Kurtulduk… Kötülüklerle dolu eski yılı bitirdik ve yenisini dualar ve ümitlerle karşıladık.
Geçmiş yıllarda yaşanan iyi ve kötü olaylar tesadüflere bağlı olarak mı akıp gitti, yoksa bunları biz mi yarattık?
Mutlu bir gelecek için, geçmişimizi gözden geçirmekle hatalarımızı belirleyebilir miyiz veya aynı ortam ve şartlarda, aynı hataları tekrarlayacak mıyız?
Aralık ayında internet ortamında uçuşan milyonlarca iyi niyet temenni mesajı, sahibine ulaştığında, tesiri oluyor mu? Oldu mu? Olacak mı?
***
Bu suallerime cevap ararken, bilgisayarıma iyi niyet mail’leri gelmeye devam ediyor. El yazısıyla yazılan ve imzalanan sıcacık kutlama kartpostallarını ipe asarak seyredeceğime, internet ortamından gelen kişiliksiz toplu temenniler, bilgisayarıma kupkuru varmakta ve yıllardan beri, aynen gele gele, anlamlarını yitirmektedirler. Buna rağmen, gönderenlere teşekkür ederim. Duyduğuma göre, bu tür basmakalıp toplu temenniler, cihazlarını ve zamanlarını işgal ettiğinden dolayı bazı kişilerce artık okunmuyormuş.
Değişik alıntılardan derlenmiş, gönülden gelmeyen soğuk yazılarla, inanmadığımız temennilerle zamanımızı sakız gibi çiğnemektense, akılsızları akıllı yapabilecek yöntemi aramak daha hayırlı olmaz mı?
Akıl derken de aklıma geldi; çok kere rüyalarımızda, karşımızda beliren bir kişiyle konuşur ve suallerimize karşılık alırız. Uyandığımızda ise sualinin da, cevabının da aynı bizim kafamızdan çıktığını hayretle anlarız. İçimizde, ikinci bir kişiyi mi taşımaktayız, kafamızın içinde ikinci bir beyin mi var?
Bazen de akşam kendi yazdıklarımızı, ertesi sabah okurken: “Yahu, bunları ben mi yazmışım, olamaz…” diyerek hayretler içinde kalıyoruz.
İki yarım beyine sahip olduğumuzu kabul etsek, sağ beyin sol beyine veya sol beyin sağ beyine, doğru yolu gösterse, ürettiğimiz fikirleri, iyilikler ve güzellikler doğrultusunda kullanamaz mıyız? Mantıklı düşünerek, kimsenin telkin ve tesiri altında kalmadan ve yararımıza olacak bencil fikirleri başkalarına dayatmadan yaşarsak, dünya düzelir mi? Hayatımız tesadüflere bağlı olarak mı akıp gitmekte veya olayları biz mi yaratmaktayız? Kafamı kurcalayan bu soruların cevabını bilen var mı?
Elektronik dünyası, şampiyon olan kişiye karşı dahi satranç oyununu kazanabilen bilgisayarı keşfetti. Teknolojinin bu ilerleme hızı ve kabiliyetiyle, tüm ihtimalleri tartarak, beynimizin bir yarısı diğer yarısına doğru yolu telkin edebilecek duyarlı bir “cip” imal edilebilecek mi?
Artık trafikte doğru yolu tayin edecek akıllı otomobil varken, günün birinde insan, başına şapka gibi geçirecek, doğru yolda ilerlemesi ve mesut yaşamasının yöntemini gösterecek bir cihaza kavuşacak mı?
Gelecek için öngörülen buluşları anımsadığımızda, zayıf da olsa, ufukta bir ışık beliriyor gibi...
***
Son yıllarda gördüklerimi, Rahmetli Büyükbabama anlatsaydım beni tımarhaneye hatta o zamanın terimiyle, Bakırköy’deki Mazhar Osman’a gönderirdi.
İncecik bir tel ile dahi hiçbir irtibatı olmayan, avuç içi bir cihazla, dünyanın bir ucundan diğerine konuşabildiğimden bahsedebilir miydim? Üstelik görüntülü ve renkli olarak…
Foto filimi, foto kâğıdı, sinema şeridi, karanlık oda, developman ilacı, fiksatif ilacı agrandizör, negatifi pozitife çeviren laboratuvar, gümüşlü kâğıdı kurutan fırınlar olmadan, yalınız birkaç voltluk pille çalışan, şahane fotoğraflar, hatta sesli filim çeken küçücük bir cihazdan bahsedebilir miydim?
Binlerce kitabın içeriğini ve dünyada vuku bulan olayları, anında, cep aynası boyunda küçücük bir ekrandan renkli ve hareketli olarak görebileceğimi söyleyebilir miydim?
Bu yaşadıklarımdır. Ya henüz kullanmadıklarım?
Facebook tarafından geliştirilen “Model Tanıma Yazılımı” insan yüzünü insandan daha iyi tanıyormuş. Bilgisayarlar ileriki yıllarda, insanlardan daha akıllı hale gelecekmiş. Üç boyutlu baskılar olacakmış.
IBM’in Watson programıyla, hukuki konular % 90 doğrulukla birkaç saniyede çözülecekmiş. Avukatlık mesleği ancak cihazın çözemediği durumda gerekli olacakmış.
Otomobiller otomatik kontrolle ilerleyeceklerine göre, şoförlük mesleği de gereksiz kalacakmış. Hatta otomobil endüstrisi çökecekmiş. Çünkü park problemini ortadan kaldırmak için, şahıslar otomobil sahibi olamayacak. Telefonla istenen bir taksi sizi alıp arzulanan noktaya bıraktıktan sonra garajına dönecek.
Sürücü belgesi yok, göz muayenesi yok, direksiyon başına bir an evvel oturabilmek için reşit olma acelesi yok. Bira, şarap, rakıyı tükettikten sonra trafiğe çıkabilmek var! Küçük çocuklar dahi ayarlanan bir taksiyle tek başlarına okula gidebilecek.
Bugünlere kıyasla trafikteki araç miktarı yüzde ona ineceğinden ve bu motorlu araçlar elektrikle çalışacaklarından, hava kirliliği de büyük nispette azalacak ve otopilotla ilerleyen bu araçlar sayesinde trafik kazaları da olmayacak.
Ve bunların neticesinde dünyadaki otomobil miktarı % 90 azalacak! Boğaz köprülerimizi boşuna yapmışız. Ya Bursa oto sanayimiz ne olacak, o da başka mesele.
Araçların ilerlemesi ve binaları ısıtmak için gereken enerji güneşten temin edileceğinden ‘fosil yakıt’ denilen toprak altındaki kömüre ve petrole gerek kalmayacak. Dolayısıyla grizu patlaması, petrol kuyularına sahip olma savaşları, rafineri kavgaları, boru hattı, tanker kazaları bitecek. Hastaneler, mesailerini insanın ömrünü uzatmak için hasredecek.
Üstelik ‘Tricorder X’ olarak adlandırılan ve çok ucuzlayacak bir cihazla, herkes rahatsızlığını anında, evinde, işyerinde, kan analizini dahi, fazla bir harcama yapmadan tespit edebilecek ve en üst düzeyde sağlık hizmetine kavuşacak.
Ruh halini belirten ‘Moodies’ isimli cihaz sayesinde zihinsel rahatsızlıklar anlaşılacak ve bu yöntemle yalan söyleyenler bile açığa çıkacak.
Tarım dahi robotlarla yapılacak, hatta yapılıyor bile…
Aeroponik olarak adlandırılan havada bitki yetiştirme yöntemi sayesinde daha az suya gerek olacağından, su da ucuzlayacak, et dahi, dana etine benzer ve ‘Petri’ denen bakteri üreten tabak sayesinde karşılanacak. Bizler de uzak doğudaki böcek yiyicilileri gibi, bilerek veya bilmeyerek, afiyetle böcek proteini yetiştiren fabrikaların ürünleriyle besleneceğiz.
Ucuzlayacak ‘akıllı telefon’ sayesinde, bugün okullarda okutulan tüm derslere gerek kalmadan anında bilgiye kavuşabileceğimizden, öğrencilik ömrü azalacak.
Bütün bu imkânlar hayata geçtiğinde, bugünkü mesleklerin yüzde yetmişi gereksiz kalacağını düşündüğümde, çocukluğumda seyrettiğim 1936 yapımı Charles Chaplin’in “Asri Zamanlar” filmini anımsıyorum. Filminde, Şarlo, o dönemdeki sanayileşmenin neticesi olarak, insanlığın kendi yarattığı makinenin esiri olma durumunu ve sonrasında bozulan psikolojisini eleştiriyordu.
Lakin modern tıp sayesinde her yıl ömrümüzün üç ay kadar uzamakta olduğu hesabıyla yakında İbrahim Peygamber gibi 120 yıl yaşayabileceğimizin müjdesini verebilirim.
Ve bu gereksiz uzatılacak hayatı, berbat bir dünyada yaşamamak için, beynimizi iyilikler doğrultusunda kullandıracak bir cip’in imalatının gerektiğini siz de takdir edersiniz.
Lakin şimdi aklıma başka bir şey takıldı.
1952’lerde Ordu donatım Yedek Subay Okulundaki Motor İkmal bölüğü koğuşunda, uykumun kaçtığı bir gece, Fransız yazarı André Maurois’nın ‘La machine a Lire les Pensées’ (Düşünceleri Okuyan Makine) kitabının orijinal Fransızcasını, yatakhanenin loş ışığı altında okuyordum.
Kitabın özü, insanın düşündüğünü okuyabilen bir cihaz imal eden ve insanlık için faydalı olabileceğini ümit eden kişinin, insanların, karı kocaların, bilhassa siyasilerin, biri birileri hakkındaki düşüncelerini öğrenmeleri üzerine vuku bulan felaketler karşısında ve etraftan gelen baskılar neticesinde, cihazı insanlık için zararlı bulup parçalamasıydı.
Barış ve sükûneti getirecek bu hayalî cihazım da, bazı çevrelerin çıkarlarına aykırı bulunması halinde aynı akıbete uğrar mı acaba?
Dönelim koğuşuma. Ben romanı okumaya dalmışken, nöbetçi subayının koğuşa girdiğini fark etmemiştim. Birden karşıma dikilip, yastığımın altına saklamaya uğraştığım kitabı eline almaz mı?
Kaşlarını çatarak kitabımın başlığını çözmeye uğraştığında ben azar veya ceza beklerken, adam ciddi ve bilgiç bir tavırla: “-Aferin, aferin, gece yarısı bile makine dersine çalışıyorsun, böyle olmalı!” diyerek kitabı bana iade etmez mi?
Beynimizi iyilikler, doğruluklar ve güzellikler için çalıştıracak makineye kavuşmak ümidiyle…