Çarşamba, 06 Mart 2019 21:31

Adalılar, Marta Koyu için buluştu

Ögeyi değerlendirin
(0 oy)

02 280x

Marta Koyu’nun bir kamusal alan olarak korunması için çalışan Marta Koyu Dayanışması, 2 Mart Cumartesi günü Burgazada'da, kıyı işgalleri ve Adalar'da alternatif kıyı yönetimi modellerini tartıştığı bir panel düzenledi.

Panelin moderatörlüğünü Dünya Mirası Adalar Girişimi'nden Alp Orçun yaptı. Konuşmacılar; İAKTVKD Yönetim Kurulu Başkanı Arif Çağlar, Dünya Mirası Adalar Girişimi'nden Korhan Gümüş, İ.Ü. Biyoloji Böl. Hidroloji ABD Öğr. Üyesi Dr. Cem Dalyan ve Marta Koyu Dayanışması'ndan Sevgi Çekiç'di. Panele Adalılar ve İstanbul'dan gelen katılımcıların yanı sıra CHP Adalar Belediye Başkan Adayı Erdem Gül de katıldı.

İlk sözü, Marta Koyu Dayanışması adına Sevgi Çekiç aldı ve yaşananlar hakkında bilgi verdi:

Sevgi Çekiç. Marta Konuş Dayanışması:

“Alan 1. derece doğal sit. Kapatılamaz, çitle çevrilemez.”

Tartışmalara konu alan, Burgaz’da, Marta Koyu diye bilinen alanın bir bölümü. 79 ada, 6 parselde, yaklaşık 46 dönümlük bir alan. Bu alan, Vakıflara ait. Bir zamanlar Aya Yorgi Kapris manastırı arazisi iken, 2006’da trampa yoluyla, mazbut bir vakıf durumundaki ( aktif olmayan, yani vakıflar Genel Müdürlüğü denetiminde olan) Silahtarağa Vakfı’na devredilmiş. Vakıflar Genel Müdürlüğü de, bu alanı ihale yoluyla kiralamaya çıkarmış. Ve sonuçta, aylık 15 bin Tl karşılığı kiralama işlemini gerçekleştirmiş.

Dayanışma olarak çeşitli kurumlar, avukatlarla görüştük. Belediye Başkan adayları ile de görüşmek istedik. Bir tek Erdem Gül'le görüşebildik ve bugün de tüm başkan adayları davet edilmesine rağmen bir tek Erdem Gül geldi.

Ulaştığımız kurumlar arasında Mimarlar Odası da var. Mimarlar Odası dava açmak için neden görmedi. Fakat “Kamu yararına bir kiralama olmadığı” gerekçesiyle dava açılabileceğine dair bir öneride de bulundu. Alanın kamuya açık bir alan olarak kalabilmesi için tek yolun, belediyenin devreye girmesi olduğu belirtildi. Bildiğimiz kadarıyla, alanda, Marta’nın kulübesi olarak bilinen yeri kiralamış olan kişi, yürütmenin durdurulması için dava açmış. Neden bana kiralamadınız, ya da haberdar etmeden bu yola gittiniz diye. Vakıflar Bölge Müdürlüğü ile görüştük. Burayı Belediyenin kiralayabileceğini, hatta öncelikle Belediye'ye teklif edilmesi gerektiğini, eğer onlar kullanmak istemiyorlarsa, ihaleye o zaman çıkılacağını bilgisini aldık. Belediye böyle bir talepte bulunursa, ihale iptal edilip, Belediye'ye kiralanabilirmiş. Belediye ile birlikte bir sivil inisiyatifin bu kiralamayı yapabileceğini düşündük.

Alanın bugüne kadar kötü bir şekilde kullanıldığı da bir gerçek. Çadır kurulması, ateş yakılması, çöplerin birikmesi sakıncalı. Bugüne kadar denetimsiz bir alan olarak kaldığı da doğru.

Kimi Adalılar oranın kiralama işlemine itiraz etmiyorlar, bunun alanın denetimi, korunması açısından da iyi olacağını düşünüyorlar. Kiralamayı yapanlar Adalı işletmeciler. Onlarla da konuştuk: Bize, orayı çitle çevireceklerini, parselin içinde kalan iki bina için imar barışına başvuracaklarını, büfe, restoran olarak düzenleyeceklerini, yüzer iskele yapacağını, motorlarla müşteri taşınacağını, bir bölümünün konser alanı olarak düzenleneceğini ve konser-düğün ve davet gibi organizasyonlar için kullanacaklarını söylediler. . 1. dereceden Sit alanında bunların yapamayacağını, kıyı kanunu olduğunu, kıyıyı kapatamayacaklarını, çitle çeviremeyeceklerini anlattık. Şehir plancıları ile de görüştük ve kiralayanın müracaat ettiğini öğrendik. Bu konuyu Belediye'ye ve Kent Konseyine sorduk. Bir bilgi gelmedi. Yapılan sözleşmeye de ulaşamadık.

İ.Ü. Biyoloji Böl. Hidroloji ABD Öğr. Üyesi Dr. Cem Dalyancı:

“Marta Koyu da dahil, Adalar’ın çevresinde koruma alanları oluşturulmalı.”

Marta Koyu ile ilgili tanışmam, İBB’nin sualtı çekimi için yapacağımız, 2 Deniz 1 Şehir belgeseli hazırlıkları sırasında o bölgede dalmam ile başladı. 2018’de çekimler için defalarca dalış yaptık. Su altı zenginliği açısından inanılmaz güzellikte bir yer olduğunu gördük.

Alanın kiralanacağını duyduğumda Cimer'e başvurdum. Gelen cevapta buranın Silahtarağa Vakfı tarafından gençlere kamp yeri olarak planlandığını ama bütçe çalışmaları sonunda bundan vaz geçildiği ve ihaleye çıkarıldığı, 2886’ya göre yapılan ihale sonucu Barbayani işletmesine kiraya verildiği bilgisi geldi.

2007 yılında yayınlanan Ulusal stratejik eylem planı ile Adalar'a dikkat çekilmiş. Hot Spot denilen bir kavram var. Bio çeşitlilik için, endemik türlerin yaşadığı yerlerin korunması için bir plan yapılmış. Marta koyu denizel ortamı da korunması gereken yerler arasında. Algler deniz bitkisi değildir. Deniz çayırları ise ise doğal bitkidir. Bu çayırları biz Marta'da bulduk. Gezegenimizde üretilen oksijenin çoğunu ormanlar üretmez. Denizler üretir ve büyük çoğunluğunu da bu deniz çayırları üretir. Bu çayırlar yok olursa tehlike altındayız demektir. Doğa üzerinde tahribatımız o kadar yüksek ki.. Marmara'da daldığımız hiç bir yerde deniz çayırlarına rastlayamadık. Marta'da 5,6 m derinlikte bu çayır zonuna rastladık. Deniz çayırları oksijen üretimi yanında erozyonu da önlüyor. Suyun temizlenmesi ve suyun ışık geçirgenliğini arttırmaya yarıyor. İşte bu çok önemli. Neredeyse bütün canlılık bununla başlıyor. 5.6 metreden sonra ise kum zemin üzerine yayılan ufak taşlar var. Bunlar, omurgasız türler için muhteşem yaşam alanı. Deniz çayırlarından sonra korunaklı bir bölge başlıyor yani. Sanki Marta Koyu’na, birisi gelmiş, dokunmuş ve deniz, denizde canlılık nasıl olur bunu tasarlamış ve uygulamış. Böyle mucizevi bir yer orası.

2015 senesinde Kuzey Marmara'da büyük bir kıyım yaşandı. Gördüğüm en büyük felaketi gördüm, Aşağıdaki her şey öldü. Yassıada'daki inşaatın sebep olduğu bu ölüm bilimsel olarak ispatlandı. Şimdi burada kalan canlılar son kalanlar. Bunlar suyu süzebilen Akdeniz'in endemik canlıları. Bu canlılık da Marta'da var. Çok acil koruma zonları oluşturulmalı. Büyükada-Kurşunburnu, Marta Kuyu, Burgazada-Yelkenkaya, Neandros mutlaka koruma altına alınmalı. Yoksa kısa zamanda bu zengin çeşitliliği kaybedeceğiz.

Adalar aynı zamanda çok önemli kuş göç yolunun üstünde. Yoğun şekildeki bir insan faktörü kuşlar için de bir tehdit. Küçük Orman Kartalı'nın büyük çoğunluğu Adalar üzerinden göç ediyor.

2 metreden fazla kanat açıklığı var ve senede 300 binden fazla kartal üstümüzden geçiyor.

Ötücüler ise, suların üstünden uçup giderler. Karabaşlılar mesela çalıları kullanırlar. Bir yerde çalılık yoksa orada ötücü yoktur. Yelkovan'lar, dünyada yuvası bilinmeyen tek kuş ve daha bir çok cins...

Arif Çağlar, İstanbul Adaları Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Derneği:

“Adalar’da kıyılar kaybedildi. Marta sonuncusu.”

Adalar'da birçok yeri kaybettik. Marta bunun sonuncusu. Çoğunu da denetimsizlikten kaybettik. Belediyeye düşen görevler var. Sanki yetkileri olmadığını düşünüyorlar. 2863 sayılı kanun Adalar'ı koruyor. Şimdi bu kanunu gevşetmeye çalışıyorlar. Farsakoğlu iktidara geldiğinde, sahillere yapılmış bütün kaçak yapıları kaldırmak istedi. Ama engellendi. Çünkü belediye elinde polis, vali, kaymakam gücü, işbirliği olmadan bunu yapamaz.
O zaman biz sahip çıkacağız. Birey olarak, dernek olarak hep birlikte bunu denetlemeliyiz.
Marta Koyu’na 1. Dereceden Sit olduğu için hiçbir şey yapamazsınız. En fazla seyyar bir büfe konabilir. Ticaret bu şekilde başlar ama denetimsizlikten bambaşka şekillere girer. Peki nasıl engel olacaksınız? Bir tek denetimle mümkün. Gerektiğinde mahkemeye, kamuoyuna duyurarak yapacaksınız.

Korhan Gümüş, Dünya Mirası Adalar-Girişimi:

“Marta’nın ruhu bize yol göstermeli.”

Marta Koyu’nun korunması, Adalar’ın kıyıları ve kamusal alanları için bir örnek olabilir.

Bu örneğin üzerinde kafa yorarak, çalışarak, başka bir çok sorunu çözmek için deneyim sahibi olma imkanımızın olabileceğini düşünebiliriz.

Önce sorun nedir, ona bakalım: Kiralayan kişi, daha önce herkese açık olan 46 hektarlık kıyı bölgesini, koyu çitleyeceğini ve içinde ücretli kullanıma tahsis edilecek faaliyetler gerçekleştireceğini söylüyor. Bunlar neler? Ücretli plaj kullanımı, yiyecek içecek satışı, restoran, açıkhava konserleri... Muhtemelen sahile betonlar dökülecek, iskeleler yapılacak. Muhtemelen, diğerlerinde de gördüğümüz gibi adım adım bir takım kaçak inşaatlar yapılacak.

Şimdilik bunları tahmin edebiliyoruz ama kira sözleşmesinde neler var, bunları bilmiyoruz. Oysa kiralanan bir kamu alanı olmasa, özel alan bile olsa bunları çevrede yaşayan, bu kıyı bölgesi ile ilgili olan herkesin bunları bilme hakkı var.

18 Şubat sabahı Büyükada’dan vapura biniyorum. Vapura kalkanlı, robokop giysili çevik kuvvet polisleri de biniyor. Herkes biraz şaşkınlık içinde. Acaba bir yerde bir olay falan mı var? Biraz sonra, haberleri duyunca mesele anlaşılıyor. Marta Koyu’ndaki evlerden biri boşaltılacak. İçinde yaşayanların evde olmadığı söyleniyor. Kapı kırılacak, içerdeki eşyalar dışarı atılacakmış. Demek ki bir karşı koyma, itiraz bekleniyor olmalı ki, çevik kuvvet polislerine ihtiyaç duyulmuş. Bu nedenle bir gün önceden gelmişler Büyükada’ya. Devletin yeni kiracının haklarını korumak için bu kadar titizlenmesi ilginç. Ama bu titizlik bir kamusal alanın korunması konusundaki tavrı ile sanki tezat teşkil ediyor.

Kamunun bu alanı kiralamak dışında bir yönteminin olmaması şaşırtıcı. Bölgenin SİT Alanı ilan edilmiş olması, korunması anlamına gelmiyor. Çünkü parçalanmış mesuliyetler, yetkiler ile bu alan bir boşluk olarak görülüyor. Karşımızda kamu alanlarının yönetiminde son derece resmiyetçi, bürokratik ve bununla birlikte işleyen imtiyazcı neoliberal denilen bir model var.

Örneğin ekosistemini araştıracak, inceleyecek bir işlev yok. Keza ziyaretçi planı, yönetimi de yok. Atık yönetimi de yok. Güvenlik de yok. Bunlar gibi bir yönetim işlevi olarak neyin var olması gerektiği konusunda da bir fikir yok. Örneğin burada duş ya da tuvalet olmalı mı? Eğer olsaydı kim yönetecekti?

Mekanın hafızasında küçük de olsa farklı bir yönetim deneyimi olduğu biliniyor: Marta, söylendiğine göre burada kulübesinde yaşarken çevreyi temiz tutuyormuş, kullanıcılara da yol göstererek yardımcı oluyormuş. Yangınlara karşı önlemleri alıyormuş. Hatta öldükten sonra yangın çıkmış, ormanlık alan kül olmuş. Bu bilgi bile bir kamusal alanın nasıl katılımcı bir şekilde kullanılabileceğine zannedersem ışık tutuyor: Başka bir yerde olsa, kamu yönetimleri böylesine sivil girişimleri dışlamaz, yönetim sürecine dahil eder, teşvik edici olur.

Günümüzde de Marta Koyu’nun korunması için harekete geçen duyarlı insanlar kiralanmasına, kapatılmasına karşı çıkarken, Burgaz’ın bu değerli kıyısının başıboş kalmasını, çöple dolmasını ya da çevredeki insanları rahatsız edecek faaliyetler olmasını savunmuyorlar, elbette. Tam tersine, tıpkı onun yaptığı gibi Marta Koyu’na sahip çıkılmasını, korunmasını istiyorlar. Herkesin yararına olacak bir şekilde yönetilmesini istiyorlar. Bu amaçla nasıl korunacağı, kullanılacağı bilinmeden yalnızca çıkar sağlamak amacıyla bir imtiyaz şeklinde bir piyasa aktörüne devredilmesini, özelleştirilmesini doğru bulmuyorlar.

Bir tarafta parçalanmış bilgi, parçalanmış yetkiler, parçalanmış bir yönetimle nesneleştirici şekilde işleyen bürokratik bir yönetim modeli var. Bu insansız bir kamu modeli. Diğer tarafta ise kar, gelir getirme amacıyla imtiyaz sahibi olarak devreye giren piyasa aktörleri. Bu modelin sakıncaları ortada.

Adalar’da dikkat ederseniz bu modeldeki bir özel kuruluşa devredilmesinin amacının bir hizmet vermekten çok kamusal alanın çitlenerek halka kapatılması olduğu görülüyor. Yani Anayasa’ya göre herkese ait olan yere, kıyıya erişmek için ücret ödüyorsunuz. Kamunun işlevi yalnızca bu alanlardan gelir sağlamak. Peki kamu işlevini yerine getirmiyorsa, o zaman neden vergi topluyor?

Oysa arazi çitlenmemiş olsa, belki içinde belli koşullar içinde, küçük kiosklarda meşrubat, yiyecek satışına, hatta seyyar satıcılara izin verilebilir. Demek ki buradaki asıl amaç kamusal bir alan üzerinde imtiyaz sahibi olmak. Sahillerin kapatılmasının asıl nedeni bu.

Düzenlenen toplantılarda tartışılan model ise şu: Koyun yönetimini özel bir kuruluş değil, Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nden yerel halka karşı sorumlu olan Belediye devralsın. Ancak Belediye de onun yaptığı gibi plansız, programsız bir kişiye ya da kuruluşa kiralamasın. Bir yönetim için planı uygulayacak bir organlaşma oluşturulsun.

Eğer biraz üzerinde düşünülürse, örneğin bu yönlendirici organda yerel halkın temsilcileri, uzman STK’lar, kuruluşlar yer alabilir.

Bu yönetim planı, bir eylem planı ile süreç odaklı bir uygulama olarak hazırlansın ve geliştirilsin. Doğal yapısının araştırılması, koruyucu önlemlerin alınması, ziyaretçi ve atık yönetimi, vs. için koşullar sürekli geliştirildiği ve denetlendiği için taşıyıcı olacak bir STK’dan da hizmet alınabilir. Ama kıyıları işgal eden, üyeleri için özelleştiren STK’lar gibi değil. Gerçek sahiplerinin yönlendirici olduğu, denetlediği ve belli süreler içinde tanımlanan hizmetler olarak. Başıboş bırakılan, birilerine peşkeş çekilen bir kamusal alan değil, gerçekten kamusal nitelik taşıyan bir yönetimle.

Martha’nın da tek başına bize gösterdiği gibi, zannedersem bu çok zor bir şey değil. Koyun doğal mirası kadar hatırası da değerli. Martha Koyu’nu korumak, aynı zamanda onun hatırasına sahip çıkmak demek.

 

03 840x

 
Son değişiklik Perşembe, 07 Mart 2019 18:09
Yorum yapmak için oturum açın