Sonbaharı Adalarda yaşamak nimettir. Esasında güzel olan İstanbul’un sonbaharıdır. Bayıltıcı sıcakların insan sağlığını ve psikolojisini bozduğu aylara veda edip Eylül ayının serin deniz sularında kulaç atıp yüzmek özlenen bir andır. Güneşin tatlı tatlı ısıttığı bedenimizi hafif bir rüzgârın okşaması, hele karşınızda mavi bir deniz, elinizde de bir bardak çay varsa o huzuru yaz sıcağında karanlık çökmeden bulamazsınız.
Hayatımızda ve dünyamızda güneş eksik olmasın fakat artık güneşin zararları faydalarından daha çok ve görsel olarak da kebap olana, çirkinleşene kadar güneş eziyeti çekmek de sağlıksız ve demode oldu.
Eylül ayı hüzün ayıdır derler oysa hüzün duyarlı insanın her mevsim yüreğinin bir köşesinde pusu kurmakta. Doğada da Eylül ayı sarı ile yeşilin raks ettiği, aralarına da minik renklerin serpiştirildiği güzel bir tablodur.
Eylülde gel demiş güftekar. Eylülde başlayan aşklar sevgiye dönüşmüş, dizelere dökülmüş, sunulan çiçekler hayatı süslemiş veya hüzün çiçeklerine dönüşmüş. Kimi insan Eylülü yaşamış, yaşatmış, kimi insan da Eylülü yaşayanları seyretmiş, seyrettirmiş. Makbul insan da kendi Eylülünü Bahara dönüştürmüş olan insandır.
Eylül geldi. İnsanın her zevki gönlünce doya doya yaşayabilmesi için doğanın bize verdiği nimettir Sonbaharın Eylülü. Yazdan yarım kalmış hayalleri yaşama, iş-güç, gezme-tozma, biraz dinlenme, çokça kışa hazırlanmaktır Sonbahar. Eylül ve Ekim aylarını iyi değerlendiren kişi kış mevsimini gönül rahatlığı ile karşılar yeter ki gönüller şen olsun. Hayat da böyledir işte. Kendi Baharımızın hazırladığı yaz döneminde, çılgınlıklarla, yorgunluklarla kendimizi hayata hazırlar, Sonbaharımızın durgun havasında hasat toplar ve kış dönemine adım atarız. Zaman mı? Onun ayarı ile oynamak mümkün mü fakat mevsimleri uzatarak yaşamak bizim elimizde.
Yine Eylül, yine Ekim, yine Sonbahar.
İstanbul’un en gözde yeri en güzel yeri yine Adalar. Adaların bir kimyası var ki bozulmaz. Belirli kurallardan biri de Adaları 29 Ekim Cumhuriyet Bayramına kadar terk etmemektir. Yeni Eğitim Yılı başlamadan kış temizliği yapılır ve okul çağında çocuğu olan aileler yine hafta sonu tatillerini Adada geçirirler. Mangallar yakılır, palamutlar, lüferler ızgaraya atılır, roka salata, bahçedeyiz veya balkonda.
Son yıllarda bilmem neden okul sorunu yaşamayan aileler de Adaları vaktinden önce terk etmek gibi bir hevese kapıldılar. Bu acele niye? Vapur saatlerinin uygun olmayışı mı? Hayatı biraz daha ucuza getirmek mi yoksa sürü psikolojisi mi?
Pek yakında Adalara veda edeceğiz ama gönlümüz Adaların denizinde, börtüşünde, bir selâmda, bir muhabbette kalacak. Şehrin insanları çıldırtan trafiğinden uzaklaşmak istediğimizde atlayıp bir Adaya gidelim, ciğerlerimiz oxygene’le dolsun, saksılarımız sulansın.
Patilerimiz bizi bekler, kuşlar bizi bekler. Kınalıada Empati Derneği gönüllüleri hayatlarından zaman ayırıp gerektiğinde onların tek tek sağlık durumları ile ilgileniyorlar. Biz de bu fedakâr insanlara yardımımızı esirgemeyelim. Adaları terk etmek zorunda olabiliriz fakat vicdanımızı terk etmeyelim, patilerimizin beslenmesine yardımcı olalım.