Geçen ay sevgili Yorguli’nin gidişiyle ilgili duygularımı yazarken, zaman zaman gözlerim dolduğunda, kendi kendime “Başka böyle yazı yazmak, bir daha ölümden söz etmek istemiyoruuum” diye söyleniyordum kâh içimden, kâh yüksek sesle. Bu kadar mı inadına, bu kadar mı arka arkaya gelir yahu? Ne zamandı daha hayatını anlatan kitabımın tanıtımıyla ilgili yazıyı yazdığım? Ne zamandı, “O benim babam gibidir” diyen Yasemin Yalçın’la, Volkan Severcan’la sarmaş dolaş olduğumuz? Sevgili Ahmet’in mekânı; Prinkipo’da, Ediz Hun’u ortamıza alıp kahkahalar atarak pozlar verdiğimiz? Süleyman Turan’la Moda’da kafa çektiğimiz? Bir yıl bile olmadı.
“Hayatta her şeyle dalga geçerim ben, hiçbir şeyi ciddiye almam. Bir tek ölüm hariç. Onunla dalga geçemiyorum işte. Maalesef." Bu sözler ona ait. Aram Gülyüz’e, benim Aram Abi’me. Ve o en ciddiye aldığı, gelip buldu onu. Belli etmese de epey yıpranmış olan bedeni, onun hiç yaşlanmayan çılgın ruhunu taşıyamadı ve yorgun kalbi duruverdi birden. Dünya, güzel bir rengini daha kaybetti. Sevenlerini acıya boğdu. Ki sevmeyeni yoktu.
Ateist olduğunu söyler, dini ritüelleri gereksiz bulur, törenlerden nefret ederdi. Hayatında hiç kimsenin cenaze törenine gitmedi, kendisine de yapılmasını istemezdi. “Ölürsem, bedenimi öylece atıverin denize, balıklar yesin” derdi. Olmuyor öyle, güzel Abim, olmuyor. Seni o güzel ruhun için sevenler, dokundukları, elini sıktıkları, sarıldıkları bedenini de, ait olduğu yere, toprağa, saygıyla yerleştirmek istiyorlar. Onlara haksızlık edemezsin.
O yüzdendir ki hem onu, hem sevenlerini kırmamak için yalnızca mezarlıkta, o hiç hoşlanmadığı törenin, azıcık bir kısmı yapıldı. Öyle çok insan geldi ki onu uğurlamaya, eğer bir yerlerden görebiliyorsa, çok şaşırmıştır. O kadar da gereksiz bir tevazuya sahipti. İmza günlerimizde de şaşkınlıkla “Allah Allah bu kadar insan mı geldi?” deyip durmuştu.
Kendi arzusuyla gelen Başrahip Tatul Anuşyan, ilk filmini onunla yapan Selda Alkor, Müjdat Gezen, Türker İnanoğlu gibi kimi sevenleri, anılar paylaştılar, arkasından birkaç hoş kelam ettiler. Birileri beni ortaya doğru yönlendirmeye çalıştı, birkaç şey de ben söyleyeyim diye. Yapamadım, geri durdum. Çok ağlıyordum, yüreğimden kopup kopup gelen sözler boğazımda düğümleniyordu, utandım. Sustum. Bu kadar sarsılacağımı ummuyordum. Oysa demek isterdim ki tüm o kendisiyle birçok anı paylaşan insanlara; “Ben hepinizin anılarını biliyorum, bana hepsini anlattı, ben hepsini yazdım, isterseniz siz susun, onunla paylaştıklarınızı sizin yerinize ben anlatayım.”
İyi ki yazmışım o kitabı, iyi ki sonsuzluğa emanet etmişiz, tüm o yaşanmışlıkları. Malum; söz uçar yazı kalır. 4 yılımı aldıydı ve unutamayacağım bir süreçti. Düşünebiliyor musunuz, meyhanede yapıyorduk sohbetleri. Ortada kayıt aleti, etrafta gürültü, garson gelir, garson gider, bir tanıdığa rastlanır, adam konudan konuya atlar, arada fıkra anlatır... Yazmakta olduğum tiyatro anılarmla ilgili kitabı yarım bırakıp, bunu öne almıştım. İyi ki öyle yapmışım, bu kadar az zamanı varmış meğer. Bir yıl sürdü sefası. Ama arada uyanıp, ayıp olmasın diye bir de ödül verdiler Allah’tan. Yoksa koca bir 60 yıl hepten heba olacaktı, Yeşilçam’a emek vermiş niceleri gibi. En azından son bir alkış aldı. 140 film. Dile kolay. Başka bir ülkede olsa, emekli maaşına mı tenezzül ederdi? Çoktan milyoner olmuştu.
Bazı insanlar vardır, öyle canlıdır ki yaşamları, bir gün ölebileceklerini hiç düşünemezsin ve öldüklerine inanamazsın. Aram Gülyüz de onlardan biriydi. Hiç aklına getirmezdi ölümü, yaşıtlarının her kadeh kaldırışta “sağlığa” demelerine bile sinir olur “Anladık, biraz da başka şey dileyin” derdi. Şükredilecek tek şey, birilerine muhtaç edecek bir hastalık süreci yaşamamış olmasıdır. Asla katlanamazdı. “Yatay duruma geçmeden gideceksin” derdi. Öyle de oldu. Pat diye gitti. Ve hep kalacak tabii, hayatının bir yerinde dokunduğu insanların yüreğinde. Ama o canlı canlı, kıpır kıpır varlığı da keyifliydi beee... Onunla birlikteyken, gülmeden yarım saat bile geçiremezdin. Zor olacak alışmak yokluğuna, zor.
Kitabın adı “Maalesef” olsun istemişti zira en sık kullandığı söz oydu. Pişmanlıkları vardı. En çok da bu ülkede böyle bir mesleği sürdürmek zorunda oluşundan pişmanlık duyardı... Negatif etki yaratır diye koyamadık. Ki gidişinden daha negatif ne olabilir?
Şimdi gittin ya... Buyur, bütün pişmanlıkların için benden sana kocaman bir; “MAALESEF”. Onları burada bırak, yanına yalnız “İyi ki yaptım” dediklerini al. Güle güle Abim. Yolun ışık olsun.