Pazartesi, 02 Ocak 2017 23:30

Yalnızlık ömür boyu

Ögeyi değerlendirin
(0 oy)
Galapagos, Lonely George / Yalnız George Galapagos, Lonely George / Yalnız George

“Yalnızlık zor zanaat” derdi dedem sık sık. Çocuktum, anlamazdım neden böyle söylediğini, ya da tam olarak neyi kastettiğini. Çünkü somut anlamda o, hiç de yalnız değildi. Ailesi vardı, çocukları, torunları vardı… Yani biz vardık. Sorardım, “Niye öyle söylüyorsun dede, sen yalnız mısın ki?” “Ah yavrum aaah… Büyüyünce sen de anlarsın” derdi “herkes yalnızdır, yaptığı ya da yapmadığı her şeyin ceremesi de keyfi de kendinedir. Bunu hiç aklından çıkarma ki anladığında şaşırmayasın.”

Evet, büyüyünce anlıyor insan, şartları ne olursa olsun, aslında herkesin yalnız olduğunu. Ama öyle hemen değil, çoook büyüyünce… Ancak o zaman farkına varıyor ki kesin ve değişmez olan tek şey, mutlak yalnızlıktır. Kiminle neyi ve ne kadar paylaşırsa paylaşsın, sonunda kendisiyle kalıyor. Kim, ne kadarını anlarsa anlasın, acısını tek başına çekiyor. Canı, ciğeri, sevdiği, dostu, kardeşi… Kimse onun yerine acı çekemiyor. Kimse onun yerine sevemiyor, hastalanamıyor, üşüyemiyor, beslenemiyor, uyuyamıyor ve ölemiyor.

Ben de büyüyünce anladım, daha doğrusu iyice idrak ettim. Çünkü zaten biliyordum, dedem anlatmıştı. Hatta kendince, insanın yalnızlığı nasıl lehine çevirebileceğini de öğretmişti. Ve soyut yalnızlıkla somutun farkını ve onun her haliyle barış içinde olmayı. Kim bilir belki de ta o zaman fark etmişti, hem katı kurallara tepkili, taşkın, dışa dönük, hem içi daraldıkça kabuğuna çekiliveren kaplumbağa halimi.

Öyle büyüdüm ben, eşle dostla, sevenlerle çevrili ve daima yalnızlıkla barışık. Küçükken alır başımı giderdim, ormanlara, kırlara, yalnız kalmaya. Belki o yüzden severim kaplumbağaları. Kimselere ihtiyacı yoktur onların, öylece tek başlarına yaşayabilirler, yeter ki zarar veren olmasın. Yalnız George gibi… Hatırladınız mı? Hani türünün son örneği olan yüz küsur yıllık dev kaplumbağa. Öldüğünde bana “Başın sağ olsun” diyenler bile olduydu. Gerçekten de pek üzülmüştüm. Resmini uğur diye saklarım.

02 yalniz george 280x
03 yalniz george 280x
04 yalniz george 280x
 

Kimine göre özgürlüktür yalnızlık, kimine göre de mahkûmiyet. Ve somutu da vardır soyutu da… ki onun çaresi yok. Kendi arzusuyla seçmişse insan, somut olanı özgürlüktür, rahatlıktır, güçlenmektir, korkularından kurtulmaktır, hatta çok özel bir mutluluktur. Hastalık dışında tabii… o zaman biraz koyuyor insana, çünkü ne kadar halsiz olsa, kendi kalkıp yapacaktır çayını, çorbasını… Bir de ev kazalarında. Hani kapıyı açmaya koşarken sehpaya takılıp, ya da banyoda kayıp düşüverdiğinde. Yine de artısı eksisinden çoktur. İyi bilirim, çünkü ben seçtim. Soyut olanıysa, bilincinde olan için normaldir de, bilinçsizce çırpınanlar için bunalıma varan sorunlar yaratabilir.

Ama arzusu dışında mahkûm edilmişse somut ve soyut yalnızlığa… İşte o çok zor. Hele yaşlılıkta. Ki en çok da yaşlı insanların başına geliyor bu tarz isteği dışında yalnızlık. Ve en çok yaşlılıkta muhtaç oluyor insan insana. El ayak tutarken, sağlık yerindeyken, çok bunalırsa karışabilir kalabalıklara. Bir telefon kadar yakın olabilir dostlar ve de internet var tabii, iyi kötü. İki satır laf edersin, birilerine “Gel” dersin veya biri sana “Gel” der, gidersin, gelir.

Yaşlılıkta ise o kadar kolay olmuyor her “Gel, sana ihtiyacım var” dendiğinde birilerinin koşup gelmesi, “Özledim seni” sözüne önem verilmesi. Nedense daima yaşlı bir yakınımıza birkaç saat ayıramayacak kadar meşgul oluruz, yaşlılığın henüz bizden uzak olduğunu sandığımız yaşlarda. Ki birden onun ölüm haberini aldığımızda sıralarız ardı ardına bilumum “Keşke”leri.

O yüzden olmalı son yıllarda yaşlı insanların kendi istekleriyle gidip bir huzurevine yerleşmeleri. Nasıl olsa sonunda yalnızlığa mahkûm olacaklar bari etraflarında iki laf edecek, elini tutacak, düştüğünde kaldıracak, hastalanınca bakacak birileri bulunsun. Bir yakınınız yoksa bile arada sırada bir huzurevine gitmelisiniz dostlar. Bekliyorlar, umuyorlar… Hele bayram seyran günlerinde nasıl kapı gözlüyorlar bilseniz.

Ben birkaç yıldır sıkça uğruyorum, bizim Paros Dergisi’nde onlarla ilgili yazılar yazıyorum. Bir yakınım falan yok orada ama gide gele dostlar edindim. Özel günlerde düzenlenen etkinliklere katılıyorum. Mutlu oluyorlar ama görüyorum, yine de gözleri kapıda; acaba bir evlat, bir torun giriverir mi aniden? Her seferinde, umut, düş kırıklığı ve kabullenme peş peşe yaşanıyor. Buldukları ilk sıcak ele razı geliyorlar. Bir süre avunuyorlar sonrası yine mutlak yalnızlık. Başlarken konuyu buralara getirmeye niyetim yoktu ama geliverdi işte. Bir yılbaşı geçirdik, buruk da olsak kutladık azıcık yeni yılı umutla karşılayabilmek için. İyisiyle kötüsüyle koca bir yılı daha devirdik diye sevindik mi üzüldük mü bilemedik. Aile büyüklerimiz kalmadı artık, biz yalnızız kardeşimle. O yüzdendir belki özel günlere önem vermeme tavırlarımız. Özel günleri diğer günlerle bir sayma hallerimiz. Öyle yapıyoruz birkaç yıldır. Şimdilik bir şikâyetim de yok doğrusu, memnunum halimden ama eş dost bolluğu içindeyiz henüz. Ve birlikte yaşamasak da hâlâ iki kişiyiz, evlerimiz bir telefonla iki dakika içinde ulaşabilecek kadar yakın. Yapayalnız olmanın nasıl bir şey olduğunu bilmiyoruz. Gün gelir de tek kalırsak neler hissederiz? Pek düşünmüyorum, hele daha vakit var diye umuyor ve mümkün olduğu kadar geç olması için dua ediyorum.

Hiç iş olsun diye bir Huzurevi’ni ziyaret ettiniz mi? Yaşlı ve yalnız yakınlarınız var mı? Yılbaşı gecesi onları hatırladınız mı? Aklınıza bile gelmediyse, ilk bayramda bir deneyin. Ya da bayramı filan beklemeyin, yetişemeyebilirler. İlk hafta sonunda deneyin.

Yeni yılda ilk dileğim: İnsanların sevmeyi yeniden hatırlaması. Ve barış.

 

Son değişiklik Salı, 03 Ocak 2017 04:23
Yorum yapmak için oturum açın