‘’Sen ancak çıkarların için iyi yürekli, yüksek ruhlu, fedakâr biri olabilirsin. Çünkü senin insani tarafını harekete geçiren tek güç bu! Kendinden de öte sevdiğin yegâne şey!... Seni iyi tanımayan birileri soyuna sopuna, nezaketine, ağzının güzel laf yapmasına, eğitimine, sözde başarılarına, makamına bakarak kolayca aldanabilir… Lakin kendi kendinle çelişmeden oynamaya çalıştığın kemale ermeye çalışan insan rolünü kesintisiz oynayamazsın… Uzun zaman kimsenin yanında duramazsın. Kendini sürekli olarak önemli ve seçkin olarak görme saplantın ve kibrin buna engel olur. Kendini, hiçbir zaman yeterli görememe halin buna izin vermez… Doyuramadığın ve hiçbir zaman doymayacak bir açlık seninkisi. Kendini seçkin olarak hissetmediğin an ağzına pelesenk ettiğin erdemlerin hiçbir anlamı kalmaz… En kıymet verdiklerin için dahi parmağını oynatmazsın. Ben ve çocukların bile tiyatro sahnende birer oyuncu olmaktan öte bir şey olamadık. Çünkü sen post modern dünyanın yarattığı hırsları bilenmiş, önemli olduğunu her an hissetmek isteyen, neye mal olursa olsun hep başarmak, hep vitrinde, hep en önde olmak isteyen birinden öte bir şey değilsin…’’
Mahkemenin boşanma kararı eline geçtikten sonra Sumru’nun bana gönderdiği notta yazıyordu bunlar. Allah’ın cezası kadın! Evleri ayırıp boşanma için mahkemeye başvurduktan sonra ne yüz yüze ne de telefonla konuşmak istemişti benimle. Bir vedadan ziyade intikam almak için yazılmıştı adeta. Notu okuduktan sonra dünyanın sonuna gelmişim de o uçurumun kenarındaymış gibi hissetmiştim. Her kelime de beni o uçurumdan atmak için ince ince hesaplamıştı sanki.
Annem, ben çocukken, direkt olmasa da özel biri olduğumu arada ima ederdi. Fakat babam, sadece iş hayatını değil, özel hayatı dahi bir ölüm kalım mücadelesi olarak gördüğünden ötürü, annem ve biz çocukları ile çalışanlarıymışız gibi ile aynı mesafeden, aynı ses tonu ve yüz ifadesi ile konuşurdu. Emirlerine harfiyen uyulmasını isteyen, dediğim dedikçi bir adamdı. Annem de en nihayetinde babamın tezgahından geçmiş biriydi. Abime, büyütürken nasıl davranıp ne yaptılarsa bana da birebir aynısını uyguladılar haliyle. Dolayısıyla da ailenin en zeki ve yetenekli çocuğu olmama rağmen beni ona eş ve hatta bir adım geride tuttular.
Babam, evlenme, çocuk sahibi olma, sosyal ilişki gibi şeyleri birer görev olarak algılayıp, uygulamış olsa gerek. Bize göstermediği sevgiyi anneme de göstermediğini yatak odalarından gelen mırıltıları, kulağımı duvara koyup dinlerken anlardım. Bazı geceler annem başını onun omuzuna koyarak uyumak istediğinde, onun sevişmek için sokulduğunu bilir, çok yorgun olduğunu, sabah çok erken kalkması gerektiğini bahane eder, sırtını dönüp uyurdu.
Çocukluğumun kurban bayramlarının birinde evimizin bahçesinde iki gün beslediğimiz koçun kesilmesinden sonra hüngür hüngür ağlayınca ‘’ Sen erkeksin erkek! Sıpa! Böyle şeyler için ağlanmaz,’’ şeklinde beni azarladıktan sonra anneme dönüp sinirli bir şekilde ‘’Büyük olanı kurtardım da bunu kendine benzettin be kadın! Allah kahretsin!’’, diye bağırdığı dün gibi aklımda. Zamanında şirketi de dedemin desteği ile kurduğunu öğrendiğimde nedense hiç şaşırmamıştım. ‘’Ailesinden anneme yüklü bir miras kalacağını bilmeseydi yine de evlenir miydi annemle?’’ diye hala düşünürüm arada.
Küçük bir burjuva ailesinden geliyor olmamın hayatta başarılı olma şansımı arttırdığı muhakkak. Ancak zekâm, çalışma azmim, hırsım ve özel yeteneklerim olmasaydı, abimin, baba mirasından payına düşeni kısa sürede kediye yüklemesi gibi ben de çoktan tüketmiş olurdum muhakkak.
Şükürler olsun ki uzun boylu, düzgün yapılı ve yakışıklı biriyim. Temiz bir yüzüm ve düzgün diksiyonumun olduğunu söylerler. Önceleri bundan bir parça rahatsızlık duyduğum olurdu. Geçte olsa fark ettim ki bu özelliklerimi insanları etkilemek ve kullanmak için de pekâlâ kullanabilirim.
Bazen cümleler ağzımdan öyle dökülür ki sormayın gitsin! Temsili misal; belirli çevre ve mekanlarda ‘’Size bir şey sorabilir miyim?’’ diye yardım isteyen birine ‘’Tabi ki! Buyurun lütfen! Umarım sizi tatmin edecek bir cevap bulabilirim,’’ şeklinde cevap verdiğimde muhatabım, ilkokul sıralarında, öğretmenin sorduğu zor bir soruyu kekeleyerek, kısık bir sesle cevaplamaya çalışan öğrencinin çıkarabileceği bir ses tonu ve saygıyla konuşmaya başlar benimle. Daha ilk cümlemde hakimiyeti ele geçiririm böylece.
İnsanlar her zaman karşısındakine güven duymak isterler. Bu konuda onlara yardımcı olmaktan imtina etmem. Görüşme ve konuşmalarımda daima gülümser, göz teması muhakkak surette kurarım. Benim anlatacağım bir şey varsa dahi öncelikle onların kendilerini ifade etmelerini teşvik ederek bir güven ortamı yaratmaya özen gösteririm. Her şeyi tam tamamına bilmekten ziyade önemli olanın konudan yeterince haberdar olup, bildiğini satabilmek olduğunu iyi bilirim. Az okumuş, dinlemiş ve izlemiş olmakla birlikte dünya kültürünün büyük olaylarını ve adlarını bilir her biri üzerine de birkaç cümle söyleyebilirim. Sonra gazete başlıklarından, sosyal medyadan, film ve kitap özetlerinden ne bileyim işte sağdan soldan duyduklarımdan, doğru yanlış birtakım çıkarımlar yaparak biliyormuş ve hatta konunun uzmanıymışım gibi davranabilirim. Hiç çekinmeden ve arsızca, çoğu abartı, biraz yalan, azıcık doğru, kendime dair türlü detay, itiraf ve hikayeleri de araya serpiştirdim mi en aristokratı, en ketumunu bile avucumun içine alırım. Ondan sonrası kolay.
Bilirim ki hiçbir sosyal ilişki sıfırdan başlamaz. Herkesin geçmişinden taşıdığı bir şeyler mutlaka vardır. Yeni başlayan her ilişkide, geçmişten getirilmiş o tortuları anlamaya çalışırım öncelikle. Bir insanın nasıl kontrol edileceğini, nasıl kullanışlı hale getirileceğini anlatan ne varsa tam da o tortuların içindedir. Örneğin fabrikanın üretim müdürü. Annesinin baskıları ile hiçbir zaman ulaşamayacağı hedeflere doğru koşturulduğunu, o yoldan azıcık sapmaya dahi cesaret edemediğini anlamam çok uzun sürmedi. Satış ekibinde yeni işe başlayan elektrik mühendisinin ise, babasının adeta beynine kazıdığı ‘’bir gün gelecek olan o kıtlık’’ için yaşadığını bir iş seyahati sırasında anlayıverdim.
Yaptığın iş yeterince göz önündeyse nasıl bitirildiğinin hiçbir önemi yoktur. Öncelikle yapmanız gereken şey, işyerinde bu tür işleri bulup üstlenmek ve bu konuda sizi destekleyecek öyle çok da bir kapasitesi olmayan bir üst yönetici bulmak olmalıdır. Bazen de küçük küçük kaoslar yaratıp ardına gizlenerek gidişatı seyredip, uygun anda bir kahraman gibi ortaya çıkıp kurtarıcı rolü oynamakta işe yarayabilir. Memlekette uzay mekiği yapmıyoruz ya en nihayetinde! Sonuç başarısızlık olsa da esas olan nasıl pazarlandığıdır. Başarılı olma konusundaki temel felsefem şudur; Çevrede sağılacak bunca inek varken, yorulmaya ne hacet! Varsın onlar çalışıp dursunlar. Nasıl olsa hasadı toplamayı bilirim bir şekilde. Hiç alçak gönüllü olmayacağım bu konuda. Yetenekli olduğum konuların başında gelir. Gerisi lafügüzaf.
Nedense elde ettiğim her başarı bir sonraki hedefe doğru koşmam gerektiğini fısıldıyor kulağıma. Haliyle de bu koşturmacada tanıştığım, birlikte mücadele ettiğim, kısa bir dönem de olsa bir şeyler paylaştığım herkesi de geride bırakmayı bilirim. Diğer taraftan yeni hedeflere başarıyla ulaşmak için yeni parlak zekalı insanlara ihtiyaç var her zaman. Her kapıyı aynı anahtarla açmak mümkün değil en nihayetinde.
Ah ulan Sumru! Bir kusurum varsa o da…Ama hayır! Şöyle demek daha doğru olur; benim gibi zeki, hırslı, başarılı birinin birkaç kusurundan biri de doyumsuzluktur. Ta en başında hepimizin kusurları olduğunu ama önemli olanın beraber hep başarıya doğru koşmak olduğunu konuşmamış mıydık? Boş boş konuşuyorum işte! Sen de bunu anlayacak zekâ ve uz görü olsaydı zaten bunlar olmazdı. Ben seni sürüm sürüm süründürürdüm ya! Neyse! Sen git çocuklara dua et.
Mayıs 2020, Maltepe, İstanbul