Cuma, 05 Nisan 2019 23:06

Yalnız Bize Özgü

Ögeyi değerlendirin
(0 oy)

Siz bu yazıyı okurken seçimler gerçekleşmiş, olan olmuş, biten bitmiş, seçilen seçilmiş olacak. Ama ben yazarken hâlâ seçim öncesi antipatik propaganda tantanaları devam etmekte. Sabahın köründen gecenin geç saatlerine kadar, caddelerde sokaklarda, her bir adayın vaatlerini içeren, sevimsiz ötesi komik şarkılar türküler çın çın çınlamakta. Her yanda adayların posterleri, parti amblemleri çarşaf çarşaf salınmakta. İnsanlar sinir içinde ‘şu iş bitse de kurtulsak’ modunda. Hele benim gibi caddede ve köşebaşındaysa eviniz, kaçacak yeriniz yok. Buna bir de hiç kesilmeyen trafik sesini, otobüs homurtularını, ambülans sirenlerini ekleyin. Beyin sulanması kaçınılmaz. Ancak çok geç saatlerde birazcık sessizlik olabiliyor.

Bir gece, işte o birazcık sessiz saatlerde başıma geleni anlatsam “Hadi canım, böyle şeyler hep sana mı oluyor” dersiniz. Hatırlarsanız, bir kere de camdan içeri mermi girmişti. E oluyor ne yapayım? Neyse... Gündüzki gümbür gümbür davullu zurnalı karmaşa bitmiş, trafik hafiflemiş, ortalık azıcık durulmuş. Birden geri geri giden bir aracın bip bip bip sesiyle etraf aydınlandı. Merak edip pencereden baktım tabii. Canavar misali dev bir araç trafiği kesmiş, köşebaşına dikilmiş, üzerindeki uzuuun merdivenin tepesinde iki adam karşıki otelin balkon demirlerinden birine bir ip bağlamaya çalışıyorlar. İpin diğer ucunu sokağın başında bulunan iş hanının dördüncü kat pencerelerinden birinden dışarı çıkmış klimanın altındaki demirlere bağlamışlar. Caddenin bir yanından diğerine iki tane yan yana üç apartman katı yüksekliğinde yafta asmışlar. Eski İstanbul sokaklarında evden eve çamaşır asarlardı ya tam öyle ama dev boyutta. Bir dolu daha küçük boyda, ağaçtan ağaca, direkten direğe dalgalananlar da cabası... Biraz izledim, sonra söylenerek yayıldım kanepeme, televizyona daldım.

Birdenbire ne olsa beğenirsiniz? Penceremin önünde iki kafa beliriverdi. Üçüncü kat penceresi. Düşünebiliyor musunuz? O kadar beklenmedik bir şey ki çığlık attım, telaşla sehpaya uzattığım bacaklarımı indirdim, piknik alanı gibi yayıldığım kanepenin üstünü toparlamaya falan başladım. Bu arada adamlara “Ne oluyor yahu?” der gibi bir hareket yaptım galiba. İkisi bir ağızdan “Meraba abla” deyip ağır ağır üst kata doğru yükseldiler. Artık yalnız bacaklarını görüyordum. Belli ki üst katımdaki klimanın demirlerine bağlıyorlar bu kez. Diğer ucu nerede diye kalktım, sokağın içine denk gelen yatak odamın penceresinden baktım. Tahmin ettiğim gibi yine karşı köşedeki iş hanının sokağa bakan bir klimasına takmışlar. Böylece en az 5-6 metre boyunda 3 küsur metre enindeki dev çarşafla, neredeyse sokağın girişini kaplamışlar. Hafiften bir rüzgar da var yelken gibi dalgalanıyor. Dönüp geldim, yerime oturdum, belden aşağıları görünen adamların fotoğrafını da çektim ama camın yansımasından çok kötü çıktı, yoksa koyardım yazının başına. O koca şeyi gerdirip bağlamak pek kolay olmasa gerek ki yarım saate yakın sürdü işleri. Sonra da aynı şekilde penceremden içeri bakarak, “İyi geceler abla” deyip süzüle süzüle gerisingeri aşağıya indiler.

Güçlü bir rüzgâr çıksa kesin kopardı bunlar. Üstelik o kadar büyüktüler ki altından yüksekçe bir araç geçse mutlaka takılırdı. Nitekim dev yaftaların sefası iki gün sürdü. Üçüncü gün, tam tahmin ettiğim gibi epey güçlü bir rüzgâr çıktı. Acaba ne oldular diye merak edip önce salona koştum, caddedekinin yerinde yeller esiyordu. Ve de penceremin önünde boş bir ip savrulup duruyordu. O da kopmuştu tabii ama kopana kadar kim bilir nerelere takılmıştı ki çevresine dikilen bant da sökülmüştü. Koca şey hanın duvarına yapışmış, sökülen bant da bizim simitçinin köşedeki daimi tezgâhına kement gibi takılmıştı. Yani rüzgâr fırtınaya dönse, o kement, tekerlekli tezgâhı aniden caddenin ortasına sürükleyiverir. Bakın nasıl kaza çıkabilir. Allah’tan simitçi birkaç gün gelmedi. Ya o oradayken kopup tepesine geçseydi... Bu arada caddenin ilerisindekinin de alt tarafı parçalanmış. Kesin tam tahmin ettiğim gibi altından geçen yüksek bir araca takılmıştır.

İki gün sürdü onca eziyetin sefası. İsraf değil de nedir şimdi tüm bunlar? Ve acaba siyasilerimizden hangisi gerçekten ülkesine hizmet etme aşkıyla yanıp tutuşmakta? Girmeyeyim bari o konuya... Penceremin önünden sarkan, her esintide tık tık cama vuran bir çift naylon ipi tuttuğum gibi kestim ben de. Ve de sara sara yukarı çektim. Kocaman bir yumağım var artık. Evdir, lazım olur belki.

Şimdi söyleyin bana, böyle bir şey başka hangi ülkede gerçekleşebilir? “Yalnız Bize Özgü” başlığı boşuna değil.

Son değişiklik Cumartesi, 06 Nisan 2019 16:27
Yorum yapmak için oturum açın