Adalar’da bir yaz mevsimine daha girilirken faytonlarda çalışan atların durumu ulusal politikanın merkezine kadar yükseldi. Önce Hayvan Hakları Federasyonu (HAYTAP) teatral bir gösteri ile atlara yapılan kötü muameleyi protesto etti, atlara özgürlük istedi. Ardından 300’e yakın atın Tuzla’da bir arazide günlerce Büyükada’ya giriş yapmak için bekletildiği haberi medyada dönmeye başladı. Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan seçim kampanyası sırasında atların özgürleştirilmeleri gerektiğini ilan etti. Peşinden, bu atların kamyonlarla tıka basa adalara götürülmek üzere iskeleye taşınması olayını takip eden ve fotoğraflamaya çalışan Yük Hayvanlarını Koruma Derneği yöneticileri faytoncu oldukları söylenen kişiler tarafından tekmelenerek dövüldüler. Tüm bu olanlar, atlı faytonculuğu savunmaya çalışanların argümanlarını zayıflatacak dramatiklikteydi.
Zaten Adaları ziyaret edenlerin bizzat tanık olduğu at kazaları sahneleri ve bunların sosyal medyada dolaşan fotoğrafları yeterince endişe verici idi ve kamuoyu, haklı olarak, atların sakatlanmalarını, kötü muamele görmelerini, aşırı çalışmaktan bayılmalarını, bakımsızlıktan hastalanmalarını, kışın ormana terk edilerek ölmelerini, bunların hiç birbirini kabul etmiyordu. Herkes atların Adalar’da yaşadıkları sorunlardan yola çıkarak ilgililerden çözüm bekliyordu. Bunların hepsi üst üste geldi ve rüzgar fena halde atlı faytonculuğun sona erdirilmesi, atların adadan çıkarılması ve elektrikli faytonlar gibi motorize taşıma araçlarının adalara sokulması yönünde esmeye başladı.
Tam da şimdi ve yeniden atlı faytonculuğu neden savunduğumuzu ve aslında sorunun nerede olduğunu konuşmamızda yarar var. Yücel Sönmez’in Hürriyet Gazetesi’nde çıkan, “Atlı faytonların kaldırılmasına karşıyım! Kızmadan önce bir okuyun...” başlıklı güzel yazısında belirttiği gibi, atlı faytonculuğu bitirmek isteyen yaklaşımın söylediği temel şey atların hayatımızdan çıkarılması ve yerine akülü araçların konması. Bu bakış açısı, bugün Adalarda atların neden giderek daha kritikleşen bir durum ile karşı karşıya olduğunu doğru bir şekilde teşhis etmemize elvermiyor, peşinen atların haklarını koruyan daha iyi bir sistemin işletilemeyeceğini varsayıyor. Atlı taşımacılığın tüm zorluklarını ele alarak daha iyi bir modeli tüm adalılarla birlikte düşünmek yerine, kısa yoldan, aslında Adaların ruhunu ve kimliğini ortadan kaldıracak, motorize bir alternatife teslim olmayı öneriyor. Bu en basit tabirle kolaycı bir yaklaşım.
Peki, sorun nedir? Adalar’da yüzyılı aşkın süredir nispeten sorunsuz bir şekilde devam eden faytonculuk bir kriz ile karşı karşıya. Abdullah Onay’ın Adalar Gerçek Gazetesi’nde yazdığı gibi, “fayton sorununun ayyuka çıkmasına yol açan en önemli gelişme, patlayan turizm.” Sadece Büyükada’ya gelen yıllık turist sayısının bir milyona dayandığını söyleyen Onay, Adalar ekonomisinin artık sadece turizme dayandığını belirtiyor. Eskiden Adaların ‘sayfiye’ olduğu döneme uygun olarak ve aslında ekonomi bile denilemeyecek, sezonluk bir gelir kaynağı söz konusu iken, bugün turizmle beraber artık gerçek bir piyasa ekonomisinden ve talep patlamasından bahsediyoruz. Zincir kebapçıların şubeleri, her geçen gün sayısı katlanarak artan pansiyonlar, oteller, plaj işletmecileri… Devasa bir sayıya ulaşan günlük ziyaretçi ekonomisi, eskiden çok sınırlı bir talebe yönelik ve belirli bir iş ahlakı ile yapılan faytonculuk zanaatını da etkiliyor. Artan ziyaretçi talebinin yarattığı iştah karşısında faytonculuk zanaatına egemen olagelmiş, geleneksel diyelim, iş yapma ve hizmet sunma biçimi zayıflıyor, geçersizleşiyor. Vahşi kapitalist piyasa ekonomisinin tahribatından korunmak için sivil toplumun devlet ve yerel yönetimlerden talep ettiği kurallar ve denetleme mekanizmaları devreye sokulmadığı için de karşımıza, işte, faytonculuk krizi çıkıyor; zincirlerinden boşalmış piyasa işleyişinin altında ezilen atlar bu gerçeğe işaret ediyor. Dolayısıyla sorun şu: turizm talebinin yarattığı piyasa baskısı karşısında, çalışan atların (ve de tüm çalışanların) haklarını koruyarak ve kollayarak, iyi bir faytonculuk mesleği icra etmek, mevcut denetimsiz piyasa işleyişi modeli ile mümkün değil.
Faytonculuğu denetleyecek, atların çalışma saati, temizliği, bakımı, sağlık kontrolleri, defin, gibi konuları ele alan mevzuat aslında mevcut. 1998 tarihli İl Trafik Komisyonu kararları, Hayvan Sağlığı ve Zabıtası Komisyonu kararları ve İBB UKOME, 2011 yılında kabul edilen Fayton Taşımacılığı Yönergesi gibi, faytonculuk mesleğini her yönüyle denetleyen mevzuat karara bağlanmış durumda. Atların adalara giriş çıkış kontrollerinin düzenli yapılması, hastalıklara karşı taramaların sıklaştırılması, ahırların denetlenmesi, gibi rutin önlemlerin yerine getirilmesini düzenleyen kurallar ilgili kurumlarca konmuş vaziyette. Fakat, kamu idareleri ne kadar mevzuat da çıkarsa, bunlar kamu kurumlarının kendileri tarafından uygulanmıyor. Adalar Savunması ve Heybeliada Forumu tarafından Eylül 2014 tarihinde hazırlanan ve 2016 yılında gözden geçirilerek güncellenen “Adalar’da Faytonlar ve Atlar” başlığını taşıyan rapor, kamu idarelerinin sorumluluklarını yerine getirmediklerini açıkça ortaya koyuyor. Dolayısıyla, bugün faytonculuğun karşı karşıya olduğu krizin ikinci ayağı, görevini yerine getirmeyen ve faytonculuk işini iyi yönetmek üzere çalışmayan kamu idareleridir. Denetleme, planlama, yönetim, koruyucu önlemler almak, yönlendirmek, eğitmek gibi sorumluluklar kamu idareleri ve yerel yönetimler tarafından, kendi aralarında ‘top çevirerek’ ortada bırakılmaktadır. Burada demek ki sormamız gereken soru bu mevzuatın ve kararların neden uygulanmadığı olmalıdır.
Kurallara göre işletilen bir kamu sistemi patronaja dayalı siyasetin alanını sınırlayan bir düzendir. Herkese kamu yararı karşısında eşit davranan kural koyma mantığı, çıkar dağıtarak siyasi nüfus devşirme mantığı ile uyuşmaz. Siyaset patronaj üzerinden yürüdüğünde kuralların işletilmesi gerekmez ve beklenmez. Böyle olunca da, zaten işlemeyen kuralları kazanç için görmezden gelmek tercih edilen bir davranış olur. Nitekim, kamu yararını kollamak için düşünülmüş kurallar ve denetleme mekanizmaları bildiğimiz gibi sürekli deliniyor, işletilmeyen kararlar yeni katmanlar halinde mağduriyet yaratıyor ve sonunda çözüm en son 300’e yakın atın Tuzla’da bekletilmesi örneğinde gördüğümüz gibi, kamu otoritesine baskı yaratmakta bulunuyor. Baskı kurabilen siyaseti de yanına çekiyor ve iş kısa süreliğine de olsa ve kamu yararı açısından sorunlu da olsa, hallediliyor!
Bu durumda düşünülmesi gereken, piyasa mekanizmasını düzenleyen ve dizginleyen kuralların nasıl tüm paydaşlar tarafından içselleştirilerek talep edilen düzenlemeler haline gelmelerinin sağlanacağı. Çünkü, belli ki, konunun tüm taraflarının müzakere ederek ortak bir şekilde geliştirmeyi başardığı kurallardan bahsetmiyoruz. Mevcut kurallara ne kuralı koyan ne de kuralın konusu olan inanıyor ya da benimsiyor! Bu noktada, atlı faytonculuk sona ersin, atlar özgürlüklerine kavuşturulsun demek, denetimsiz piyasa işleyişine boyun eğmek ve bu bakımdan kolayı seçmek anlamına geliyor. Tam tersine, zor olan, atlar adaların korunması gereken, adaların kimliği ile özdeşleşmiş bir kültürel değerdir, atlı faytonculuk iyileştirilerek gelecek kuşaklara aktarılabilecek, insanlarla atların birlikte nasıl beraber çalışarak yaşayabileceklerini gösteren özgün bir zanaatkarlık mesleğidir, bu sebeplerden dolayı piyasa mantığının diktesinden kurtarılarak, kurallarla düzenlenmelidir, argümanı. Zor bir seçim bu, zira, adalılar olarak, artan turizm talebi ve atağa geçen piyasa mantığı karşısında müşterek yararımızı hep birlikte tarif etmemizi gerektiriyor. Bu ‘yükselen değerler’ karşısında herkese sorumluluk düşüyor; faytoncular, faytonculuk mesleğini atlarını koruyarak çocuklarına gururla bırakmaya talip olacaklar mı? Adalılar, adaları motorize medeniyete teslim eden akülü araçlar gibi kolaycı ve bencil çözümlere mesafe alacaklar mı? Hep birlikte, turizmin adaların sürdürülebilirliği perspektifinden nasıl yönetileceğine dair çaba, enerji ve kaynaklarımızı bahşedecek miyiz? Evet, atların gözlerine bakıp şimdiye kadar bizi zapt etmiş olan ‘kazan-kazan formülü’ne alternatif, atları ve emeği merkezine alan yeni bir birlikte yaşam etiğinin ne olabileceğini araştıracak mıyız? Atları özgürleştirelim diyenlerin atları gözden ırak çiftliklere göndermek suretiyle sorunu erteleme ve göz ardı etme yaklaşımına karşı, atlarla birlikte çalışmanın nasıl bir sorumluluk gerektirdiğini, bunun için mücadele etmek ve 20.yüzyılın bir takım konforlarını ve ilerlemeci vaatlerini dizginlemek gerektiğini, bunun da hiç kolay olmadığı gerçeği ile yüzleşilmesi ihtiyacını, bunların hepsini söyleyebilecek miyiz? Tabiatıyla, bu soruların müzakeresiyle şimdiye kadar atların haklarının korunarak faytonculuğun denetlenmesi ve iyi yönetilmesi sorumluluğunu yerine getirmeyen kamu idareleri de tutumlarını değiştirmek mecburiyetinde kalacaklardır.
Asu Aksoy - Adalar Müzesi Dünya Mirası Adalar Girişimi