldı ve Gül Bolulu ile Sevgi Çekiç’e birer teşekkür çiçeği verdi.  

Sergi 6 Ekim’e kadar Hasan Ali Yücel Kültür Merkezi’nde açık kalacak.

Sergiye katılan Adalı sanatçılar ve eserleri

Sevgi Çekiç

Sevgi Çekiç

Sergideki üç iş İnanna ve rahibeleri serisinin parçalarıdır.

İnanna erken Sümer mitolojisinin Ay Tanrıçası. Onun öyküsü, anaerkil toplumdan ataerkil topluma geçiş sürecinde kadının toplumsal statüsünün nasıl gerilediğinin ipuçlarını verir.

Kadın-egemen Mezopotamya ve Anadolu'da Ay kültü “Ana Tanrıça” figürüyle bağlantılıdır.

Ay hem gökleri parlak ışığıyla kat eden bir zaman hem de doğurgan kadınlığın simgesidir. Bu dönemlerde Ana Tanrıça, tanrılar hiyerarşisinde en üst sıradayken erkek-egemenliğin güçlenmeye başladığı Sümer'de, "en büyük Tanrı" payesini yitirerek erkek tanrıların gerisine, ikinci dereceye düşer. Ay da İnanna’nın simgesi olmaktan çıkıp “eril” nitelikler kazanmaya başlar. Buna rağmen erken Sümer kentlerinde kimi zaman Enki'yi kimi zaman da büyük Gök Tanrısı Anu'yu yanına alarak gücünü korumaya devam eden savaşçı bir Tanrıçadır İnanna. Ancak toplumsal yapıdaki değişimlere paralel olarak, savaşçı kimliğinden de uzaklaşır ve daha ‘kadınsı’ öğelerle anılmaya başlar: güzel, çapkın, baştan çıkarıcı, ihtiraslı, sevecen. Ama İnanna'ya biçilen kadınlık modelinde "doğurganlık" özelliği yok olmuş, aşk tanrıçası kimliği ön plana çıkmıştır. Böylece idolleşen kadının Ana Tanrıça’dan, tapınak rahibesine dönüşüm süreci başlamıştır.

Sevgi Çekiç

İnanna Tapınakları, Sümer’de özel dersler dışında, kız çocuğunun iyi eğitim alabileceği tek yerdi. İyi eğitim, sevmeyi ve cinselliği bilmekten ve onları erkeklere öğretmekten geçiyordu.

İnanna'nın öyküsü kadınlığın uzak geçmişten günümüze değişimini anlatır.

 

Zeynep Soref

Zeynep Soref

Pandemi süresince evin kadın halini kadınınınsa toplumsal boyutta eşyadan farksız olmasını işlerime yansıtmaya çalıştım. Çalışırken dinlediğim haberlerde ya da sosyal medyada karşılaştığım kadın cinayetlerinin ve şiddetin artmasına dair veriler de beni derinden üzdü. Askıda kadın (askının halk arasında dilsiz uşak olarak adlandırılması çok manidar) işini dikip boyarken halıda kalan boşluktaki kadın silüeti de fotoğraf olarak işin parçası oldu. Sonrasında sevgili arkadaşım Pelin Özer işim için bir şiir yazdı, ben de aynı

halının üzerinde kendisini kalemi ve o güzel ruhu ile fotoğrafladım. Böylelikle disiplinler arası bir ilişki kurulmuş oldu...

 

Pelin Özer

Pelin Özer

“Karşı Kıyıya Mektup / Adalı Sanatçılar Sergisi”nde yer alan “Uçan Halı Askıda” Şiirim ve Zeynep Soref ile Ortak Çalışmamız Üzerine

Hayatta en sevdiğim sözcüklerden biri imeceyse öteki de sinerji. Feministanbul 2021 kapsamında Kartal Hasan Ali Yücel Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen sergi sayesinde Büyükadalı heykeltıraş arkadaşım Zeynep Soref ile ortak bir hayalimizi gerçekleştirdik. Süreci kaydederken ona tanıklık ederek... Sanatçının atölyesine kalemi ve defteriyle, sadece yazmak üzere giren özne bedeniyle de onun nesnelerinden birine dönüşürse... Sergide şu an yer alan ve öznesi olduğum fotoğraflar Zeynep Soref’e ait ve onun “Uçan Halı” enstalasyonunun bir parçası. Bununla birlikte onun kadın cinayetleri üzerine yaptığı “Askıda” çalışmasına eşlik eden şiirim “Uçan Halı Askıda” da sadece sözcükleriyle sergiye eklemlenmekle kalmadı, kendine bir form, ses ve görüntü bulma arzusuyla defterden çıkıp yeni bir heykel, biçki, dikiş, fotoğraf, video talep etti. Onun böylesine hassas bir konuda beni yazmaya ve sözümü yüksek sesle söylemeye teşvik eden çalışması bunu bedensel bir performansla birleştirmeye de yöneltti beni. Giderek genişleyip çoğaldığını ve daha da ötesine gideceğini gördüğümüz bu ortak üretimde sanatlar arası etkileşim ve alışverişin organik doğasını gözlemleme ve deneyimleme fırsatı bulduk. Daima sürecin önemine şapka çıkartarak yola devam etme kararlılığı göstererek ve adalı komşu sanatçı kimliklerimiz arasındaki diyaloğu derinlemesine yorumlamaya çalışarak...

 

Gülce Kuter

Gülce Kuter

Yıkıntılar kenti

Başka bir zaman diliminde, yüksek ağaçlarla çevrili yok olmuş bir kenttir.

Binalar; kış aylarında kenti silip süpüren vahşi rüzgarlar yüzünden ağaç gövdelerine örülmüş, serbest bırakılmış bitki örtüsünün yeşilliğine kendini teslim etmiştir. Tek girişleri ve az sayıdaki pencereleri ile eski Mısır evlerinin modern hallerine benzer.

İklimi nemli ve sıcaktır.

Topraklarında haşarat ve yırtıcı bulunmaz.

Besinleri sadece mantar ve yılandan ibarettir.

Kentin sakinleri dilsizdir ve ruhgöçüne inanırlar.

Ataları; insan sesinin doğaya zarar verebileceğini düşündükleri için konuşmayı reddetmiş ve nesiller boyu dilsiz olarak evrimleşmişlerdir.

Son günlerinin geldiği düşünülen kişi "Okhoou" tapınağına götürülür, hayatını sonlandıran ama hiç acı vermeyen yabani bir kökle öldürülür. Cesedi yakılıp, ruhun göç etmesi için tapınaktan şehrin üzerine serpilir.

Bu evler Yıkıntılar Kenti'nde yaşayan iki önemli kadına ait. Biri kentin şifacısı Ulrika Rae'ye diğeri ise kentin kurucularından mimar İrma Angevin'dir.

 

Gül Bolulu

İnci Abla: Çatalca'nın Roman köylerinden birinde tanımış olduğum ve kişiliğinden çok etkilendiğim "İnci Abla"yı konu olarak aldım. 1990 yılında tanıştığım İnci Abla'nın çok güçlü bir Roman kadını olduğunu ve yaşadığı yeri ziyaret ettiğimde yıkılmak üzere olan bir evin içinde, yıllardır yatalak hasta olan kocası ile ilgileniyor olmasına rağmen, inci kolyesi ve bembeyaz dişlerini ortaya çıkaran güzel kahkahasını gördüğümde çok şaşırdım. Bana "her şeye rağmen “güçlü olmak”” duygusunu hissettiren İnci Abla’nın fotoğraflarını çektim daha sonra, 2008 yıllında yaptığım dokuma ile O'nu sonsuzlaştırdığımı düşünüyorum.

"Ve... yeryüzü için dans etmeye başlar kadın”: Dünyada yaşanan savaşlara, açlığa, yoksulluğa, çocukların hüznüne dikkat çekmek istemiş ve vurgulamak istediği duyguları anlatırken söylemek istediğim şuydu: “Yeryüzü bize dargın, yeryüzü yorgun, yeryüzü savaş istemiyor. Gittikçe artan nüfus, gittikçe artan tüketim, hırslara yenik düşmüş savaşan insanlar ve sınırlar... Yeryüzünü benim zannedenler, acımasızca yok edenler... Kan kokusunun inadına barışa özlem için bir işaret bekler insanoğlu. Barış için. Ve yeryüzü için dans etmeye başlar kadın…

“Akordeon Çalan Kadın”: Türk Ermenisi akordeon sanatçısı Madam Anahit'i konu alan eserde, Beyoğlu'nda, özellikle Çiçek Pasajı'nda, Hohner akordeonu ile dolaşarak eski İstanbul tangoları, Rum kasap havaları ve Ermeni taverna şarkıları çalarak yaşamını sürdürmüş olan Anahit'in karşılaştığı tüm güçlüklere rağmen yaşama sımsıkı sarılarak ayakta kalmasından ve yitirmediği yaşam sevincini akordeonu ile izleyicilere aktarmasını ve Anahit'in öyküsünü izleyicilere hatırlatmak istedim.

 

 

Son değişiklik Perşembe, 07 Ekim 2021 19:00
Yorum yapmak için oturum açın