Pazar, 02 Aralık 2018 10:01

İpek Çalışlar ile “Mustafa Kemal Atatürk” biyografisi üzerine: “Atatürk çalışmaya ‘kız tarafı’ olarak başladım.”

Ögeyi değerlendirin
(1 Oylayın)
İpek Çalışlar Büyükada'da İpek Çalışlar Büyükada'da Fotoğraf: Mehmet Baltalı

04 kitap kapagi 280x

İpek Çalışlar ile “Mustafa Kemal Atatürk” biyografisi üzerine.

İpek Çalışlar’ın kaleme aldığı “Mustafa Kemal Atatürk – Mücadelesi ve Özel Hayatı” kitabı, eylül ayında Yapı Kredi Yayınları’ndan çıktı. Halide Edip ve Latife Hanım biyografilerinden sonra giriştiği bu zorlu kitabın hazırlık sürecini ve duygularını İpek Çalışlar ile konuştuk.

Sevgili İpek. Sen bu çalışmaya 8 yıl önce başlamıştın diye hatırlıyorum, yanılıyor muyum?

Aslında 2004 Martında Latife’yi yazmaya başladığımda başlamıştı bu kitap. Ama yazmaya karar verdikten sonra 8 sene geçti, haklısın. Zaman zaman ara vermedim desem yalan olur. Bir şeylerden ürküp, vazgeçeyim dediğim de.

Ama ona ara verdim demek yanlış olur; yine kafanda, elinde dolaşıp durdu diye biliyorum.

Evet öyle tabi. Gezilerimde, tatillerimde de hep aklımda taşıdım. Mesela sizlerle bir Makedonya gezisinde birlikte olmuştuk. Manastır'daki okula da gitmiştik. Son yıllarda yaptığım bir çok gezinin odak noktasınde da bu kitap vardı.

Evet biliyorum. Diğer iki biyografi (Halide Edip ve Latife Hanım) bu kadar uzun sürmedi değll mi?

Hayır sürmedi. Ama hak verirsin ki, bu kitapta insanı daha temkinli olmaya iten bir durum var. Sonuçta karşımızda bir kurucu lider var. Herkesin, üzerine yazarken, okurken, araştırırken dikkat kesileceği bir isimden söz ediyoruz. Yani kılı kırk yardım desem doğru olur.

Bildiğim kadarıyla da çok ciddi bir kaynak taraması yaptın.

Evet yaptım. Bunu özellikle söylemek isterim. Kitabın arkasında yer alan kaynaklar sadece kitapta alıntı yaptığım kaynaklar. Beni beslemiş olanların tamamını koyamadım. Çünkü kaynakçayı biraz hızlı hazırladık. Neye baktım, nelerden esinlendiysem hepsini koymak isterdim. Gerçekten de çok geniş bir tarama yaptım.

Epey bir arşive de girdin sanıyorum.

Arşiv demiyorum. Daha çok ikincil kaynak taraması demek daha doğru olur. Doğrusunu istersen, eski gazeteler de arşiv diye geçiyor. Onlardan çok yararlandım. Osmanlı Arşivlerine birkaç başlık için bakabildim. Daha ziyade, güzel araştırılmış, belge ve arşivlere dayalı, ikincil kaynakları kullandım. Osmanlıcaya hakim olmadığım için, arşivlerden bire bir kaynak taraması gibi bir çalışmam olmadı. Birinci el kaynakları, belgeleri kullanan kaynaklar üzerinden gittim. Sonuçta bu bir biyografi çalışması. Güvendiğim kaynakları bu biyografiye dahil etmiş oldum.

Elbette bu biyografi, sonu gelmeyecek bir çalışma. Devam da edecek, yeni baskılarında ama bu ilk baskıda şunu yapamadım, şu kaynağa bakamadım ya da şu arşivden keşke daha iyi yararlansaydım dediğin bir şey oldu mu? Ulaşamadığın, alamadığın belge oldu mu?

Oldu aslında. Hala o dönemden, Mustafa Kemal ile çok yakın olmuş, siyasi ya da özel birçok şeyi paylaşmış, yolları kesişmiş insanlar var. Onların torunları hala hayatta. Belki biraz daha dolaşıp, arayıp ulaşıp, ellerinde ne var ne yok diye sorabilirdim. Azıcık daha bir şeyler çıkarabilirdim. Ama şundan ürktüm açıkçası: 1927 yılına kadar toparladığım malzemeye baktım, epeyce hacimli olduğunu gördüm. Daha fazlasını bir kitapta toplamak da çok zor. Dedim ki, bir yerde kesmek lazım artık. Biz gazetecilerin de böyle bir alışkanlığı vardır. Nerede keseceğini bilmek gibi.

02 ipek calislar 280xFotoğraf: Mehmet Baltalı

Ama biraz zor oldu galiba kesmen. Bu kadar uzun sürdüğüne göre...

Evet haklısın. Niye daha erken kesmedim? Bilmiyorum. Kesemedim. Bir türlü kendimden emin olamadım. Bir de yazdıklarımı, tekrar yazdım. Neden yazdım? Çünkü kolay okunsun, kolay anlaşılsın istedim. Bir aileden birden fazla kişi okusun, keyif alsın istedim. Bir de sağlam bir araştırmaya dayalı olsun istedim. Bu ikisini yapabilmek kolay değilmiş aslında. Hem kolay okunur olsun, hem sağlam bir anlatım, iyi bir araştırma, iyi bir kurgu olsun. Bunların hepsini ayrı ayrı üst üste eklediğinde zamanını alıp götürüyor yani.

Hazırlık süreci olarak geçen bu 8 yıl, Türkiye’nin politik atmosferinde de alt üst oluşlar, çok önemli gelişmeler, kesintilerin olduğu bir 8 yıl. Nereden nerelere geldik. Neler yaşandı? Bazı şeylerin daha rahat konuşulduğu yazıldığı dönemden, otoriterleşme, baskıcı eğilimlerin arttığı bir döneme evrildik. Hem genel olarak, hem de biyografinin öznesi olan isim açısından. Tüm bunlar da bu kitabın yazımını etkilemiş olmalı.

Doğru söylüyorsun. Oldu. Sizlere de anlatmışımdır zaman zaman. Şu bölümü elime aldım, yeniden yazıyorum dediklerimi. Mesela çözüm süreci sırasında Kürt meselesi, o dönem nasıl ele alındı, ne oldu diye ilgimi çok çekmeye başladı. O bölümü yeni baştan yazdım mesela. Erzurum ve Sivas kongrelerinde bu konuya nasıl yaklaşıldı? Mustafa Kemal’in ve Kürt siyasi önderlerinin tavrı neydi, ne yaptılar? Neden Sivas ve Erzurum kongreleri bu açıdan önemliydi? Biz bu kongreleri çocukluğumuzdan beri okuruz ama çok da üzerinde düşünmez, önemsemeyiz. Öyle bir noktaya geldim ki, adada sahilde oturuyorum, ve elimde roman yerine sürekli Erzurum ve Sivas kongreleri kitapları. Arada bir kapaklarını kapatıyorum, kadın delirdi demesinler diye. (Gülüyor) Kürt meselesinde, dönemi yeniden çalıştım ve sanıyorum ki o bölüm, kitabın artısı olan bir bölüm haline geldi. Yine 15 Temmuz’dan sonra da bu defa İzmir suikastı meselesini dönüp yeniden taradım, okudum. Bütün mektupları, İsmet İnönü ile Mustafa Kemal arasındaki yazışmaları tekrar okudum, İtiraf edeyim ki. o bölümü de yeniden yazdım. Hayatın içinde yaşananları görünce, insan ister istemez etkileniyor, farklı bir gözle bakmaya başlıyor geçmişte olan bitene.

Kitabın bu halinden memnun musun diye sorayım o zaman. İyi bir iş çıkardım diyebiliyor musun?

Şunu rahatlıkla söyleyebiliyorum ki, kendi bildiklerimin bayağı önüne geçmiş oldum. Okur açısından da aynı şey aslında. Bilgi açısından çok doyurucu oldu. Ancak araştırmaların, okumalarım devam ediyor. Mesela kitabım çıktıktan sonra Abdülhalik Renda hatıratı çıktı. Bu hatıratta Kürt meselesi ile ilgili çok yeni şeyler, anlatılar var. Mesela Şeyh Sait isyanından sonra, Abdülhalik Renda bütün Kürt coğrafyasını dolaşıyor, araştırıyor, kim ne diyor ne düşünüyor diye ve bunları rapor haline getiriyor. Dönüşünde Mustafa Kemal ona soruyor, ne diyorsun “özerklik şu anda da gerekli mi?” diye. Bu soru bence çok önemli bir soru. Bu hatıratı, bilgileri kitabın içine dahil edemediğime çok üzüldüm. Çünkü hassas meseleler, biyografilere çok fazla dahil edilmemiş bugüne kadar. Şevket Süreyya’nın Atatürk biyografisi 3 cilt ama diğer biyografiler tek cilt. Tek cilde de Mustafa Kemal’in hayatı sığmıyor. Her çekmeceden başka bir şey çıkıyor. Onun için de ben 1927'de kestim.

Buraya kadar elimdeki tüm ayrıntıyı paylaşayım istedim. Paylaşmak konusunda ben bir gazeteci becerisine sahibim çünkü.

Gazetecilik olaylara, gelişmelere, insanlara belli bir mesafe ile yaklaşmayı becerebilme sanatı aynı zamanda. Biyografilerde de aranan bir özellik bu. Ama Mustafa Kemal, araya öyle kolay mesafe konamayacak bir insan. Hatta insan ötesi bir varlık olarak değerlendiriliyor kimilerince. Bu açıdan kendini, ortaya çıkan işi, bu kitabı nasıl görüyorsun?

Orada da sanırım bir avantajım var. Atatürk çalışmaya “kız tarafı” olarak başladım. (Gülüyor) Yani Halide Edip’i yazarken de, Latife Hanım’ı yazarken de, daha çok kadınların yanında durarak Atatürk’e bakmıştım. Onun için de, o çalışmalarımda bir mesafe edinmeyi öğrenmiştim. Burada da o mesafe kendiliğinden oluştu. Buna da özellikle dikkat ettim. O zaman, okur açısından da, daha anlaşılır, daha tarafsız, izlemesi daha zevkli bir kitap çıktı ortaya. Okurların yaklaşımına saygılı olmayı önemsiyorum, onların üzerinde bir hakimiyet kuracak yaklaşımdan özellikle kaçındım.

Bu kuşkusuz okura ve kitaba bir saygının gereği ama Atatürk denince taraf olman gerektiğini düşünen epey bir okur kesimi olduğunu da biliyoruz.

Vardır muhakkak ama bu benim üslubum değil. Şuna da dikkat ettim mesela. Taraf denince, pozitif olduğu kadar negatif bir kesim de var. Mustafa Kemal’e çok da sıcak bakmayan bir kesim var. Ya da Mustafa Kemal’in attığı adımları benimsemeyen, zamanında tedirgin olmuş olan bir kesim. Ben onların da neler yaşamış olabileceklerini dahil etmeye çalıştım. Belki bu konuda çok başarılı değilim ama elimden geleni yaptığımı düşünüyorum. O döneme eleştirel yaklaşan, derinlemesine çalışılmış çok fazla kaynak yoktu ama bulduklarımı da dahil ettim. Özellikle laiklik, kılık kıyafet şapka konusunda İslami kesimin duygularını dile getiren araştırmalardan tarafsız bir gözle değerlendirmeler alıp kullandım.

 

03 ataturk 840x

Mustafa Kemal Atatürk Serbest Fırka'nın kurulmasını konuştuğu gece Fethi Okyar ve kızıyla, Yalova. (18.08.1930)
Fotoğraf Kaynağı: Atatürk Gazi Mustafa Kemal, Foto Cemal Işıksel, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1969. Sayfa: 61
Fotoğraf: Namık Görgüç
 

 

Bu söyleşiyi Adalı dergisi için yapıyoruz. Bu nedenle kitapta ya da kitaba yönelik araştırmalarında Adalar’a özel bulduğun şeyleri de konuşmak istiyorum.

Evet. Anadolu Kulübü’ne mi geçsek acaba? (Gülüyor)

Mesela kitapta bir şey var. Gençliğinde gidip Büyükada ormanlarında, denize bakıp, şiir ve edebiyattan söz etmesi.

Evet. “Ben şair olmak isterdim” demesi..

Mekansal olarak Büyükada ona böyle şeyler hatırlatmış olabilir ama bir de Fethi Okyar var. Adalı Fethi Okyar. Onunla ilişkileri. Yaşananlar. Fethi Okyar’ın eşi Galibe Hanımın, hem Atatürk ve daha çok da Latife hanım ile arkadaşlığı.

Evet elbette. bir de İsmet İnönü de Heybeliadalı. Ne zaman geliyor adaya şimdi hatırlamıyorum ama.

1930’larda evi alıyor ama öncesinde, 1924’de rahatsızlanıp Heybeliada Sanatoryumu’nda nekahat dönemi var. Bu nedenle, bu tarihten sonra da Heybeli’ye sık sık geliyor ailesiyle. Sonra da ev alıp yazlarını geçiriyor.

Çok doğru. Adalarla ilgili bir şeye dikkat çekmek isterim. Heybeliada Sanatoryumu’nun kuruluşunun ardında Fikriye’nin rahatsızlığı olduğunu düşünüyorum. Bunu da kitabımda yazdım. Fikriye’nin ölümünü anlatırken. Ölümü bir kurşun yarasından. Ancak, Fikriye ciğerlerinden had safhada rahatsız. Vereme yakalanmış. Ciğerlerinin yakınına kurşun isabet ediyor. kimisi intihar diyor, kimisi cinayet, ama belli ki kurşun arkadan girmiş. Ben bir yaverle çatışma olmuş olabileceğini düşünüyorum, okuduklarımdan. Ama Heybeliada Sanatoryumu’nun, Fikriye’nin ölümünden iki üç ay sonra apar topar açılması ve üstelik Kadınlar Bölümü’yle birlikte açılmasını da manidar buluyorum. Fikriye’nin ölümü, Mustafa Kemal’i derinden sarsmış. Bu hastalıktan mustarip tüm kadınlar için, daha cumhuriyetin ilk yıllarında, sorunların devasa olduğu ortamda böyle bir adım atılmasına vesile olmuş. Onlar için bir hizmet. Herkes bir yakını öldüğünde onun anısına bir yere ağaç da dikiyorsa mesela, bir şey yapıyorsa, Heybeliada Sanatoryumu da O’nun talimatıyla aleacele bitirilip hizmete açıldığını düşünüyorum.

Sanatoryumun açılışı 1924.

Fikriye’nin ölümünden 3-4 ay sonra. O sırada memleket karma karışık. Tamam verem başa bela bir hastalık ama onun öncesinde eldeki kıt kaynaklarla sırada bekleyen bir sürü şey var. Fakat buna ragmen, orada göçmenler için yapılmış bir eski yapıyı, tık diye sanatoryuma dönüştürüyorlar.

Atatürk’ün Adalara ilgisi çok. Daha Yat Kulübü iken Anadolu Kulübü, oraya gelmeye başlıyor. Yanılmıyorsam, Kurtuluş Savaşı sonrası İstanbul’a ilk kez 1927 yılında adımını atıyor ve ilk ziyaret ettiği yerlerden biri de Büyükada ve kulüp. Kulübe geldiğinde kaldığı bir oda var. Sanıyorum biraz bakımdan geçirilecek ve ziyarete açılacak diye biliyorum önümüzdeki yıl.

Peki Fethi Okyar ile ilişkisi?

Fethi Okyar ile çok sıcak bir dostluğu var. Ama 1925 yılındaki Şeyh Sait isyanı sırasında, pek çok kitapta yer alan bilgi şu: Fethi Okyar, isyan günlerinde, soruna farklı yaklaşımları nedeniyle başbakanlık görevini İsmet İnönü’ye devrediyor ve Paris’e gidiyor. Biliyoruz ki, Galibe Okyar da Latife hanım ile çok yakın arkadaş. Okyarlar 1930 yılının temmuz ayında tatile geliyorlar. Daha o zaman Sedat Hakkı Eldem’in Büyükada’da yaptığı ev yapılmamış. Mustafa Kemal onu Yalova’ya, bugün yürüyen köşk diye anılan yere davet ediyor. Fethi Okyar, İngiltere, Fransa parlamentolarındaki işleyişi, iktidarı ve muhalefetiyle işlerin nasıl yürüdüğünü ve mecliste bir muhalefet partisinin varlığının önemini, işlerin daha iyi yürümesi, denetimi açısından gerekliliğini anlatıyor. Onun üzerine “kuralım bir muhalefet partisi” noktasına varılıyor. Sen de başına geçeceksin diyor Fehti Beye. Bu görüşme Büyükada’da değil ama çok yakınındaki Yalova’da oluyor. Parti o kadar çabuk kuruluyor ki, kuruluş evrakları Yalova’dan İstanbul’a gönderiliyor. Partinin ömrü ise hepi topu 5 ay.

Fethi Okyar ile ta talebelikten gelen bir ilişkileri var. Dostluğa, güvene dayalı. Hatta onlar, Soyfa’da askeri ateşe olarak görev yaparken Mustafa Kemal’in kiraladığı harika evin fotoğrafını da Okyar'ın kitabından aldım, kullandım. Sonraları ailecek de yakınlar. Latife, Mustafa Kemal, Galibe Hanım ve Fethi bey'in arasında güzel bir dostluk var. Latife Hanım kitabımda iki kadın arasındaki mektupları kullanmıştım. Galibe Hanımın evraklarını da torun Fethi Okyar önüme koymuştu. Hepsine birlikte bakmıştık. Latife ile Atatürk ilişkisine dair bir dizi düşmanca anlatıyı Galibe Hanım'ın gelini Aydan Hanım'ın ağzından yalanlamıştık.

Kitap gerçekten bir kadın gözüyle, çubuğu biraz da o tarafa bükerek hazırlanmış. Makbule hanımla yapılmış söyleşi sana hem önemli bir kaynak ve hem de cesaret vermiş görünüyor.

Evet, kesinlikle. Geçenlerde bir söyleşide, güzel bir soru sordular: siz hangi kaynaklardan yararlanıyorsunuz diye. Önce dedim ki, aileden kimse kalmamış. Ama sonra döndüm, yoo dedim, en önemli kaynağım Makbule Hanımın, sonraları sümen altı edilmiş söyleşisi oldu. Kitabın esas enerjisi ve canlılığını bu anlatı oluşturdu diyebilirim. Çünkü o, tanımadığımız gayrı-resmi Atatürk’ü anlatıyordu. Bayıldım o söyleşiye.

Resmi tarihte Makbule, itilip kakılmış gibiydi.

Aslında yaşamında Mustafa Kemal onu dışlamamış. Bir sürü gezisinde yanına almış, onu Serbest Fırka’ya kaydettirmiş. Ama her nedense, onu Mustafa Kemal’in yanına yakıştırmamışlar. Böyle bir durum var yani. Erkek egemen bakış. Mustafa Kemal’in yanında bir kadın dursun istemiyorlar. Afet Hanım'a nasıl tahammül ettiler bilmiyorum. O çok ölçülü bir insandı belki, fazla ses edemediler. Latife’ye neler yaptıklarını görüyoruz.

Peki şimdi sırada ne var? Mesela, Fikriye üzerine bir şey yazmayı düşünüyor musun?

Hayır, benim niyetim Galibe. Galibe’de gözüm var.

Öyle mi? Çok sevindim. Ben de soracaktım. İyi oldu.

Ama Galibe Hanım evrakı şu anda kullanıma henüz açılmış değil. Torun Fethi Okyar, Okyar arşivinin tasnifi için bazı kurumlarla anlaşmış olduklarını söyledi. Dedim ki, Galibe’nin evraklarının tasnifini öne alın, beni de fazla bekletmeyin...

Söyleşi: Halim Bulutoğlu

Son değişiklik Perşembe, 06 Aralık 2018 14:23
Yorum yapmak için oturum açın