Siz de üzülmüyor musunuz; her uygunsuz işin ya da olayın karşısında, her sınıfta, her yaşta, her eğitim düzeyinde insanın “Burası Türkiye” mazeretine? Ben kahroluyorum valla. Ne demektir bu yahu? Nasıl bir kabulleniştir? Nasıl bir ziyan oluştur? Halk olarak, “şer de hayır da Allah’dan gelir” anlayışına denk bir mantıkla nasıl bir teslimiyettir? Bir dolu, akıl sır ermez olay gerçekleşiyor ülkemizde... Nedeni meçhul, gidişatı meçhul, sonucu meçhul... Örneklemeye kalksam başa çıkamam. Zaten gerek yok, siz gönlünüze göre seçin kafanıza takılanı. Hepsi de uyar çünkü. Nasıl olsa hepsinin cevabı aynı. Aslında şeytan da dürtmüyor değil... Ki aklıma gelen bilumum garipliği alt alta sıralayıp, doldurayım sayfamı, altına da “Ee burası Türkiye... Olur mu, olur” diyerek bitirivereyim. Nasıl olsa ben demesem de bir diyen çıkacaktır.
Gün geçmiyor ki halkı şaşkına çeviren, çileden çıkaran garip bir olay gerçekleşmesin. Sanki yıllardır hatta yüzyıllardır süregelen bir dolu garip ve sonuçsuz olanları yetmezmiş gibi, boyuna bir yenisi eklenir durur. Nedendir? Bilinmez. Oturmamışlıktan olabilir. Ama ben şimdi inmeyeceğim böyle pat diye yazıverdiğim ‘oturmamışlık’ sözcüğünün derinine... Ki fena da olmaz aslında ama çok uzar, hem seçtiğim konu o değil.
Haber, söyleşi, tartışma hatta magazin programlarında, o ara çarpıcı olan olay neyse; ekonomi, siyaset, yolsuzluk, okullar, medya, trafik... Ve genele ters veya garip gelen biiirçok şey olabilir... Halkın durumla ilgili nabzını ölçmek amacıyla muhabirler elde kamera, sokak sokak dolaşıp gelene geçene mikrofon uzatırlar ya hani; “Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?” diye... Hah, işte öyle durumlarda dikkat edin en çok kullanılan: “Burası Türkiye...” ile başlayıp devamı “... her şey olabilir, her şey beklenir, bu da olur, neden olmasın?” şeklinde tamamlanan cümledir.
Niye bu? Niyeee? Niye burada her şey olabiliyor? Amanın! Gerçekten sinirlendim ben... Böyle devam etmeyeyim... Çok tersleneceğim. Durun bakayım... Biraz hafifleteyim. Hatta bağlayabilirsem matrak bir şeye bağlayayım. Öyle bir şey olsun ki yine “Burası Türkiye...” olayı olsun ama komik olsun. Hmm... Ben en çok kimlerden duyuyorum bu sözü? Evet. Taksi şoförlerinden. Tamam. Bu olur.
Yakınlarım, yazılarıma sıkça konu ettiğim taksi şoförü gevezeliklerimi bilir. Bazen sinir, bazen komik... Eh, biraz da benim o anki ruh durumuma bağlı. Ya terslenirim ya eğlenirim. Eninde sonunda bir kitap olacak bu konu, “demedi” demeyin.
Geçen gün yine Şişli’den bir arabaya bindim. “Tepebaşı’na” dedim. Devamı şöyle: “Abla nere oluyor ora?” Aman Allahım... Yine oluyor. Kim bilir nereli bu adam... “Sen yeni misin, nerelisin?” diye soracağım. Ama o gün, sinirlenmeye hiç niyetim olmadığı gibi eğlenmeye eğilimim var.
Ve de “Sen de mi Çinlisin?” sözü çıkıveriyor ağzımdan. Cevap: “Buyur?” Pişman oluyorum. İçimden “Uzatma” diyorum kendime... Ama başladım bir kere duramıyorum. Zaten adam “Nerede bu Tepebaşı?” diyor yine. “Çin mahallesinde” deyiveriyorum. Cevap: “Buyur?” “Ay, sus be Bercuhi sus!” diye terslenince içimdeki ses, “Tarlabaşı’nı geçince” diyorum bu kez.
“Şöyle desene be abla” “Eh, dedim işte” Neyse bitti. Ama birkaç dakika sonra adam “Oraya Çin mahallesi mi yapmışlar?” diye sormaz mı? Ne diyeceğim şimdi? Hiçbir şey tabii... “Hımm” diye belli belirsiz mırıldanır gibi yapıyorum. Ay gelsek de insem. Bu kez de “Peki niye?” diye uzatmaz mı? Çare yok artık, battım bir kere “Çin lokantası var da ondan.” Susuyor. Susuyorum. Gülsem mi gülmesem mi? Bilemiyorum.
Dalga geçerek ayıp mı ettim biraz? Eee, o da yol bilmeden şoförlük yapmasın. Ben daha Ortaköy’e diye Bağlarbaşı’na götürülüşümü unutmadım. Ona da “Askeriyenin yanından doğru aşağı ineceksin” demek gafletinde bulunmuştum da dönemeyeceği bir yere girmiş, kendimizi köprüde bulmuştuk. Bir de trafik vardı ki sormayın. “Asya kıtası’na hoş geldiniz” yazısını gördüğümde dövesim gelmişti adamı. Geri dönüp tekrar köprüye dalmış ve de tam üç saatte Ortaköy’e varmıştık. Daha Şişli’den binip “Taksim” dediğimde “Abla bi tarif etsen ya” diyeni de var ama uzatmayayım yine. Nerede kalmıştım? Ha Çin Mahallesi’nde.
Odakule’nin önünde inecek olduğumda adam “Yahu abla şuna ta en baştan Odakule deseydin ya, Çin mahallesini ben nerden bilecem?” dedi. Tepebaşı’nın lafı bile yok. Bu dalga geçmenin ardından, bir de çantamdan 50’lik çıkınca kendimi çok mahçup hissettim ve “Sen şimdi bana kızacan ama hiç bozuk param yokmuş” diye geveledim. “Yok abla, sen bana Çin mahallesini bilmiyom diye kızdın ama ben sana kızmiicam.” Paranın üstünü verirken ise hayretle söyleniyordu, “Ee... Burası Türkiye, İstanbul’un göbeğine Çin mahallesi de kurarlar valla...” Gördünüz mü? İlgisiz bir olay nasıl da yine aynı cümleye bağlandı..? Hadi başka örnekler de vereyim.
Küçük çapta bir işyeri sahibi bir yakınımın işçilerinden biri, birkaç yıl önce aniden bir şeye sinirlenip işi terkediyor. Patron, ertesi gün arayıp onu geri çağırıyor, adam gelmiyor. Birkaç yıl sonra “Patronum beni kovdu tazminatımı da vermedi” gerekçesiyle dava açıyor. Üstelik ücretsiz fazla mesai iftirasını da ekliyor. Diğer işçiler, bu gerekçelerin hiçbirinin doğru olmadığına dair tanıklık ediyorlar. Buna rağmen dava bir türlü sonuçlanamıyor. Eh malum devlet daima işçiden yana olmalı ya... Dava uzadıkça, ödenecek ceza arttıkça artıyor ve de pat diye ödenmesi imkansız oluyor. Bu kez de iflas ve işyerini mühürleme, artı cezayı da ödeme şart koşuluyor. Adam diyor ki “İşyerimi kapatırsam ben bu parayı nasıl öderim?” Cevap; kanun böyle. Böyle kanun mu olur?” Cevap yine aynı; burası Türkiye. Buyurun bakalım.
Kardeşim bir yıldır Afife Jale’nin mezarını arıyor. Biliyorsunuz sahneye çıkan ilk Türk kadın tiyatrocu. Adına her yıl tiyatro ödülü veriliyor, mezarı belli değil. Bu nasıl iş? Eee... Burası Türkiye. Sosyal medyada izlenebilen, komik sokak röportajları olur bazen demiştim ya... Onlardan birinde de şöyle bir soru soruluyor; “Devlet yer çekimi kanununu anayasadan çıkaracakmış, buna ne dersiniz?” Herkes, devletin haklı olduğu, isterse çıkarabileceği, zaten bir işe yaramadığı gibi cevaplar veriyor. Biri de “Nasıl olur yahu? diyecek oluyor, cevap hazır; “Eee burası Türkiye, olur mu, olur.
Ay, gerçekten olsa keşkeee... Hepimiz uçarız, ne güzeeel.