Çarşamba, 05 Şubat 2020 14:54

Adalar Savunması'nın faytonlarla ilgili yazısına cevabımdır

Ögeyi değerlendirin
(1 Oylayın)

Her ne kadar iş işten geçti, faytonlar kaldırıldı denilse de hem doğru bilinen yanlışlara ve bunların dayandığı gerekçelere işaret edip hakikati söylemek, hem de İBB'nin doğru ve gerçekçi bir sebep göstermeden faytonculara 90 milyon vermeyi kabul etmesinin "asıl sebebinin sadece ve sadece faytonları kaldırmak olduğunu" ortaya çıkarmaktır.

Şimdi gelelim Adalar Savunması'nın 5 cevabına verdiğim 5 cevaba.

Savunma'nın Sorusu 1:

Fayton kalkarsa Adalar motorlu araç trafiğine açılır mı?

Savunma'nın kendi sorusuna verdiği cevap 1:

Hayvan hakları savunucuları tarafından uzun süredir yürütülen fayton karşıtı mücadelenin ana gündemi, atların korkunç şartlarda ve ölümüne çalıştırıldığı kâr odaklı bir turizm aygıtının ortadan kaldırılmasını sağlamak ve böylelikle atların yaşam ve emek sömürüsüne son vermektir. Faytonların kaldırılmasıyla Adalar’da doğacak ulaşım ihtiyacını gidermek içinse önerimiz net: Basit, motorlu olmayan, elektrikli toplu ulaşım araçlarının eşlik ettiği bisiklet odaklı ve yürümeye dayalı çözümler. Üstelik Adalar’ın coğrafi yapısı, eğimli sokakları gözetilerek tasarlanacak, desteklenmiş bisiklet kullanımının Adalar’ın trafiğe açılmasının da önüne geçecek yegâne çözüm olduğunu savunuyoruz. İstanbul Büyükşehir Belediyesi de hayvan hakları savunucularının önerilerini dikkate alan, bisiklet odaklı çözümler üzerinde çalıştığını açıkladı. Bu süreçte çok zor bir işi insanlık onuruna yakışmayan şartlarda, sağlık güvencelerine sahip olmadan yapan, faytonu geçim kapısı olarak gören kişilerin ve ailelerin mağdur edilmemesi, tazminat ve kamunun sağlayacağı yeni iş olanaklarıyla desteklenmeleri de tüm toplantı ve görüşmelerde dile getirdiğimiz bir konu.

H.Cevad'ın Cevabı 1:

Atların "korkunç" şartlarda ve "ölümüne" çalıştırıldığı iddiası gerçek dışıdır. Abartmanın da bir sınırı olmalı. İddialarınızı kanıtlamaya çalışmak için bu kadar ağır ifadeleri kullanmak yakışıksızdır. Keşke Büyükada'ya kadar gelip de şu korkunç şartları ve ölümüne çalıştırmayı bizlere de gösterseydiniz.

15 Temmuz 2019 tarihinde atçılar, at uzmanları ve at fotoğrafçıları ile birlikte 150 civarında faytonu atlar koşulurken izledik, fotoğraflarını çektik. Sadece 4-5 faytonun atları çelimsiz, bakımsız görünüyordu. Atların böylesi namüsait şartlarda bu kadar iyi olmasına atçılar da şaşkınlıkla müşahede ettiler. 15 Ağustos’ta ve sonra ara ara ben tek başıma aynı izlemeyi yaptım ve benzer sonuçlarla karşılaştım.

Lütfen artık korkunç şartlarda ve ölümüne çalıştırıldığı ezberine son verin! Aslında bu iddialarınızı, faytonların kaldırılmasını gerekçelendirmeye çalışmaktan başka bir sebebi de yok.

Hiçbir gerekçe öne sürmeden, esas önermeniz olan "hiçbir hayvanın çalıştırılmasını istemediğimiz için" faytonların kaldırılmasını istiyoruz deseniz, uzun uzun tartışmak yerine sadece bunu tartışırız olur biter. Hem bunları okumak ve yazmakla vakit kaybedilmemiş olunur hem de esas anlaşmazlık noktası olanca açıklığıyla ortaya çıkmış olur. Bunu yapmadığınız için aynı şeyleri tartışıp duruyoruz.

Fayton kâr odaklı bir turizm aygıtı değildir. 150 yıldır da öyle kullanılmamıştır. Adalar'da ulaşım yaya, şahsi bisiklet ve faytonlarla sağlanır. Bu ulaşımda fayton "taksi" olarak kullanılır. Kar odaklı turizm aygıtı şeklinde yanlış olarak adlandırılması da Adaların kamu idarelerince tamamen başıboş bırakılmış olmasının veri olarak ele alınması, verili durumun değişmeyeceği kabulüne dayanır. Adalardaki iç ve dış turizm çok kolay denetim altına alınır ve bu turizm odaklı aygıt saptamasının da geçersiz olduğu ortaya çıkmış olur.

Adalar'daki her alanda olduğu gibi, fayton da son 5 senede 150 yıllık gelenekleri kale almayan kamu denetimsizliği ve boş vermişlik neticesinde sorunlu hale getirilmiştir.

Faytonlar ortadan kaldırılırsa atların "yaşam" ve "emek sömürüsüne” son veremezsiniz. Bu teoride de pratikte de doğru değildir.

A) Atlar çalıştırıldığı için ölmezler. Koşullara riayet edilmeden çalıştırıldığı için ölürler. Yetersiz bakım, yanlış, eksik beslenme sebebiyle ölebilirler. Aynı insanlar gibi sağlam, bakımlı görünen atlar içtiği suyun kirliliğinden dahi hastalanıp ölebilirler. Bazı hastalıklara bağlı olarak da ölebilirler. Yani faytona her koşulan at, sadece faytona koşulduğu için ölmez. Yazdıklarım at veteriner hekimlerine, at uzmanlarına, ömrünü atlara vermiş insanlara sorup öğrenilebilir.

Hatta Heybeliada'da çocukluğundan beri bu meseleyle iştigal eden faytoncu Kahraman'a sorup öğrenebilirsiniz. Çocukluğumda onun amcası Seyit abiye yardım ettiğimiz için ücretsiz olarak bindirdiği eşeklerini bilirim, hiçbiri çalıştırıldığı için ölmemiştir; teknoloji, değişen hayat "palavraları" ile ülkemizdeki yok edilen eşeklerden bahsediyorum. Şimdi sıra ada atlarında değil mi?

B) Emek sömürüsü iddiası manasızdır. Şüphesiz bugünkü ülkeler ötesi küresel kapitalist sistemde insan emeğinin sömürüsü ve insan olmayan canlılarının hayat haklarına kastedilmesi had safhadadır. Fakat bu gerçeklerle atın çalıştırılmasını aynı teraziyle tartmak Aristo mantığına göre doğrudur. İnsan canlı varlıktır, at da canlı varlıktır, insan çalıştırılırsa emeği sömürülmüş, at da çalıştırılırsa emeği sömürülmüş olur, mantığıdır bu ve doğru değildir.

Değildir de hakikatte ne oluyor, ona bakalım. Gelecekte bir zamanda emek sömürüsü olmayan sistem kurulur mu kurulmaz mı bilemiyorum. Elbette Marx'ın Gotha eleştirisinde yazdıklarını okumuşluğum var. Teorinin önerdiği sistem olduğunda sömürü olmaz, diyebilir miyiz? Bunun için küresel sistemde buna dair teori geliştirmek gerekiyor. Dünyada bu tartışmalar da yapılıyor. Fakat biz bugünkü sorunu bugün konuşuyoruz. Somut durum, somut tahlil, somut sonuç, bunlara uygun somut strateji ve taktikler!

Bugünkü somut durum şudur: İnsan atı 5000 yıldır çalıştırdı, hepsini ehlileştirdi, farklı işlerine göre 170'ten fazla cins yarattı, bunu da doğal-yapay seçilim metotlarıyla yaptı ve bugün insan bakımı olmadan yaşayamaz duruma getirdi. Şimdi diyoruz ki, atlar çalıştırılamaz, hatta hiçbir canlı varlık çalıştırılamaz! En hafifinden insana, bu ne perhiz bu ne lahana demek gerekir.

Asıl bugün çalıştırılmazlarsa atların yaşam hakları elinden alınmış olur. At nüfusunun dünyada ve ülkemizde %90'lardan fazla azalmasının sebebi de budur. Eşek kalmamasın sebebi de budur. Sebebi bu değilse nedir, açıklanmaya muhtaçtır.

Ülkemizde 1970'lerde 1.200.000 civarında olan atın şimdiki verilere göre 100.000 civarında kalmasının sebebi de budur. Bu olguyu bir de teknolojik gelişme ve "önlenemez" değişimin sonucu olarak sunmuyor musunuz, hayretle karşılıyoruz. Fakat buna karşılık büyük ve küçük baş nüfusu 50 milyona çıkmış. Evet, ülkemizde genellikle, bile bile at ve eşek eti yenmez. Şüphesiz yenseydi at nüfusu da artırılırdı.

Bütün dünyada da at nüfusu azalmaktadır. Amerika'da 1900'lerin başında 2 milyon civarında olan Mustang atları bugün 40 bin civarında olup gitgide azalmaktadır. Oysa Amerika'nın uçsuz bucaksız yaylalarında yaşıyorlar. Avustralya'da da böyledir. Şunu da diyebilirsiniz, ki diyenleriniz de var, çalışarak yaşayacaklarına özgürce ölsünler. (Sakın burada yılkı yaparız demeyin! Böyle dediniz mi, yılkı hakkında en ufak bilginiz olmadığı ortaya çıkar.)

Bence canlı varlıkların emeğinin sömürülmemesi önermesinde, ilk önce en kolayından, bizzat karar iradesine sahip olduğunuz kendinizden başlamanızdır. İlk adımı kendinizi sömürtmemekle başlayın bu mücadeleye, sonra da diğer varlıklar için başlarsınız. Çünkü insan olmayan canlı varlıklara göre durumunuz daha korkunç. Onlar hiç olmazsa çalıştırıldıklarında emeklerinin sömürüldüğünün farkında değiller ama sizler sömürüldüğünüzü bile bile çalıştırılmaya, kendinizi sömürtmeye devam ediyorsunuz. Egemen olduğu dünyada insanı sömürmekte beis görmeyen insanın hayvanı sömürmemesi somut/verili şartlarda ne kadar gerçekçidir? Üstelik insanın değerlendirmediği, sizlerin deyişiyle sömürmediği hayvanı niye beslesin ve yaşatsın? Verdiğim örneği burada tekrarlayayım. Küçük ve büyükbaş hayvanlar artık sadece beslenme zincirine muhatap oldukları için sayıları olağandışı artırılıyor, at ve eşekler ise, teknolojik gelişme palavrasıyla "çağdaşlaştığımız" için bir işe yaramadığından sayıları olağandışı eksiliyor.

Bugün bütün hayvan hakları savunucuları tek başlarına bir şeyler üreterek, ürettiklerini birbirleriyle değiş tokuş yaparak mı yaşıyorlar? Yoksa ailelerinin paralarını mı yiyorlar? Yoksa nebatat üretip de mi yiyorlar? Yoksa kalpleri ve beyinleri yok diye hissetmiyor mu sanıyorsunuz nebatatı? Veganlara da naçizane bir önerim olsun. Hakikaten vegan olmak istiyorlarsa sadece inorganik beslenmeliler. Tabii bu halde de dışkılarınız organik olmayacak ama o kadar olsun diyelim bari!

Sözümüzün özü şudur:

İnsanın bakımına alışmış bütün insan olmayan canlı varlıklar insanla birlikte çalışıp insanla birlikte yaşayacaklardır, bunun aksi onların sonu olacaktır. Hayvanların sömürülmemesini isteyenlerin gerçeküstü hayallerinden vazgeçip yaşadığımız dünyaya inmeleri hayvanlar için daha iyi sonuç verecektir. Mühim olan çalıştırılan hayvanlarının hangi şartlarda çalıştırılacağıdır. Gerisi boş laftır. Eğer başka öneriniz varsa bunun somutta, pratikte nasıl olacağını açıklamak zorundasınız.

Gerçeküstü hayallerinizi at sömürüsünün daniskasını yapan Türkiye Jokey Kulübü’ne söyleyin. Yarış atları yetiştiren özel haralara söyleyin. Yarışlar için at üreten Tarım İşletmeleri Gn. Md.'ne söyleyin. Bence bunu atları ve faytonları savunan bizlere değil, dünyayı bütün canlı varlıklar için yaşanmaz hale getiren ilerlemeyi, teknolojik gelişmeyi canlı varlıkların aleyhine üreten, kullanan ve bunu savunan bütün insanlara söyleyin. Sonra Adalar’daki atları, faytonları savunanlara söylersiniz!

Ayrıca unutmadan; mezbahalara, büyük ve küçükbaş ve balık üretim çiftliklerine, fabrikalara, balıkçılara, kasaplara, kurban bayramlarına vs söyleyin. Bize, "Biz yemiyoruz ki" diye gelmeyin. Madem ki atların çalıştırılmasına bile karşısınız, binlerce hayvan dediğimiz canlının kesilmesine nasıl gözlerinizi kapatırsınız? Kapatmıyoruz demeyin, çünkü açıklamalardan başka hiçbir şey yapmıyorsunuz. Kitlesel olarak yaşam hakları elinden alınan hayvanlar atlardan daha mı değersizdirler?

C) Faytonların kaldırılmasıyla Adalar’da ulaşım ihtiyacı filan doğmaz. Taksi ihtiyacı doğabilirdi. Fakat o da halledildi. Yasa dışı olarak kullanımlarına izin verilen akülü araçlarla artık herkesin taksisi var. Tam istediğiniz gibi, elektrikli araçlar. Söz etmiyorsunuz ama elektrikli olunca akü ve motorlu olması gerekiyor. Hele toplu taşıma yapacak elektrikli araç olunca daha büyük aküler ve daha güçlü motorlar olacağını da ben size söylemiş olayım. Gayet net bir çözüm öneriyorsunuz değil mi?!

Basit, motorlu olmayan, elektrikli toplu ulaşım aracı yoktur. Eskiden bisikletlerde far ışığı için küçük dinamolar vardı. Mekanik enerjiyi elektrik enerjisine çevirirlerdi. Eğer mekanik enerjinin elektrik enerjisine sürekli ve güçlü çevrilmesini isterseniz, bunun için motor gerekir. Yani motorsuz demeyin, demek istiyorum. Bu toplu ulaşım araçlarının ne kadar elektrik harcadığını, balatalarının ve motorlarının havayı ne kadar kirlettiğini de düşünmüşsünüzdür herhalde.

Adalar için hal-i hazırdaki akülü araçları ne yapacağınızı söylemeden önereceğiniz tüm çözümler boşlukta kalacaktır. Yasal ulaşım aracı olan faytonları satın alarak yok ettiniz, peki akülüleri ne yapacaksınız? Faytonlar 277 taneydi, kişisel akülüler 7000 tane. Adalar'a girmesine ve kullanılmasına yasa dışı olarak göz yumulan akülü araçları sahiplerinden satın mı alacaksınız? Ayrıca binlerce kiralık bisikletlerin kullanılmasına devam edilecek mi? Yoksa bisiklet odaklı ulaşım çözümünüz böyle mi olacak? Bu konularda bir öyle bir böyle diyen İstanbul Büyükşehir Belediyesinin hayvan hakları savunucularının önerilerini dikkate alacağını mı söyleyeceksiniz, bu çok safça olmaz mı?

Bir de şöyle demiyor musunuz, insan neresini düzelteceğini şaşırıyor? "Bu süreçte çok zor bir işi insanlık onuruna yakışmayan şartlarda, sağlık güvencelerine sahip olmadan yapan, faytonu geçim kapısı olarak gören kişilerin ve ailelerin mağdur edilmemesi, tazminat ve kamunun sağlayacağı yeni iş olanaklarıyla desteklenmeleri de tüm toplantı ve görüşmelerde dile getirdiğimiz bir konu."

Sizi, bu işin insanlık onuruna yakışmayan şartlarda yapılması niye ilgilendiriyor ki? Siz bu işin insanlık onuruna yakışan şartlarda bile yapılmasını istemiyorsunuz ki! Unuttunuz mu, siz bu işin hiç yapılmamasını istiyorsunuz!

Sahiplerine zorla 300 bin lira verip faytonlarını aldığınızda, sadece faytonlarını mı aldığınızı sanıyorsunuz? Bir insanın 300 bin lirayla mesleğinin elinden alınmasını insanlık onuruyla nasıl bağdaştırıyorsunuz? Siz şimdi hangi mesleği yapıyorsanız, 300 bin liraya mesleğinizi satar mısınız?

Yeni iş olanaklarıymış! Zaten belediye de bekliyordu, "vasıfsız" faytoncular gelse de onlara iş versem diye. Adamın mesleğini elinden almışsın, biraz dur bakalım, sana yeni iş olanakları yaratacağız, diyeceksiniz öyle mi? Sanatçılar sokağında bir tezgah, yoksa patlamış mısır ve kestane kebap mı sattıracaksınız? Peki, seyis olarak çalışan o kadar insan ne olacak? Zaten artık onları düşünmenize de gerek kalmadı. Çünkü çoğu Adalar'dan gittiler! Peki yemciler ne olacak? Artık onları da düşünmenize gerek kalmadı, dükkanlarını kapattılar çünkü? Peki fayton meydanı ne olacak? Bakın onu da düşünmenize gerek kalmaz, çünkü ona bir güzellik düşünen sürüyle rantçı var, merak etmeyin!

 

Faytonsuz sokaklar

 

 

Savunma'nın Sorusu 2:

Faytonların gidişiyle Adalar imara açılmaz mı?

Savunma'nın kendi sorusuna verdiği cevap 2:

Adalar, motorlu araçlara karşı İl Trafik Komisyonu ve UKOME kararlarıyla, yapılaşmaya karşı da Koruma Kurulları ve Komisyonları tarafından alınmış ve denetlenmekte olan “Kentsel ve Doğal SİT Alanı” kararlarıyla korunan bölgelerdir. Bu kararlar yasalarla değiştirilmedikçe Adalar’ın motorlu taşıtlara ya da imara açılması mümkün değildir. Örneğin üzerinde insan yerleşimleri olan Kınalı ve Sedef adalarında hiçbir zaman fayton olmadığı gibi uzun yıllardır aynı koruma yasalarıyla korunuyor ve motorlu taşıt yasağı devam ediyor. Faytonlar devam ederken Adalar'a binlerce akülü araç sokulduğu ve yüzlerce aykırı imar uygulaması yapıldığı gerçeği de göz önüne alındığında Adalar’da motorlu taşıtlara ve yasadışı imar uygulamalarına karşı mücadele her koşulda çok önemli. Ancak iddia edilenin aksine, hayvan çalıştırmaya son verilmesiyle Adalar’ın imara ya da motorlu araçlara açılması arasında doğrudan bir ilişki yok. Aksine faytonculuk devam ettikçe, Adalar faytonculuğun da pazarlandığı kontrolsüz bir turistik "cazibe merkezi" haline geliyor, Adaların yaşadığı turistikleştirme baskısı artıyor.

H.Cevad'ın cevabı 2:

Adalar'ın tarihini bilmediniz mi böyle konuşmanız mümkün tabii. Ama şunu biliyorsunuz, Adalar 1984’ten itibaren koruma altına alındı. Ya ondan öncesi? Ondan öncesini bilmek, Adalar'ın nasıl korunacağını da anlatır, öğrenmek isteyene de öğretir. Toplumsal hafızayı iğdiş ettik mi, bunları yaşayarak öğrenenleri umursamadık mı sadece kitabi bilgilerle oyalanır dururuz.

Adalar 12 Eylül 1980'den önce Kadıköy Belediyesi'ne bağlı şube müdürlüğüydü. Beledi olarak en yüksek amir şube müdürüydü. Şube müdürlüğünden bugünkü kadar büro memuru da yoktu. Hepi topu 10 kişi ya var ya yoktu. Zabıta memuru da desen bir o kadardı. Adalar'da ikişer memur vardı. Sedef Adası'nda yaz mevsiminde şehir hatlarının bir memuru vardı. Peki, 1984'e kadar Adalar nasıl korunuyordu?

Adalar'ı koruyan, toplumsal kültürün oluşturduğu hayat anlayışıydı. O hayat anlayışı ki, kış nüfusu bugüne göre % 20 daha fazla olsa da, yaz nüfusu 60 bin de olsa, bütün evler, konaklar, yalılar ful dolsa da, kendi kendine yetmek üzerine kuruluydu. Hiçbir mukimin aklına evini büyütmek, kat çıkmak gelmiyordu. İnsanların bugünden daha mı az ihtiyaçları vardı? Hayır, elbette ihtiyaçları vardı. Sınırları suyla çevrelenmiş olması, istenildiği zaman başka bir yere hemen gidilemeyecek bir yerde, bir "ada"da yaşıyor olmanın psiko-sosyal etkileri ve bunların kimi yansımaları da vardı. Fakat toplumsal kültürün çeşitli unsurlarıyla oluşan hayat, her alanda sıra dışı aykırılıklara engeldi. Özetle koruyan yasalar değil Adalar'daki sosyal hayatın kendisiydi.

Kınalıada ile Sedefadası'nda fayton olmamasının sebepleri basittir. Sedefadası'nın statüsü başkadır. Yaklaşık yüz evin olduğu ada F. Ahmet Paşa'dan bu yana özel mülkiyettedir. Burada yaşayanların kabul etmediği birinin adada yaşaması, bir mukimden satın almadıkça mümkün değildir. Bu durum her isteyenin burada konut edinmesine, yaşamasına engeldir ve burada insan yerleşiminin sadece 65 yıllık mazisi vardır. İsteselerdi fayton da getirirler, buna göre yollar da yaparlardı, demek ki istemediler, demek ki cevabı bu kadar basitmiş!

Kınalada'da ise, sahilden hemen sonra başlayan yolların eğimin birden yükseliyor olması fayton kullanımına engeldir. Adalar'ın taksisi olan faytonun evlere ulaşmayacak olması rantabl olmadığı için, burada faytonculuk da olmamıştır. Çalışmak mümkün olsaydı üç adada çalışıp hayatını kazanan faytoncu orada da çalışırdı. Ayrıca mukimlerden bu yönde bir talep gelmemiştir. Başka bir sebep yoktur.

Yani Sedefadası ile Kınalıada'da fayton olmamasına rağmen yıllardır koruma yasasıyla korunuyor demek yanlıştır. Üstelik Sedefadası gibi özel statüde olmayan ve kamuya açık Kınalıada'nın 1980 sonrası nasıl yapılaştığı çıplak gözle dahi anlaşılır.

 

Faytonsuz sokaklar

 

 

Savunma'nın Sorusu 3:

Atlar 3 aylık karantina süreciyle birlikte ahırlara tıkıldılar ve kötü durumdalar. Koşamadıkları için bacakları şişiyor. Bu 3 aylık karantina ve kapatılma onların katli anlamına geliyor.

Savunma'nın kendi sorusuna verdiği cevap 3:

İstanbul Valiliği tarafından alınan karar, sanılanın aksine atların ahırlara kapatılıp 3 ay boyunca hareketlerinin kısıtlanmasını içermiyor. Karar açıkça atların 3 ay boyunca faytonlara koşulmasını yasaklıyor. Atların ruam testleri süresince ve ardından gelen 21 günlük karantina sürecinde ormanlık alanda gezinmesi diğer hayvanlara hastalık bulaşması riski nedeniyle engelleniyor. Ruam hastalığı uluslararası planda bildirimi zorunlu, tüm dünyada sıkı karantina şartlarıyla kontrol altında tutulması gereken zoonoz hastalıklardan biri olduğu için yalnızca Adalar'ı değil tüm Türkiye'yi ekonomik ve sosyal olarak etkileyebilecek bir hastalıktır. Bu nedenle oluşan kamuoyu baskısı Adalar Kaymakamlığı'nı ilk kez sıkı karantina koşulları almaya ve uygulamaya zorlamıştır. Öte yandan testlerin yapıldığı 3 günlük süreç sonrasında atlara seyisler eşliğinde ahır bölgelerinde yürüyüş ve gezinme izni verildiği de geçtiğimiz günlerde açıklandı. Yani, atların ahırlarında zorunlu olarak hareket imkânından yoksun bırakıldığı doğru değildir. Kaymakamlık da atlarına hareket imkanı tanımayan fayton ve at sahiplerinin her gün uyarıldığını açıklamaktadır. Yaşanan hastalık koşullarının nedeni faytonculuğun kaldırılmasını isteyenler ya da son 6 aydır Adalar'da ruamın hızla yayıldığını, at ölümleri yaşandığını ve önlem alınmasını isteyen hayvan hakları savunucuları değil; tersine, gerekli önlemleri almayan kamu kurumları, tarım müdürlüğü, belediye ve atları halen birer pazarlık unsuru olarak kullanmaya çalışan kişilerdir.

Üstelik sürekli itibarsızlaştırılmaya çalışılan hayvan hakları savunucuları, ilgili kurumlardan, Tarım ve Orman Bakanlığı, İstanbul Valiliği ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden karantina ve atların ahır alanlarına koyulması sürecinin şeffaflıkla yürütülmesini günlerdir talep ediyor, görüşmeler yapıyor, ahırları inceliyor. 400 kadar oluşumun ve derneğin imzasıyla 23 Aralık 2019’da yayınlanan bildiride, atların karantina koşulları, tedavi ve rehabilitasyon süreçleri, ahırların denetimi, veterinerlik hizmetleri, ruam testlerinin uygulanışı, enfekte olmamış atlar için alınan koruyucu tedbirler ve atların öldürülme biçimleri hakkında şeffaflık talep edilmişti.

Hatırlatalım, atların karantinaya alınmasının nedeni 20 yılı aşkın bir süredir varlığını sürdüren Ruam hastalığı. Ruam hastalığının nedeni de Adalar’a illegal yollardan ve faytona koşulmak üzere sokulan atlar. Faytonculuk tamamen kaldırılmadığı sürece bu izinsiz girişler ve atların faytona ölümüne koşulması devam edecek.

Son olarak, atlar, evcilleştirildiklerinden beri binek hayvanları değil, binek hayvanı olarak evcilleştirilip sömürülmüş hayvanlardır. Bir atı binek hayvanı olarak tanımlamak, bunu da fayton gibi turizm aygıtı bir araç üzerinden yapmak, teorik olarak, Filipinli bir kız çocuğunun doğar doğmaz fuhuşa alışık olduğu için vücudunun zührevi hastalıklara karşı direnç kazandığını, ya da Afrikalı bir erkeğin kas gücünün yüksek olduğu için tarımda çalışmaya elverişli olduğunu söylemeye benzemez mi? Atların hayatlarını yıkan sömürünün tarihi, doğanın, ekolojinin, geldiğimiz noktada gezegenin, yaşamın, kadınların, çocukların, tüm ezilenlerin ve canlıların sömürüsünün tarihidir.

H. Cevad'ın cevabı 3:

Yukarıdaki cevabın ilk paragrafını cevap verilecek ciddiyette bulmuyorum. Zira kamu idaresinin açıklamalarına inanıp aynen benimseyecekseniz, size niye cevap vereyim, onlara veririm, ki bunu defalarca yaptım zaten. Benim bu açıklamalara karnım tok. Karnı aç olanlar yiyebilir fakat bunları doğrudur diye aktarmak tartışma sınırlarıma girmiyor. Zira doğru yaklaşım, yıllar yılı tamamiyle boş verilmiş bir alanda birden titizleniyor olunmasına ve açıklamalar yapılmasına her zaman şüpheyle bakılmalıdır. Biz öyle yapıyoruz, siz de öyle yaparsanız, geleceği bugünden görmüş olursunuz.

İkinci paragrafta cevap vermeyi gerektiren sadece bir yer var: "Hatırlatalım, atların karantinaya alınmasının nedeni 20 yılı aşkın bir süredir varlığını sürdüren Ruam hastalığı. Ruam hastalığının nedeni de Adalar’a illegal yollardan ve faytona koşulmak üzere sokulan atlar. Faytonculuk tamamen kaldırılmadığı sürece bu izinsiz girişler ve atların faytona ölümüne koşulması devam edecek." şeklinde öne sürmeniz hakikatin bir yanıdır sadece. Şöyle ki;

A) Faytonculuk mesleğini yasaklayıp yok edecek şekilde atların karantinaya alınmasının nedeni 20 yılı aşkın süredir varlığını sürdüren ruam değildir. Aman dikkat, böyle düşünmek ilk paragraftaki kamu idaresi söylemine inanmanızla aynıdır. Adalar'da ruama ait bazı bilgiler verelim. Daha önceki yıllara ait verileri ne yazık ki bulamıyoruz.

Ruam Hastalığı Çıkan Atların Sayısı / Resmi Rapor

YIL İLKBAHAR SONBAHAR KAN ANALİZİ TOPLAM
2012 20 72   92
2013 14 76   90
2014 41 51   92
2015 28 127   155
2016 100 20   120
2017 0 18 33 51
2018 0 11 3 14
2019 7 0   7
TOPLAM       621

Eğer ruam 20 yıldır büyük sayıda olsaydı, kamu idareleri bunu kaydetmeyi ihmal etmez, yukarıdaki tabloya göre en azından 2012-2013-2014-2015-2016-2017 yıllarında da böylesi karantina tedbirlerini alırlardı. Aklınıza bugün böylesi bir ruam patlaması ve böylesi bir karantina icat edilmesi aklınıza hiç şu soruları getirmiyor mu?

B) 2017'den itibaren ruamlı at sayısı gitgide azalmaktayken ve 2019'un ilk 6 ayında 7 atta ruam tespit edilmişken, ikinci altı ayında hem de tam faytonların kaldırılıp kaldırılmaması tartışmasının en yoğun zamanında ruamın patlama yapması ve 105 atta nasıl ruam çıkması ne kadar inandırıcıdır?

Ve ruamın "yalnızca Adalar'ı değil tüm Türkiye'yi ekonomik ve sosyal olarak etkileyebilecek bir hastalık" olmasına rağmen, değil adalılara, neredeyse atlarla koyun koyuna yatan hiçbir seyise bulaşmamasının imkan ve ihtimali var mıdır?

C) Ruamın sebeplerinden birinin Adalar'a kaçak getirilen atlar olduğunu biliyorsanız, niçin kaçak getirildiğini de açıklamanız gerekiyor. Çünkü ruamı önlemek gibi saçma sapan bir gerekçeyle üç yıldır Adalar'a at getirmek yasaklanmıştır. Anakaradaki karantina da Adalar açısından işlevsiz kılınmıştır. Oysa daha önce Adalar'a getirilecek atlar karantinada kontrol edildikten sonra geliyorlardı. Adalar'a at girişinin yasaklanmasının Türkçesi şuydu: "Adalar'daki atlar herhangi bir sebeple koşulamazsa fayton da çalışmayacak, tedrici olarak faytonculuk ortadan kalkacaktır." Bu kafa faytoncuları kaçak at sokup çıkarmaya mecbur bırakmıştır.

D) Adalar'a kaçak at giriş ve çıkışının nedeni nedir? Bu açıklanmadan kaçaktan bahsetmek art niyetlidir. Faytoncular ölen ve faytonda herhangi bir sebeple çalıştırmayacakları atların yerine yeni at gerektiği ve Adalar'da yılkı alanları olmadığı için, bu atları sonbaharda satmaktadırlar, böylece at çıkışı olmaktadır. İlkbaharda ise sattıkları at kadarını almaktadırlar, böylece at girişi olmaktadır. Kamu idaresi bu trafiği ciddi bir karantina denetimiyle yapıp giriş çıkışı serbest bıraksaydı, hastalık vb. sorunlar vuku bulmazdı.

E) Bir iddia da şudur:

"Atlar, evcilleştirildiklerinden beri binek hayvanları değil, binek hayvanı olarak evcilleştirilip sömürülmüş hayvanlardır."

Eğer somut durumu ve hakikati atlamazsak bu iki yaklaşım birbiriyle çelişmemektedir, hatta neredeyse birbiriyle aynıdır. İnsan tarihi süreçte besin zincirine dahil ederek besleyip yediği hayvanlardan biri olan atın gücünü fark ettiğinden itibaren binek ve yük hayvanı olarak da kullanmak için ehlileştirmiştir (bir zamanlar ineklere yaptıkları gibi). Yemeyecekse, binek ve yükte değerlendirmeyecekse ehlileştirmesinin nedeni ne olacaktı? Elbette atlar ehlileştirildiklerinden beri binek ve yük hayvanı veya başka söyleyişle yemeyi bırakıp binek ve yük hayvanı olarak ehlileştirilmişlerdir. İnekler ise artık sadece besin zincirine dahil edildikleri için sadece yenmesi için üretilmektedirler.

Bu sebeple atların sağlıklı olabilmelerinin şartı, artık doğaları haline gelmiş binek ve yük hayvanı olarak arabaya, faytona koşulmaları, ya da buna benzer bir işi yapmaları gerekir.

F) Sonra şu değerlendirmeye bakalım:

"Bir atı binek hayvanı olarak tanımlamak, bunu da fayton gibi turizm aygıtı bir araç üzerinden yapmak, teorik olarak, Filipinli bir kız çocuğunun doğar doğmaz fuhuşa alışık olduğu için vücudunun zührevi hastalıklara karşı direnç kazandığını, ya da Afrikalı bir erkeğin kas gücünün yüksek olduğu için tarımda çalışmaya elverişli olduğunu söylemeye benzemez mi?"

Hiç benzemediği gibi, bir kız çocuğu üzerinden yapılan benzetme de çok talihsizdir. Filipinli bir kız çocuğu doğar doğmaz fuhuşa alışık değildir ve 5000 yıldır da fuhuş yaptırılıp genleri değiştirilmemiştir. Nihayetinde insanın egemen olduğu bir dünyada bir insana karşı yapılacakların bir sonu olacaktır elbette. Aynı durum Afrikalı bir erkek için de geçerlidir. Ayrıca böyle bir iş için evvela o erkeğin kas gücünü artırmak sonra o işi yapacak sürede genetiğinin değiştirilmesi gerekir. Kölelikte genetik değiştirim olmasa da insan bu şekilde de sömürülmüştür.

Fakat insanın hayvanlara göre bilinen "farklı ve üstün gelen" nitelikleri diğer varlıklara göre sosyokültürel olarak hızla evrimleşmesini ve her bakımdan bu olguların değiştirilmesine yol açmıştır. Köleliğin meşru olarak uzun sürmesi, sosyoekonomik sistemlerin buna uygun olması sebebiyledir. Bugün çalıştırılan insan emeğinin sömürülmesi bu bakımdan köleliğin devamı sayılabilirse de alınıp satılmıyor olması bu bakımdan devam etmiyor manasına gelir.

G) Sonra;

"Atların hayatlarını yıkan sömürünün tarihi, doğanın, ekolojinin, geldiğimiz noktada gezegenin, yaşamın, kadınların, çocukların, tüm ezilenlerin ve canlıların sömürüsünün tarihidir" değerlendirmesi de doğru değildir. Çünkü insanın çeşitli şekillerde değerlendirdiği diğer canlı varlıkların hayatları bu sebeple değil, tam aksine bu yapılmadığı için yıkılmıştır. Şu misal olsun buna: Daha önce de söylediğimiz gibi, atlar ve eşeklerin değerlendirilmedikleri için nesilleri tükenirken, küçük ve büyükbaş hayvanlar değerlendirildikleri için nüfuslarının olağandışı artırılması bu sebepledir.

 

Faytonsuz sokaklar

 

 

Savunma'nın Sorusu 4:

Sürekli faytona odaklandınız! Atlara iyi bakılmasının, denetiminin, veteriner ve atlara ait gezi alanlarının sağlanması faytonların kalkması yerine daha iyi olmaz mı?

Üstelik Adalar’da faytonculuk çok önemli bir meslektir; yıllardır bu mesleği yapan insanlar çocuklarına bakar gibi atlarına bakarlar ve Adalar’da böyle insanlar hâlâ var. Dahası faytonlar kalktıktan sonra mevcut atlara ne olacak?

Savunma'nın kendi sorusuna verdiği cevap 4:

Hatırlatalım, fayton, tanımı gereği bir çift atın çalıştırıldığı bir araç olması bakımından öncelikle atları ve onların sağlıklarını ilgilendiren bir konudur. Dolayısıyla, fayton, beden gücünden yararlanılan sistemler içinde, günümüzde turizm amacıyla modifiye edilmiş arabalarda kullanılan özel bir hayvan bedeni sömürüsü alanıdır. Sıkı denetim yapıldığı iddia edilen New York ve Viyana faytonlarında da her yıl çok sayıda at sakatlanmakta ve yaşamını kaybetmektedir. Bu kentlerde de faytonların yasaklanması için mücadele sürmektedir. Faytonculuğun Türkiye'deki, hele Adalar'daki icra edilme şekli ise atların ölümü pahasınadır. Verili denetimsizlik ve kayıt dışı ilişkilerin içinde her yıl yüzlerce hayvanın acı içinde ölmesiyle sonuçlanan gündelik, somut, görünür ve elle tutulur bir gerçeğin yanında, Adalar'da atları seven insanların da olduğu tespiti neye yarar? Elbette ki, faytoncular arasında dahi üretim aracı olan atını kırbaçlamayan, atlarını çok seven, hatta atlarını "emekli ederek" faytona koşmayan insanlar da bulunuyor. Ama bu bizim topyekûn mücadele ettiğimiz düzen içinde ne bizim için ne de fayton gerçeği açısından durumu hafifletmez. Kaldı ki, atların yaşadığı dramı ve zorlukları en iyi bilen, en yakından yaşayan insanlar yine faytonculardır.

Kaldı ki “sistem” ve “denetim” her zaman hayvan hakları mücadelesi içindeki tüm bileşenlerinin de talebiydi, ufak bir farkla: Bizler, tüm meseleyi salt hayvan refahı problemine indirgeyen bir bakış açısını değil, onların yaşam hakkını göz önünde tutarak, hayvanları kendileri için yaşayan birer varlık olarak ele alan bir pozisyonu benimsiyoruz. Denetim ve hesap verebilirlik, Türkiye'de herhalde her alanda olduğu gibi, faytona karşı mücadelenin de öncelikli gündemi. Ancak mücadele ufkumuz, bununla sınırlı değil. Önce faytonlar kaldırılmalı ve faytonculuk denen işkenceyi tarihe gömmeli, tekrar hortlamaması için sıkı denetim ve yaptırım talep etmeliyiz.

Mevcut atlara ne olacağı konusunda hayvan hakları savunucularının bir düşüncesi olmadığı yönünde yapılan demagojilerin aksine bugüne kadar yürütülen tüm görüşmelerde çeşitli öneriler gündeme getirilmiştir. İddia edilenin aksine fayton sisteminin kalkmasının ardından Adalar'daki mevcut 1380 atın tümüyle doğaya salınması gibi bir talep bulunmuyor. Bugün halen yaşayan mevcut atlar yoğun bir çalıştırılma süreci nedeniyle uzun bir süre bakım ve rehabilitasyona ihtiyaç duymaktadır. Bu atların İBB ve Valilik tarafından kamu kaynaklarıyla finanse edilen, atların etolojisine uygun doğal alanlarda kurulacak rehabilitasyon tesislerine alınması ve bir daha hiç bir beden sömürüsü alanına terkedilmemesi en öncelikli gündemlerimizden biridir. Bu tesislerin kuruluş ve işletim süreçlerinin hayvan hakları savunucularının denetimine açık olması da olması temel taleplerimizden biri. Bugüne kadar İBB ve Valilik'le yapılan tüm görüşmelerde gündeme getirilen bu konuyla ilgili olarak verilen güvenceleri de sonuna kadar takip etmeye kararlıyız.

H. Cevad'ın Cevabı 4:

(Hemen atın üretim aracı olduğuna açıklık getireyim. Çalıştırılan insan gibi at da üretim aracı değildir. Üretim aracı, ihtiyaçları (ve artık değeri) üretmek için emeğin kullandığı hammadde, alet, bina, teknik diğer madde, toprak vb. öğelerdir. Başka bir deyişle "emeğin üretim yapabilmesi için" gerekli olan öğelerdir. Yani kısaca faytoncu, seyis, nalbant, at (emek) ve faytonculukta kullanılan alet edevat üretim güçleridir.)

Adalar'daki fayton, bir çift atın çalıştırıldığı bir araçtır. Yoksa hem tarihi süreç hem bugün 6-8-10 atın koşulduğu fayton vardır.

Öncelikle sadece atları değil, faytoncuyu ve onların sağlıklarını ilgilendiren bir konudur. Esasen fayton atlı arabadır ve tarihi süreçte ulaşım aracı olarak, posta arabası gibi, kullanılagelmiş ve kişiselleştirilerek de aristokratın taksi aracı olarak fayton halini almıştır.

Aynı insanlar gibi atların da beden gücünden yararlanılır. Dolayısıyla atları faytona koşan faytoncu at kadar emek harcamaz fakat laylay lom da dolaşmaz. Bir at bakımının nasıl yapıldığını görseniz bunu anlayabilirsiniz.

Fayton, bilhassa Adalar’da turizm için değil taksi olarak kullanılmıştır. Turistler için kullanılagelmesi son 10 yıldadır. Yararlanılan sistemler içinde, günümüzde Fayton atlı arabadan evriltilmiş ve modifiye edilmiştir. Fakat atlı arabalar içinde atlara en az yük bindirilecek şekilde yapılmıştır. Ön tekerleklerin arkadakilere oranla daha küçük yapılması, yolcu oturak kısmı (yurdumuzdakilerde) hasırdan örülmüş, çökmemesi için ahşapla güçlendirilmiştir. Ayrıca atlara yük bindirmeden 180 dereceden daha fazla dönebilecek şekilde yapılmıştır. Bunlara faytoncu veya yolcu için değil atın daha az güç harcaması için bu şekilde dizayn edilmiştir.

Hayvan bedeni sömürüsü kısmına daha önce cevap vermiştim. Sıkı denetim yapıldığı iddia edilen New York ve Viyana faytonlarında da her yıl çok sayıda at sakatlanmakta ve yaşamını kaybetmektedir. Bu kentlerde sakatlanmalar ve ölümler motorlu araçla aynı trafikte yol alan fayton atlarında görülmektedir. Aynı kentlerde sadece faytonlar için ayrılmış kulvarlarda koşulan atlar için aynı sonuçlar çıkmamaktadır. İnternette şöyle bir gezinti durumu gözlerinizin önüne getirir. Bunları birbirine karıştırmak belki sizi haklı çıkartabilir fakat gerçeğin sadece bir kısmını anlatmış olursunuz.

Ayrıca bu kentlerde de faytonların yasaklanması için mücadele edilmesi, bu mücadelenin doğru olduğunu göstermez. Niye doğru olmadığını, çalıştırılmayan atın ölüme terkedildiğini yukarıda anlatmıştım.

Faytonculuğun Türkiye'deki, hele Adalar'daki icra edilme şekli ise atların ölümü pahasına değildir. Bu iddia gerçek dışıdır. Denetimsizlik ve kayıt dışılık, bizzat kamu idarelerinin bu mesleği, uygulanışını, atların çalışma şartlarının umursamazlığından kaynaklanmaktadır. Ayrıca her yıl yüzlerce atın acı içinde ölmesi de bir Adalar efsanesidir. Hiçbir merciin kayıt göstermediği bir vakıanın birlerce mi, onlarca mı, yüzlerce mi olduğu nereden icat ediliyor? Bu hayvan hakçılarının iddiasını güçlendiriyorsa da "gündelik, somut, görünür ve elle tutulur bir gerçek değildir".

Hele her ilkbaharda Adalara sokulan, at girişi yasaklandığı için kayıt dışı sokulan at sayısını veri alarak, geçen yıl o kadar at ölmüştür demek, bu sistemden tamamen habersiziz demektir. Sonbaharda Adalar’dan çıkan atların sayısını tutsaydınız gelenlerin sayısıyla karşılaştırıp kaç atın ölmüş olduğunu görürdünüz. Bunu yapmayıp her yıl 300-500 at ölüyor diyerek ve birkaç fotoğrafı ve videoyu binlerce defa kullanarak hakikate değil faytonu ortadan kaldırmaya, atları meçhul bir yolcuğa çıkarmaya hizmet edersiniz ancak. Adalar'da atları seven insanların da olduğu tespiti neye yarar? Atların yaşadıklarını ve zorlukları en iyi bilen, en yakından yaşayan insanlar faytoncularsa, niye kalkmasını istemiyorlar. Faytoncular atların canını, sağlığını umursamayan insanlar mı değiller mi, bir kara verin artık. Faytonculara sorduğunuzda size söyleyecekleri şunlardır: "Aramızda çürük elmalar var, bunlar alacağı parayı düşünüp faytonunu kiraya verenlerin bir kısmıdır ama çoğunluk değillerdir. Bunları denetleyecek olan da kamu idareleridir. Bu denetim faytoncuların arasında yapılamaz, yapılırsa vahim sonuçlarla karşılaşılır."

Eğer “sistem” ve “denetim” her zaman hayvan hakları mücadelesi içindeki tüm bileşenlerinin talebi olsaydı, eğer 600 bin küsur imzayı bunun için toplasaydınız bu sorunlar çoktan halledilirdi. Belirtmeden geçersem olmaz. Adalar'daki faytonların kaldırılması için imza verenlerin arasında değil İstanbul'da olanlar Adalar'a hiç gelmemiş, buralardaki sistemden en ufak bilgisi olmayan fakat sosyal medyada bire bin katarak dolaştırılan görsellerden etkilenenler olduğu bir vakıadır. Ayrıca Hakkari, Kars, Kayseri, Urfa, İzmir, Antalya, Konya gibi kentlerden imza verenleri de hayretle karşılıyorum. Kendi kentlerindeki atlara bakamayan, yılkı atlarının bakımsızlıktan ve izinli-izinsiz öldürülmesini, atların alınıp satılmasını görmezden gelip de Adalar'daki fayton atlarına kafalarını takanların durumu da trajiktir.

Şunu da söylem lazım: Ben de sosyal medyada sizlerin iddia ettiği gibi günde 1-2 öldüğüne inansaydım imza atmakta tereddüt etmezdim. Bunu söylediğimde, kaç tane ölürse sizin için kabul edilir diye soranlar oluyor. Şüphesiz hiç ölüm olmamalı. Fakat Adalar'da ölen insanlar da var. Mevsimine göre günde bir veya daha fazla ölenler oluyor. Çalıştırılmaktan değil ama yılda kaç insanın öldüğünü ve niçin öldükleri hakkında bir fikriniz var mı? Adalar'da tam teşekküllü bir hastane olmamasından ötürü kaç kişinin doğru teşhis olmadığı, geç kalmış olduğu, yeterli bir sağlık hizmeti alabilmek için harcayacak parası olmadığı, izin alamadığı için ancak yatak hastası olduğunda hastaneye gidebilen fakat geç kalındığı için kaç kişinin öldüğünü biliyor musunuz? Peki çalıştırılmadıkları halde sokaklardaki ve evimizde el bebek bakılan kedi ve köpeklerin kaçının öldüğünü biliyor musunuz? Bunlara su ve mama koymaktan başka ne yapıyorsunuz da ölmelerinin önüne geçebiliyorsunuz? Bizim bahçemizde 20 civarında kedi olduğu, evimizde de 6 tane olduğu, en ufak hastalıklarında tam teşekküllü veteriner hizmeti aldıkları, buna mukabil son üç yılda bahçemize 6 mezar kazdığım bir vakıadır.

Evet, sizin mücadele ufkunuz, faytonların kaldırılması, faytonculuk denen işkenceyi(!) tarihe gömmek, tekrar hortlamaması için sıkı denetim ve yaptırım talep etmektir. Atların sonunu düşünmeden tabii ki.

Adalar'daki mevcut 1380 değil, 1700 civarında at vardı, şimdi 1590 civarında kaldı. Şimdi inkarın faydası yok. Hayvansever fakat bana göre bilgisiz oldukları için at sevmez diye niteleyeceğim yüz binlerce insanın talebi doğaya salmaktı. Çok şükür Adalar Savunması bu talepte değilmiş, öğrenmiş oldum. Peki talepleri neymiş?

"Bu atların İBB ve Valilik tarafından kamu kaynaklarıyla finanse edilen, atların etolojisine uygun doğal alanlarda kurulacak rehabilitasyon tesislerine alınması ve bir daha hiçbir beden sömürüsü alanına terkedilmemesi en öncelikli gündemlerimizden biridir. Bu tesislerin kuruluş ve işletim süreçlerinin hayvan hakları savunucularının denetimine açık olması da temel taleplerimizden biri. Bugüne kadar İBB ve Valilik'le yapılan tüm görüşmelerde gündeme getirilen bu konuyla ilgili olarak verilen güvenceleri de sonuna kadar takip etmeye kararlıyız."

Sizler tüm görüşmelerinizde dile getirdiğiniz talepleri ve sonuna kadar takip etmekteki kararlılığınıza inanıyorum fakat kamu idarelerinin bunları yerine getireceklerine dair verdikleri güvencelere siz nasıl inanıyorsunuz hayret ediyorum. Ya çok safsınız ya da kamu idarelerinden bihabersiniz, başka ne diyeyim!

Sistemi düzeltmeye bir türlü kaynak bulamayan fakat faytonları kaldırmak için 90 milyon lira bulan, 25 ton atığı şimdi toplayan idareyi hiç tanımıyorsunuz. Bu kadar kaynağın daha azıyla sistem baştan aşağı yenilenirdi oysa. Yoksa sizler, idarenin de sizin gibi gerçeküstü bir hayale inanıp, atların boyunduruktan kurtarılmaları ve sömürülmemeleri için 90 milyon lira vermeye razı olduğuna mı inanıyorsunuz? Eğer böyle olsaydı İzmir gibi 35, Antalya gibi 25 ata uygularlardı taleplerinizi.

 

Fayton

 

 

Savunma'ın Sorusu 5:

Faytonculuk ekolojik açıdan sürdürülebilir bir ulaşım biçimi değil mi? Adalar’daki faytonculuk kültürü sayesinde karbon ayak izimizi bir nebze olsun azaltabilme şansına sahip değil miyiz?

Savunma'nın kendi sorusuna verdiği cevap 5:

Öncelikle karbon ayak izimizi azaltabilmek için, daha sağlıklı, adil ve sömürüsüz olan yürümeyi ya da bisiklete binmeyi seçebiliriz. İkincisi, ekolojik yıkımın nedenini dünyanın tüm varlıklarının haksızca ve hoyratça sömürülmesi oluşturuyorken, neden atların turizmin kölesi olarak çalıştırılmasını desteklememiz gerekiyor?

Üretim biçimi, tüketim modelleri, iklimi ve gezegeni sürüklediğimiz krizle şehirlerin, çeperlerin, kırsalın, denizlerin ve adaların topyekûn inşaatlaştığı ve hava, su ve toprak kirliliği içinde yıkıma sürüklendiği bir zamanda, tüm bu yükü de çektikleri tonlarca yükle kırılmakta olan bacaklarıyla, atlar mı çeksin? Üstelik hayvan hakları savunucuları ya da faytonun kaldırılmasını talep eden kimse, “fayton kalksın, yerine araba gelsin” demiyor. Adaların trafiğe, turizme ve inşaatlaşmaya açılmaması konusu, faytona karşı mücadelenin uzun zamandır üzerinde çalıştığı ve savunduğu bir başlık. Somut ve pratik olarak: Faytona koşulan her bir atın, tek tek hayatı, bedeni, sağlığı ve hakları bizim önceliğimiz. Bu, "faytondan sonrası tufan" demek değil. Bu aynı zamanda kentin, mekanın, doğanın, canlıların, insanın ve yaşamın yeniden düşünülmesi için bir çağrı...

H. Cevad'ın Cevabı 5:

İnsan kaynaklı bir dolu yıkımı sıraladıktan sonra, "tüm bu yükü çektikleri tonlarca yükle kırılmakta olan bacaklarıyla, atlar mı çeksin", diye sormak ihtiyacını niçin duyuyorsunuz? Yoksa içine böyle ettiğimiz dünyanın veya adanın tüm yükünü atlar çeksin diyen mi var? Faytonlar çalıştırıldığında tüm yükü faytonlar çekecektir iddianızı somutlar mısınız? Somutlanmazsa bu demogojik bir yaklaşım olmaz mı bu?

Valla siz araba gelsin demeseniz de -arabadan ne kastettiğinizi bilmemekle birlikte- fayton olmadığında en azından onun işlevini yerine getirecek motorlu araba gelecektir. Siz ister elektrikli deyin ister akülü, bu araçların hepsi motorludur. Ayrıca bildiğiniz gibi vızır vızır dolaşan fosil yakıtlı araçlar da var. Toplu taşım yapıyoruz diyerek daha da artacak. Üstelik 7000 civarındaki akülü araçlara da 4-5000 civarındaki kiralık bisikletlere de dokunulmayacak. Artık gelirsiniz Büyükada'ya turizmin aygıtlarını ve yarattıkları trafiğin ne olduğunu görürsünüz. Bunlardan başlamak yerine faytondan başlamak da asıl turizm aygıtının ne olduğunu görmeniz içinde iyi bir fırsat olur.

Bir de bizlere, artık koşulmayan her bir atın, tek tek hayatı, bedeni, sağlığı ve haklarını nasıl öncelediğinizi somut ve pratik olarak gösterirsiniz! Siz gösteremeseniz de biz devamlı size soracağız! Sakın, kamu idaresi verdiği sözleri yerine getirmezse yine Saraçhane'de "Atların Gezi'sini" yaparız, demeyin. Atlar terli, yemezler!

Evet, HER BİR ATIN TEK TEK HAYATI, BEDENİ, SAĞLIĞI VE HAKLARINI SOMUT VE PRATİK OLARAK, KAMU İDARESİNDEN DEĞİL SİZLERDEN SORACAĞIZ!

(*) https://m.facebook.com/story.php?story_fbid=1469240583252392&id=523032497873210

Son değişiklik Çarşamba, 05 Şubat 2020 16:49
Yorum yapmak için oturum açın