Şehir bizi çağırıyor diyenlere inat,
“İstanbul ve Adalar’ın en güzeli Eylül’dür” dedirtecek bir ay geçirdik.
Göçlerle boşalmış sokak ve sahiller, tatlı bir yaz sıcağıyla sarıp sarmaladı hepimizi. Deniz davetkârdı, güneş tatlı bir meltemle sarıp sarmalıyordu yanık tenleri.
Yeşilden sarıya dönmüş yapraklar Adalar’ın Sokak arasına nadir giren çöpçülerine yeni iş çıkarmaktan korkarcasına aheste düşüyor, begonviller ise “yaz bitmedi, yaz bitmedi” çığlıklarıyla o güzelim taze çiçekleri, sararmış eskilerinin arasına dizim dizim sıralıyordu.
Yahya Kemal’in Viranbağ’da “yaza ettik de veda” günlerine daha çok vardı.
Nizam kayıkhanesini tüm mahalleliye sevdiren, sabah akşam buluşma mekânı haline getiren, İstanbul’un en güzel kaşarlı tostlarını hazırlamakla mahir işletmeci Turan Ağustostan çok müştekiydi hâlbuki. “Böyle bir Ağustos görmedim” diye yakınıyordu.
Bir lodos, bir poyraz hepimizi sarhoş etmişti. İstanbul’u iri dolularla yağmur, sel ve fırtınanın vurduğu günlerdi. Günlerce uğraşılarak temizlenen daracık kumluk sahil lodosla yosun dağına dönüşüyordu.
Haziran da nasıl serindi, anlatılmaz. Üstelik de yıllardır böyleydi. Dilekçe verelim de şu haziranı yazdan ilkbahar kadrosuna transfer ettirelim diye dalga geçiyorduk sabah buluşmalarımızda.
Ama hakkını yemeyelim, deniz Ağustosta nasıl da bereketliydi.
Yıllardır görmediğimiz istavrit akını vardı. Denize açılan kayıkların hiçbiri boş dönmüyordu. İki saatlik mesainin karşılığı bir kova dolusu istavrit günleriydi. Üstelik arada bir çapariye takılan uskumru haberleri de kulaktan kulağa efsane gibi yayılmaktaydı. Bir seferde 8 tane çektim diyenlere inanıp çıktığımız uskumru seferlerinden elimiz hep boş dönmüştük. Adalı balıkçıların doldurduğu balıkçı tablalarında ilk kez görmüş ve heyecanlanmıştık uskumruyu. 30 yıl önce sularımıza veda etmiş bir lezzetli türden söz ediyoruz. Ağustosun son günlerinde, Heybeliada Kütüphane Derneği’nin ve Yiğit Bener’in organize ettiği çok güzel bir etkinlikle 90. yaşını kutladığımız sevgili Nejat Gülen’in Adalı Yayınları’ndan çıkan Heybeliada Öyküleri kitabının en güzel öykülerinden biriydi “Son Uskumru”. Birkaç yıl önce aramızdan ayrılan sevgili eşi Nüzhet ile balığa çıktıkları bir gün, istavrit için saldıkları çapariye uskumru takılmış, nasıl bir çığlık attılarsa etraftaki tüm balıkçılar toplanmıştı bulundukları yere ama bu görüp görülebilen son uskumru olmuştu.
İstavrit ve uskumrudaki bu bolluk, denizlerimizdeki canlanmanın umudu muydu, yoksa ölümden önce verilen son nefesin canlılığı mı?
Sonra Eylülle denizlerimizde balık yasağı bitti ve devasa gırgır tekneleri Adalarımız çevresinde arz-ı endam etti. Sınırlarımıza girdiler mi girmediler mi tartışmaları arasında gün gün azalıp bitti kova ve livarları dolduran istavritler.
Mezatlardan da iyi haber gelmiyor. Bol olacak denilen palamuttan haber yok. Kulakları çınlasın, Balık Ağ(a)lara Takıldı kitabımızın yazarı Kadir Can, siz bolluğa bakmayın, yapılan ava bakın derdi her palamut bolluğu yaşadığımız yıllarda. “İzin vermiyorlar ki bir tanesine bile, göçünü tamamlasın bu hayvan da, neslini sürdürebilsin.” Geçen sene öyle vahşi bir avlanma ile tezgâhlar doldurulmuştu. Çifti 5 liraya kadar da düşmüştü. Şimdi ara ki bulasın.
Eylülün son günlerinde balıkla birlikte hava da küstü.
Önce güçlü bir lodos, ardından fırtınaya dönen poyraz. Birden bire serinleyiverdi ortalık. 29 Ekim’e kadar deniz sefası sürer diyenlerin hevesleri kursaklarında kaldı. Deniz soğumadı daha, hava toparlarsa bir umut var yine.
Biz her zamanki iyimserliğimizle,
Adanın her mevsimi güzel ve özeldir diyeceğiz.
Şehir bizi çağırıyor diyenlere inat,
Biz leyleklerin dönüşünü bekleyeceğiz.
İyi kışlar...