Cumartesi, 02 Ocak 2021 13:40

Ada Vapuru Yandan Çarklı*

Ögeyi değerlendirin
(9 oy)
Adalar'a işleyen Fenerbahçe vapurunun Heybeliada kalkışı. Atatürk Kütüphanesi Adalar'a işleyen Fenerbahçe vapurunun Heybeliada kalkışı. Atatürk Kütüphanesi Belirtilenler dışındaki görseller: Gökhan Akçura Arşivi

Ada vapurunda yolculukAda vapurunda yolculuk

İstanbul Ansiklopedisi’nin yazdığına göre, Adalar’ı yazlık olarak ilk kullananlar, 18. yüzyılın sonlarına doğru İstanbul’da yaşayan Fransızlar olmuştu. O zamanlar Adalar’a pazar kayıkları ile gelinirdi; sayısı 14 olan bu kayıklar Tophane iskelesinden öğleden sonra dörtte kalkardı. Önce diğer Adalar’a uğrayıp, arada mola vermek koşuluyla Büyükada’ya üç saatte gelinirdi ki, “bu pazar kayıkları hamlacılarının pek yaman kürek çaldıklarını gösterir.”[1]

Adalar’a ilk vapur seferleri ise 1846 yılında başladı. İlk iskeleler de bu tarihte yapıldı. Adalar’a çalışan vapurlar sırasıyla Seyr-i Sefain, Fevâid-i Osmaniye, İdare-i Aziziye, İdare-i Mahsusa ve Şirket-i Hayriye tarafından işletildi. 1933 yılında kurulan Akay şirketi Adalar, Kadıköy ve Yalova hattı seferlerini 1937’e kadar üstlendi. Akay döneminde iskeleler yenilendi, yeni seferler eklendi, Ada’ya taşınanların eşyaları için özel vapur tahsis etti ve ayrıca Yörükali Plajı’na da vapur çalıştırılmaya başlandı. 27 Şubat 1937 tarihinde Denizbank’ın kurulmasıyla öteki denizcilik işletmeleriyle birlikte Akay da bu yeni kuruluşa bağlandı. Bundan sonra Denizcilik İşletmeleri ve yakın tarihlerde de İDO, İstanbul’dan Adalar’a ulaşmamızı sağlayan kuruluşlar oldular.

Adalar’a yolcu taşıyan vapurların listesi uzar gider. Biz adını bulabildiklerimizi hasretle anarak aşağıya aktarıyoruz: Nüzhetiye, Ferah, Kadiriye, İhsan, Aydın, Marmara, Şahin, Anadolu, Nev’eser, Yakacık, Bağdat, Halep, Basra, Suvak, Göztepe, Erenköy, Burgaz, Kadıköy, Moda, Pendik, Maltepe, Kınalıada, Heybeliada, Burgaz, Kalamış, Suvat, Ülev, Büyükdere, Yalova, Anadoluhisarı, Rumelihisarı, Büyükada, Haydarpaşa, Beşiktaş, Emirgân, Paşabahçe, Dolmabahçe, Fenerbahçe, Bostancı, Caddebostan, Maltepe, Suadiye, İnciburnu, Sedefadası, Yeniköy, İstinye, Küçüksu, Ali İhsan Kalmaz, 27 Mayıs.

Bu yazıda Adalar’a işleyen vapurların kurumsal tarihinden çok, vapurlar çevresindeki sosyal yaşamdan söz edeceğiz. Genellikle gazete yazıları, röportajlar, anılar gibi güncel yaşamı yansıtan kaynaklara başvuracağız. Ele alacağımız dönem ise, öncesi ve sonrasına da zaman zaman uzanmamıza karşın esas olarak Akay dönemi olacak.

Akay, 1933 yılında kuruldu. Bu şirketin adı Anadolu, Kadıköy, Adalar, Yalova ve Yeşilköy’ün ilk harflerinden oluşmaktaydı. 21 Haziran 1933 tarihinde, Seyrisefain’in “Sevahili mütecavire postaları” kısmından Akay’a geçecek Heybeliada ve Kınalıada vapurlarının bacalarına şirketin yeni alameti farikası konuldu. Bu siyah bacanın ortasında kırmızı kuşak üzerindeki bir beyaz ay biçimindeydi. Ama aynı yıl Ekim ayı başında hilal kaldırıldı, aynı yere yine kırmızı zemin üzerine büyük bir “A” harfi konuldu. AKAY 1 Temmuz 1933 günü faaliyete geçti.

Ada Vapur İskelesi, Foto Othmar Ada Vapur İskelesi, Foto Othmar
Bir kartpostalda Ada vapuru Bir kartpostalda Ada vapuru
Akay’ın amblemini bacasında taşıyan Halep vapuru köprüde Ada iskelesinde Akay’ın amblemini bacasında taşıyan Halep vapuru köprüde Ada iskelesinde

Vapurun hızı hep önemlidir

Vapurların hızları her dönem, hatta şimdi bile önemli bir sorun olarak karşımıza çıkar. 1936 yılında yapılan röportajda Nüzhet Bey anlatıyor: “Bundan 30-35 yıl önceki şikayetimiz devam ediyor da onun için canım sıkılıyor. Bilmem siz ‘Aydın’ vapuruna yetiştiniz mi? O zaman İdare-i Mahsusa, İngiltere’den Fenerbahçe ve Haydarpaşa vapurlarını getirerek Adalar seferine tahsis etmişti. Bunlardan akşamüstü doğru Büyükada postasını yapanları, bugünkü vapurlardan biraz daha seri idi. Büyükada’yı ekseriyetle 55 ve bazan da 50 dakikada tuttuğumuz olurdu. Otuz beş senede beş on dakika ileri gitmemiz lâzım gelirken, tornistan etmemiz beni üzüyor. (...)

Sonra o zaman daha rahat şartlarda seyahat ederdik. Nüzhetiye, Ferah ve Kadriye gibi vapurlar daha lükstü. Oturacak yerleri, sallantıları bizleri çok memnun ederdi. Maltepe ve Pendik vapurlarının alt kamaralarında şimdi mebzulen görülen tahtakuruları yoktu. Kışlara gelince, muhakkak ki bunlar kalın denizlere, kötü lodoslara daha iyi mukavemet ederlerdi. Yazları neyse, fakat kışın şiddetli lodoslarında bir limon kabuğu gibi yalpa vuran şimdiki altı düz gemilere nazaran o eskiler çok daha rahat ve emniyetli teknelerdi.”[2]

Eskiden belki hızlı giden gemiler de vardı. Lakin tam tersine yavaşlığı dile düşen de. Adalar’a çalışan en eski vapurlardan biri olan İhsan hem adıyla, hem de “20 numara” olarak adlandırılırdı. Bu eski vapurun düzensiz ve yavaş seferleri şair Fazıl Ahmet Aykaç’ın dizelerine şöyle yansımıştı:

Bulamadık bütün kış/ Ne salon, ne kamara/ Bizden bıkmış usanmış/ Zaten 20 numara/ Hem teknesi ihtiyar/ Hem de çürük kazanı/ Etse bir gün intihar/ Ayıplamam İhsan’ı.

Sermet Muhtar Alus da aynı dönemlerin yavaş giden gemileri 8 numaralı Hereke ve 15 numaralı Nüzhetiye ve numarasız Eser-i Şevket için “tıknefes” tanımlamasını yapıp ekler: “İçlerine bin, deniz havasına manzarasına gık de veya mütalâaya var. 300 sahifelik kitabı hatmet, yahut alt salonuna in, kanepeye sırtını verip horul horul uyku kestir...”[3]

Meşhurdur, Adalar Beyi olarak tanınan Şemsi Molla’nın “Ada’da mı oturuyorsunuz?” sorusuna verdiği “Hayır, Ada vapurunda oturuyorum,” cevabı. Uzun süren gemi yolculuklarına gönderme elbette... Ercümend Ekrem Tâlu henüz bir çocukken, kardeşiyle birlikte hergün Büyükada’dan mektebe gitmek için şehre inermiş. Kışın zaten bir tek 4 numaralı vapur işlediğinden, bütün Ada halkı da -cümleten 20-40 kişi- burada buluşurlarmış. Encümend Ekrem, sözü Şemsi Molla’ya getiriyor bu noktada: “Şemsi Molla, elinde bir bohça tutan uşağı ile gelir, orta kamaranın baş köşesine kurulurdu. Vapur, Büyükada’dan açıldı mı, sıkıntıya hiç gelemeyen Molla kavuğunu, binişini çıkarır, ağanın bohçadan alıp takdim ettiği sakız gibi takkeyi başına, dikişli hırkayı da sırtına giyer bağdaşını kurar lâfa başlardı.”[4] Uzun yolculuğun zorunlu önlemleri!

1928 yılında Ada vapur iskelesinde yabancı bir heyet 1928 yılında Ada vapur iskelesinde yabancı bir heyet
Ada vapuru Kaşık Adası’nın önünde, Cengiz Kahraman arşivi Ada vapuru Kaşık Adası’nın önünde, Cengiz Kahraman arşivi
Ada Vapuru, Beyoğlu Güzeli filminden Ada Vapuru, Beyoğlu Güzeli filminden

Ahmed Cemalettin Saraçoğlu ise, 1900’lü yılların ilk dönemlerinde Boğaziçililerle Adalar ve Kadıköy halkı arasında gemi severlik bahsinde müthiş bir rekabetin hüküm sürdüğünü söyler. Bu öyle uzlaşılmaz bir noktaya gelmiştir ki, karşılıklı hicviyelere, destanlara bile konu olmuştur. Boğaz seferlerini yapan Şirketi Hayriye ile Kadıköy ile Adalar’a işleyen İdare-i Mahsusa gemileri ya methedilerek göklere çıkarılmakta ya da çekiştirilerek elle tutulmaz hale getirilmektedir. Saraçoğlu bu destanlardan örnekler de verir yazısında, ama destanlar gemi numaralarıyla dolu olduklarından bugün okunduğunda pek bir şey anlamak mümkün olmaz.[5] Öte yandan 1934 yılında aynı türden bir rekabetin, bu kez yarış biçiminde karşımıza çıkması dikkat çekici. Vakit gazetesi muhabiri Yekta Ragıp, akşam iş çıkışı saat altıda, Galata Köprüsü’ndeki Adalar İskelesi’nde. Büyükada ve Heybeli vapurları yola çıkmak için son hazırlıklarını yapıyorlar. Ama, ilginç bir nokta var, iki kaptan da yarış için hazırlıklı! Kaptanlar biraz sonra başlayacak yarışın heyecanıyla çırpınıyorlar! “Akşamları saat tam altıda köprünün Ada vapurları iskelesinden iki vapur kalkar. Bunlardan biri Heybeli’ye uğradıktan sonra doğru Yalova’ya, diğeri de doğru Büyükada’ya gider. Bu vapurlar ekseriyetle aynı hıza malik, Akay’ın büyük vapurlarıdır. Vapurların böyle aynı saat ve dakikada ve yanyana bulundukları bir iskeleden kalkışları, yolcular arasında ortaya bir yarış vaziyeti çıkmasına sebep olmuştur. Limandan çıkıp Sarayburnu’nu dönen vapurların hızla ilerlemeleri ve bazan da birbirlerini geçmeleri, bu vaziyete evvelâ şaka, sonra da enikonu ciddi bir mahiyet vermiştir.” Aslında tahmin edileceği gibi kaptanların böyle bir yarış yapmalarına olanak yoktur. Ama seyir sırasında çeşitli nedenlerle bir vapur ileri çıkmakta diğeri ise geride kalmaktadır. “İşte her iki vapurda bulunan yolcular bu ‘geride kalma’ vaziyetine düşmemek için çırpınmaktadır.”

Kadriye vapurunun Büyükada’ya gelişi, Atatürk Kütüphanesi Kadriye vapurunun Büyükada’ya gelişi, Atatürk Kütüphanesi
Kalamış ile Heybeliada vapurları, Köprü'deki Adalar iskelesi Kalamış ile Heybeliada vapurları, Köprü'deki Adalar iskelesi
Reklamlarla donanmış bir Ada vapuru ve yolcuları Reklamlarla donanmış bir Ada vapuru ve yolcuları

Yarış yolcular tarafından pek ciddiye alınmakta, gruplar teşkil edilmekte, bahisler yapılmaktadır. Ama şu da bir gerçektir ki, Büyükadalılar bahsi hemen her akşam kaybetmektedirler. Bu durumda, vapurlarının önde olmasının haklı gururunu taşıyan (!) Heybeliler, Büyükadalıları kızdırmak için yeni çareler ararlar. İşte bu bapta, Heybelili genç şair H. Bey, Büyükadalıları kızdırmak için bir şiir döşenir: “Marmarayı ikiye bölerek geçtin gene;/ İhsan Bey kaptanın biz şaştık hünerlerine/ Büyükada vapuru ağlayaraktan geldi!/ Nokta kadar küçüldü, iğne gibi inceldi./ Beyhude koşmaktansa bari köprüde kalın!/ Kömürün iyisini, Yavuzdan da ucuza alın/Yetişmek isterseniz biraz yalvarın bize/ Artık yol vermesin diye emrediniz denize!”

Bu şiir bastırılarak Büyükada vapuru yolcularına dağıtılınca ortalık iyice karışır. Büyükadalılar bir toplantı yapar ve “Bir defa olsun şu Heybeli postasını geçelim” derler, ama nasıl olacaktır bu? O akşam dilekleri daha kaptana iletilmeden, şansları yüzlerini güldürür. Nasıl olursa, Büyükada vapuru farklı biçimde öne geçmiştir. Ama bunun arızi bir durum olduğu anlaşılır. Çünkü ertesi gün Heybeli vapuru yine öndedir. Röportajcımız bu yarışın halen her akşam devam ettiğini, grupların yeni hazırlıklar peşinde olduğunu, örneğin Büyükadalı Emin Âli Beyin aruz vezniyle Heybelilere hitaben bir şiir hazırladığını, ama Heybeliadalıların bu sahada da Büyükada’yı geride bırakarak genç sair H. Beye yeni bir şiir yazdırdıklarını, yine çoğaltıp Büyükada vapurunda dağıttıklarını söyleyerek noktayı koyar. Biz de H. Beyin şiirinden bir kıta aktararak yarışı tamamlayalım:

“Kuşlardan kanat alır/ Heybeli vapurları/ Rüzgar geride kalır/ Ne yaman ne uçarı!”[6]

Sabri Esat Siyavuşgil, 1940’ların sonlarında Adalar’ı anlattığı yazısında, gitgide daha hızlı yaşanan bir çağda Ada vapurlarının hızının, yandan çarklılar devrini arattığını söyler. “Köprü-Ada yolu, İstanbul-Ankara yolculuğundan daha uzun ve daha zahmetli oldu. Arkalarını dayayacak bir merdiven trabzanı, bir pencere kenarı bulamayan yolcular, gece karanlığında ayak bastıkları Ada’nın yaz aylarını, bir leyli mektep hayatı kadar sıkıcı ve monoton buldular. ( ...) Battal teknelerin şerrinden kaçar gibi kıyılarımızdan uzaklaşan Adalar, böyle giderse, romantik iştiyaklarımızın ve çocukluk hülyalarımızın ziyaretgâhı olmaktan bile çıkacak galiba.”[7]

Büyükada İskelesi, Alman Arkeoloji Enstitüsü arşivi Büyükada İskelesi, Alman Arkeoloji Enstitüsü arşivi
Büyükada İskelesi Büyükada İskelesi
Büyükada vapuru, dilden bakış Büyükada vapuru, dilden bakış

Mevki farkları

Ada vapurlarında birinci mevki orta ve arka tarafta, ikinci mevki ön taraftaydı. Birinci mevkinin en arka bölümünde camekânla ayrılmış olan lüks mevki yer alırdı. Buradaki masaların çevresinde tek kişilik koltuklar bulunur, pencerelerde süslü perdeler asılırdı. İkinci mevkilerdeki kanepelerde minder bulunmaz, birinci de ise bulunurdu.[8] Fıstık Ahmet anlatıyor: “Bütün vapurlarda mevki farkı vardı. Vapura binen yolcuları kalın sesiyle kamarotlar devamlı uyarırlardı: ‘Baş taraf ikinci mevkii.’ Zira buranın fiyatı ucuzdu. Vapurun kıç tarafı lüks mevki olup dolaşan biletçiler tarafından burada oturan yolculardan fark fiyatı alınırdı. Tüm mevkileri dolaşıp, biletleri kontrol eden biletçiler, ellerindeki bir perforatörle biletleri delerdi. Birinci mevkide oturan ikinci mevki yolcuları ikaz eder, yer değiştirmeyenlerden de fark parası alırlardı. 1974 yılından sonra mevki farkı ve vapurlardaki biletçileri kaldırdılar.”[9]

Fikret Adil 1942 yazı Büyükada’da oturmaktadır. Ada’ya gitmek için akşamları direkt olarak Köprü’den kalkıp Büyükada’ya giden 17.45 vapurunu tercih etmektedir. Bu vapurun lüks mevkiinde yer bulabilmek için hareketten on, onbeş dakika önce vapura binmeye çalışır. Ama o ne! İçerisi tıklım tıklımdır. Fikret Adil dikkatimizi oturanlara çekiyor. “Gidenler demedim. Oturanlar dedim” dedikten sonra devam ediyor: “Bunlar kimi üniformalı hademe, kimi hırpani bir uşak, kimi genç bir Rum veya Yahudi çocuğudur ve değil lüks mevkide oturmak, ikinci mevkide dahi Büyükada’ya gidebilecek mâli takatları yoktur ve hakikatte de, onlar bu vapura Ada’ya gitmek için binmiş değillerdir.” Peki o zaman bu durumun anlamı nedir, diye soruyoruz elbette. Üstad açıklıyor: “Mesele basittir: Hademeler âmirlerine, uşaklar efendilerine, küçükler de çalıştıkları yazıhanelerdeki patronlara yer kapmak için gelmişlerdir.”

Efendim bu durum epeydir sürüyor ve vapur memurları da buna göz yumuyorlarmış. Fazla burnunu sokmaya, itiraz etmeye gelmez; kavga çıkabilir ve güçlü kuvvetli ise patrondan ya da uşağından dayak yiyebilirmişsiniz! Fikret Adil de kaleme güvenip itirazını yapıyor: “Ada vapurunun lüks mevkiindesiniz ve şimdi burası, yeni zenginlerin, küstahların müstemlekesi haline gelmiştir. Buralara kazara benim gibi iskeleye uşak ve hademelerden evvel gelmeye vakit bulabilmiş bir, iki müstehlik [tüketici] sıkışabilmiş ise hayret, korku ve utancından sandalyasına mıhlı kalır ve yerinden kalkamaz.”

Sefertası taşıyan adamSefertası taşıyan adam

Fikret Adil, yazısını vapur mevkileri hakkında felsefe yaparak noktalıyor: “Lüks mevkiin hiçbir zaman içtimai bir seviye teşkil edemeyeceğine en kuvvetli misali de yine aynı Ada vapurlarının ikinci mevkilerinde görmek kabildir. Burada oturan vatandaşların hemen hepsi, eski tâbiriyle ‘Çelebi’ kimselerdir. Her sabah giderken ve akşam dönerken aralarında gruplar teşkil ederek sohbet eder, güler, eğlenir ve hoş vakit geçirirler. Lüks mevkide birer kuruş fark vererek, servetlerine rağmen, gündelik gazeteleri gazeteciden değiştirmek için mukaveleler yapanlar da varken, ikinci mevkide gidenler, gazetelerini aralarında değiştirmekle iktifa ederler.”[10]

Bu yazıdan birkaç ay önce, Refik Halid Karay zaten resti çekmiştir. “Artık yeter! Yıllardan beri sürüp giden mânasız, yersiz, beş kuruş on paralık lükse son verelim: Kadıköy-Adalar vapurlarındaki koltuklu masalı erkân bölmelerini kaldıralım. Yüz elli kişinin rahatsızlığı pahasına kırk kalantora baş köşede -hayır! Vapur teşkilâtına ve tâbirine göre- kıç tarafta yer göstermek, bir ayrılık gayrılık manzarası yaratmak yakışıksız iştir. Halka yer açmak, yer kazanmak zorundayız.” Ardından ekler: “Eğer ben lüks salona girmiyorsam bu, elbette üç, beş parayı esirgediğimden değildir; cam bölme arkasında sıkışık bir kalabalığı genişçe bir yerden, o kadar az bir masraf mukabili azametle bakıyor sanılmak korkusundandır. Çoğumuz bu düşünce ile lüks salona ayak atmaktan çekiniyoruz.”[11]

Ada vapurlarında sınıf farklarını gösteren tek özellik “mevkiler” değildi. Fıstık Ahmet, vapurlarda çocukluk yaşlarında rastladığı “sefertasçılar”ı anlatır bir yazısında. “Saat 8 gibi İstanbul’dan gelen vapurdan, sırt değneğinin iki ucunda, iplerle bağlı boş sefertaslarını taşıyan hamallar çıkardı. Adresleri önceden bilinen evlere dağılan bu hamallar sefertaslarının boşlarını bırakır dolularını alıp, en geç 10.00 vapuruna yetişirlerdi. Vapur köprüye yanaşınca önden hemen inerler, koştura koştura, sabah işlerine gidenlere yemeklerini dağıtırlardı.”[12]

Büyükada İskelesi. Cengiz Kahraman arşivi Büyükada İskelesi. Cengiz Kahraman arşivi

Adaların çok dilli halkı

Karikatür

Son Posta’nın röportajı başlığından yakalıyor insanı: “Ada vapurları tıpkı seyyar bir terzi dükkânına benzer”. Gazetenin üç yıldızlı (***) röportajcısı, gazetenin ressamı Ercüment beyin tavsiyesi ile gözlemci olarak Akay’ın yandan çarklı vapuruna biner. Niyeti ne gördüyse yazmaktır. Vapur Marmara’ya açılır açılmaz birinci mevkide derhal bir faaliyet başlar: “Sağımda, solumda, önümde arkamda oturan Rum, Ermeni, Yahudi, Türk kadınları, derhal çantalarını açtılar, gazete kağıtlarına sarılı paketlerden, cicili biçili, el işleri, bizler, iğneler, makaralar, yumaklar çıkarıldı, eller, parmaklar oynaştı ve başlarını öne eğerek çalışmaya başladılar.” Aksi gibi birinci mevki de hep kadınlarla doludur. Bu çocukların da arı sürüsü gibi oradan buraya koşmaları, bağırıp çağırmaları anlamına gelmektedir. Kadınlardan bazıları bunlara kızar bağırır, ama röportajcımız dikkatini konuşmalara vermiştir. Öteden beriden, anlamlı anlamsız dedikodular aktarır. Bir çocuk büyük abdestini altına kaçırır, annesi utanır, çocuğu azarlar. Sonra alıp götürür. Kalanlar kokudan yakınır; mecburen pencereleri açarlar.[13]

Rıfat N. Bali, aynı yıllarda basında karşımıza çıkan bu ırkçı ve milliyetçi söylemin en bariz olarak göründüğü yayınların popüler mizah dergileri olduğunu söyler. “Bu dergiler incelendiğinde yaz aylarına ait nüshalarında yer alan fıkra ve karikatürlerde ‘Adalar’ konusunun gayet olumsuz bir şekilde yer aldığı görülebilir. Bu hiciv yazılarının ve karikatürlerin içerikleri incelendiğinde üç unsurun ağır bastığı görülebilir: (a) Yahudilerin umumi yerlerde Türkçeyi ya konuşmamaları veya günlük hayatta konuştukları İspanyolcadan etkilenmiş bozuk bir şiveyle ve yüksek sesle konuşmaları, (b) Müslüman Türk halkına kıyasla çok daha varlıklı olan azınlıkların, özellikle Yahudilerin, Adalar’ı adeta ‘işgal etmiş’ olmaları, (c) Yahudilerin paraya düşkünlükleri.”[14]

Karikatür

Bali bu saptamasının ardından Yusuf Ziya Ortaç, Ercüment Ekrem Talu, Orhan Seyfi Orhon, Necdet Rüştü Efe gibi yazarların Akbaba ve Karikatür dergilerinde yer alan yazılarından örnekler aktarır. Örneğin Ercümend Ekrem, Ada vapurlarında Yahudilerin İspanyolca konuşmalarından yaka silkmektedir: ”Ada vapurunun salonları İspanyolca ile bir arı kovanı gibi uğulduyor, güvertelerde diller Karmenin kastanyetleri gibi coşkun bir aşk ve hevesle şakırdıyor.”[15] Yusuf Ziya Ortaç da aynı dertten mustariptir! “Dikkat ettim, Büyükada zaferden sonra öğrenmeğe başladığı Türkçeyi de büsbütün unutmuştu. Fransa’da Fransızca, Almanya’da Almanca, Atina’da Rumca, Suriye’de Arapça konuşan Beni İsrail, nedense Türkiye’de Türkçe konuşmuyordu!”[16] 1930’larda başlayan “Vatandaş Türkçe konuş!” sloganıyla simgelenen bu ırkçı söylem, İkinci Dünya Savaşı yıllarında da artarak etkinliğini sürdürdü.

Galata Köprüsü’ndeki Akay İşletmesi’nin Adalar bilet gişesi Galata Köprüsü’ndeki Akay İşletmesi’nin Adalar bilet gişesi

Kozmopolit vapurlar

Ellili yıllarda artık eskisi kadar keskin ırkçı söylemler karşımıza çıkmaz. Ama Adalar’ın kozmopolit nüfusu farklılığını hemen belli eder. 1951 yılında vapurda gazete satan müvezziin sıraladığı dergiler göz kamaştırmaktadır: “La Mode, Image, Life, Look, See, Pix, Vogue, Post, Film, Ici Paris, Journal Dorian, Jamanak, Selection, Readers Digest, Photoplay, Scre, Collection, Popular Photography, Modern Romance vb.” Röportajı yapan Selçuk Emre, seyyar satıcılardan, çingene şarkıcı dilencilerden ve yüksek sesle konuşup duran Rum kalabalıktan yaka silker. Eski bir vapur olan Erenköy, alabileceği yolcunun üç dört kat üstünde insan yüküyle hareket etmektedir. Salonda yasak olmasına rağmen sigara içilmekte, dumandan göz gözü görmemektedir. Helaların oradan geçmek kokudan dolayı pek mümkün değildir. Köprüden kalkan vapur. Kadıköy’e de uğrayıp yolcu alır ve ancak iki saat on beş dakikada Heybeli’ye varabilir. Dönüşte de aynı ıstırabı çeken Selçuk bey bir daha Adalara gitmeye tövbe eder: “İnsan bindiği vapurda rahat oturur, huzur içinde, gürültüden âri ve çabuk seyahat ederse belki bu bir gezme olur. Fakat sigara dumanı dolu havasız kamarada, kucak kucağa oturur bir halde, Rumca şarkılar, klarnetler ve çocuk ağlamaları arasında olursa asla...”[17]

1949 yılına ait Şehir Hatları Yaz Vapur Tarifesi, E. N. İşli Arşivi 1949 yılına ait Şehir Hatları Yaz Vapur Tarifesi, E. N. İşli Arşivi
Büyükada ile Galata Köprüsü arasında seyahat eden Maria Zapion’un 1934 yılında çıkarttığı vapur pasosu, E. N. İşli Arşivi Büyükada ile Galata Köprüsü arasında seyahat eden Maria Zapion’un 1934 yılında çıkarttığı vapur pasosu, E. N. İşli Arşivi
Aynı vapur pasosunun dışı Aynı vapur pasosunun dışı

1954 yılında ise bu kez “Ada vapuru yandan çarklı/ Bayraklar donanmış cafcaflı” dizelerin şairi Melih Cevdet Anday biner ada vapuruna. Yolculuğu pek eğlenceli bulur Anday. “Hani uzun yollara giden vapurlarda yemek salonları, eğlence yerleri filân sınıf sınıf ayrılmıştır ya, bu Ada vapurlarında da öyle,” der ve mevki mevki vapuru dolaşmaya başlar. İkinci mevki güvertede oturuyorsanız, vapur Sarayburnu’nu geçer geçmez kemancı Halit’le, hanende İbrahim Tokses’in söylediği şarkıyı duymaya başlarsınız. Acıkanlar nevaleleri açıp yemeye başlarlar. Ön sıralara uzanmış uyuyan izinli er şarkı bitince bir gazele başlar. Derken sakallı, ince sesli bir adam çıkar orta yere. Beş Vakit Namaz Hocası gibi kitaplar ve Saatli Maarif Takvimi satmaktadır. Birinci mevki güverteye de çıkalım. Burada altı yedi lise öğrencisi yüksek sesle şakalaşıyorlar. Başka bir seyyar satıcı da “reklam fiyatına” “Trademark fabrikalarının Alman alimlerine yaptırmış olduğu traş sabunlarını” satmaya çalışmakta. Altta, pervane üstünde, bir grup ceplerinde konyak şişeleriyle alem havasında. Anday turunu bitirirken, biraz da dalga geçerek yazısını şöyle noktalıyor: Ada yolculuğu insanı düşündürüyor, acaba gidilecek yer mi daha güzel, yoksa bu gidiş mi?[18]

Hep neşeli öyküler olacak değil ya... Necmi Onur da bir kış günü bindiği Heybeliada vapurunda yolcuların oldukça az olduğunu görür. Siyah ve kalın paltolu erkekler, kürklü hanımlar ve yakalarını kulaklarına kadar çeken mini, mini mektep talebeleri vardır. “Ama bir de dertliler var, sanatoryumda hastaları olanlar. Veya hasta olup oraya gidenler...” Heybeliada Sanatoryumu’nda çalışanlar, orada hastası olanlar bu vapurun değişmez yolcuları arasındadır.[19]

Büyükada İskelesi’nde bir Akay vapuru Büyükada İskelesi’nde bir Akay vapuru
Eski bir kartpostalda Büyükada iskelesine yanaşan Ada vapuru, Cengiz Kahraman arşivi Eski bir kartpostalda Büyükada iskelesine yanaşan Ada vapuru, Cengiz Kahraman arşivi
Yörükali Plajı iskelesi Yörükali Plajı iskelesi

Ada iskeleleri

Burgaz İskelesi, Cengiz Kahraman arşiviBurgaz İskelesi, Cengiz Kahraman arşivi

Galata Köprüsü’nde Haydarpaşa-Kadıköy iskelesinden sonra ikinci iskele Adalar ve Yalova vapurlarının iskelesidir. Bu iskeleyi Eser Tutel’in keyifli anlatımıyla aktaralım: “Tramvaydan atlayıp nefes nefese merdivenlerden inen yolcular, biletlerini köprüaltındaki Uzun Ömer piyango bayiinin yanıbaşındaki gişelerden acele alıp sürme kapılar kapanmadan kendilerini vapura zor atarlardı. Kaptan yukardan çımacıya ‘Koyver!’ diye seslenirken gemici halatı çözer, çımacı da sürme iskeleleri çekerken, meslektaşına ‘Selametle!’ diyerek hayırlı yolculuklar dilerdi. Teknenin arkasındaki sular birden gürültüyle karışarak köpüklenir, vapur da burnunu yavaş yavaş iskeleden açarak başını denize doğrulturdu. Önce Kadıköy’e gider, sonra sırasıyla Adaların yolunu tutardı: Kınalıada, Burgaz, Heybeli ve de Büyükada...”[20]

Büyükada’da ilk vapur iskelesi, o zamanın Plaj Oteli’nin yanındaki kayalık yerdedir. 1899 yılında bugünkü iskelenin yerinde yeni bir ahşap iskele yapılır, ama o da ihtiyaca yeterli gelmez. Bu eski eski ahşap iskelelerin yerini, günümüzde de varlığını sürdüren taş iskele alır. 1915 yılında açılan bu iskelenin planları Mihran Azaryan tarafından çizilmiş, iskelenin rıhtımı da, o Topal İsmail Hakkı Paşa marifetiyle yaptırılmıştır. Birinci katında bilet satış gişelerinin ve bekleme odalarının yer aldığı iskelenin ikinci katı 1918-1923 yılları arasında gazino (Turan Gazinosu ve Tokatlı Pastanesi), Cumhuriyetin ilanından DP’nin iktidara geliş tarihine kadar CHP Adalar İlçe Merkezi olarak kullanılır. Bu tarihten sonra iskele binasının ikinci katında gazeteci Cemil Tekçe ve yazar Turan Aziz Beler ile birlikte Ada’nın ilk kışlık sinemasını kurup çalıştırırlar. (1950-51)[21]

Semih Mümtaz S. Büyükada iskelesinin eski zamanlarının dikkatli bir tanığı. Sabahları vapura giderken, akşamları gelirken iskelenin pek kalabalık olduğuna işaret eder. Kim gidiyor, kim geliyor merak edilir, bazıları da ortalığı dikkatle incelermiş. Manzarayı umumiye ise şöyle tarif ediliyor: “Oracaklardaki kahveler ağız ağıza dolardı. Nargile, sigara, rakı, bira, şurup, kahve, çay içilirdi. Enfesten kokulu üzümler yenirdi. Taze cevizler, soyulmuş sakız gibi beyaz bademler kavanozları süslemekle kalmazdı, masalardaki tabaklara doldurulurdu.” Semih Mümtaz, Ada iskelesinin adeta Ada kulübü gibi olduğunun altını çiziyor.[22]

Burgaz İskelesiBurgaz İskelesi

Abdülhâk Şinasi Hisar da ayrıntıları aktarmak açısından iyi bir gözlemcidir: “Akşamın mavi saatlerine doğru serinliğin taze kokusunu getiren rüzgârlar doğar ve son vapurların gelişleriyle gündelik ve kısa bir nevi bayramlar olurdu. Sabahleyin erkenden kalkıp işlerine gidenleri teşyi etmek [uğurlamak] güç gelir, buna kimse üşenmezdi. Fakat Adada kalarak sıcaktan haşlanmış, sonra tekrar uyumuş, uyanmış, yıkanmış, ferahlamış olanlar, terleriyle dün geceki ve bu sabahki öfkelerini eritmişler gibi, gidenlere müşfik davranmamış olduklarına gizli bir nedamet [pişmanlık] duyarlardı. Serin rüzgârlar ve vücutlarının yumuşaklığını, iyiliğini gösteren açık renk, krem veya beyaz elbiseler içinde, muhabbetleri kalplerinde canlanmış ve tebessümleri yüzlerinde parlamış, son vapurlardan çıkanları karşılamak için iskeleye gelirlerdi. Buradaki dik ve kısa yokuşta toplaşarak dönenleri karşılamak Ada halkının eki ve nazik bir âdetiydi.”

Adaya dönenlerin “iki sıraya dizilmiş neşeli yüzler, tebessümlü ağızlar, muhabbetli gözler” arasından geçtikleri belirten Hisar şöyle devam ediyor: “Nişanlılar ve sevdalılar birbirlerine daha uzaktan gözleriyle kavuşurlar ve daha cesaretli bazıları kucaklaşarak birbirlerini öperlerdi. Gûya bu akşama mahsus bir şenlik varmış gibi etraf bir seyir yeri, bir panayır neşesi içinde kaynar, çıplak ayaklı işgüzar çocuklar haykırarak ve koşarak halk arasına karışır, herkes, kalabalığın ötesindeki yola çıkıncaya kadar, beş on dakika, umumi bir sevinç kaynağı içinden geçerek umumi bir haz banyosu almış olur ve Adadaki asıl kendi hayatına bundan sonra yollanırdı.”[23]

Bu karşılama törenleri daha sonraki yıllarda da aynı heyecanla sürer. Ellili yılları da Halûk Durukal anlatıyor: “Şehirden evlerine dönen yorgun kocaları, düşünceli nişanlıları bilhassa Büyükada iskelesinde bütün ada halkı birlikte adeta bir sevgi nümayişiyle karşılar. İskele civarı, İstanbul’dan lüks vapurun gelme saati yaklaşırken dolmaya başlar. Güzel kadınlar, heyecanlı genç kızlar, sabırsız çocuklar yerlerini almaya başlarlar. Vapur iskeleye yaklaşırken iskele civarını polis düdükleri çınlatır. Lüks vapur yolcularına ancak polisler yol açabilir. Ada kadrosunda kayıtlı polis ve bekçiler iki taraflı sıralanarak güzellik ve moda defilesini her gece tekrarlamayı itiyat edinmiş kadın ve kızları geriye iter, en ön sıraya arabalıları, arkasına çocukları dizerler.”

Ya vapur geldikten sonrası: “Vapur geldiği zaman en gencinden, en ihtiyarına kadar bütün erkekler son süratle bu defileye katılmak arzusu ile süratle ilerler. İskele meydanı tam manasıyla ana baba günü olmuştur. Çınlayan polis, bekçi düdükleri arasından ‘hoş geldin’, ‘bonsuar’, ‘yasu’, ‘şalom’, ‘gazinoda yemekteyiz’, ‘kulüpte bekliyorlar’, ‘misafirimiz var’, ‘merhaba şekerim’ avazeleri duyulur. Kaynayan meydan yarım saat içinde durulur.”[24]

1800 yılında Heybeliada İskelesi 1800 yılında Heybeliada İskelesi
Heybeliada İskelesi, SALT arşivi (altındaki yazı yanlış) Heybeliada İskelesi, SALT arşivi (altındaki yazı yanlış)
Heybeliada İskelesi, Tunç Lokum arşivi Heybeliada İskelesi, Tunç Lokum arşivi

1930 yılında Kınalıada İskelesi, Orhan Şevki arşivi1930 yılında Kınalıada İskelesi, Orhan Şevki arşivi

Heybeliada’nın ilk vapur iskelesi ise 1865 yılında Bahriye Nazırı Hasan Hüsnü Paşa tarafından ahşap olarak yaptırılır. Nejat Gülen bu iskelenin ahşap, oymalarla süslü bir kuş kafesi gibi zarif olduğunu söyler. Bu iskelenin yerini ancak 1940’larda bir beton iskele alabilir. İskelenin memurları da adanın yerlilerindendir. Bunların en ünlüsü Halim beydir, Gülen anlatıyor: “Güzel adamdı, pırıl pırıl üniforması ile bir amiral gibi iskele başında dururdu. Vapur kalkarken nasıl olsa alınacak olan iskeleyi çekmeye davranan çımacı Ahmet’e her seferinde komut verirdi: ‘Al iskeleyi Ahmet!”[25]

Burgaz ve Kınalıada’daki iskeleler ise 1933 yılında betonarme olarak yeniden inşa edilir. Ellili yıllarda ayakta olan bu eski Burgazada iskelesinden Bercuhi Berberyan sevgi ile söz eder: “Kapalı bekleme salonunun penceresi de doğrudan denizin üstündeydi. O yıllarda deniz o kadar temizdi ki iskelenin altındaki su camgöbeği rengi pırıl pırıl, şıkır şıkır parlar dibindeki kum taneleri bile sayılabilirdi. Çımacı ya da iskele sorumlusu Satı, adanın epey renkli tiplerinden biriydi. Herkesi tanır, herkese geleni gideni de ayrıca tanırdı. Vapurdan çıkarken ‘Filanca beyler veya hanımlar evde yoklar, falanca yere gittiler bugün’ diyebilirdi. Gözü tutmayanları da adaya sokmayabilirdi.” Burgazada’da da karşılama merasimleri olurdu: “Duvara sıra sıra tüneyerek beklenirdi babalar, kocalar ya da İstanbul’dan gelecek misafirler. Akşamüstü iş dönüşü saatlerinde erken gidip yer tutmak gerekirdi ve genelde çekirdek çitlenir, dondurma veya mısır yenirdi beklerken.”[26]

1930’lu yıllarda Adaları Güzelleştirme Cemiyeti’nin çabaları sonucu, Büyükada’nın Yörükali Plajı’na da bir vapur iskelesi yapılır. Akay işletmesi buraya özel bir vapur seferi tahsis eder. Büyükada, Heybeli ve Yörükali arasında çalışacak vapurun “mümkün olduğu kadar fazla işletilmesi” düşünülür. Bunun sonucu olarak Akay, Yörük Ali Plajı’na her gün 19 vapur seferi yapmaya başlar.

Akay İşletmesi zamanında başlayan, daha sonra da Şehir Hatları döneminde devam eden bu seferler altmışlı yıllara kadar sürer. Hayati Ferdi Koçal, “Vapur Yörükali’ye gelince, vapura çıkıp oradan denize atlamak gençlerin büyük eğlencesiydi,” diye anlatır.[27]

Heybeliada İskelesi, Tunç Lokum arşivi Heybeliada İskelesi, Tunç Lokum arşivi

Ada vapurları piknik havasındadır

Bedri Rahmi Eyüboğlu Ada vapurlarının ağırbaşlı, beyaz dik yakalı gömleği her zaman kolalı ’efendi’ bir halleri olduğunu düşünür. Bir Fransız arkadaşı ile Büyükada ziyaretinden dönerken, vapurun ön taraflarından ikisinin de çok sevdiği bir melodinin yükseldiğini duyar: Macar Rapsodisi. “Gramofonunu cigara tabakası gibi yanında taşıyan bir meraklı bu güzel parça ile akşamı bütün vapur yolcularına daha lezzetle tattırıyordu.”[28]

Kınalıada’da oturan Arman Manukyan da vapurlarda devamlı müzik olduğunu hatırlar. Arkadaşlarıyla vapura akordeonlarıyla gelip eğlendiklerini söyler. “Hele akşam fasılları çok zevkliydi. Mesela şimdi dahi akşam 6.00-6.30 vapurlarına binseniz muhakkak her gece bir vapurda birkaç arkadaş toplanıp, kendi içkilerini alıp, vapurun arkasına gidip, Ada’ya kadar keyif çatarlar; rakı, bira, mezeler... Her zaman böyle bir piknik havasındadır, Ada vapurları.”[29]

Ama herkes bu havadan hoşlanmaz ki! Nurullah Ataç 1954 yılının 13 Ağustos günü her sabah (Ataç hem Pertevniyal hem de Bahriye Lisesi’nde öğretmendir) indiği İstanbul’dan öğlen vapuruyla adaya dönmektedir. Pek kalabalık bir vapurdur bu, “ne çekilmez vapurmuş” der Ataç, mecburen ayakta duracaktır onca saat. Derken: “Ayakta durma, itilip kakılma neyse ne, bir de çalgı başlamaz mı! Aşağıda akordeon çalıyorlar. Bilirsiniz ‘musiki ruhun gıdasıdır’. İnce duygulu kimseler hoşlanır musikiden. Ben hoşlanmam, ruhum da yoktur benim, öyle ince duygularım da yoktur” der demesine ama işin felsefesini yapmayı da ihmal etmez: “Yalnız hoşlanmamakla kalmam musikiden, orada burada, vapurda, olmayacak yerlerde çalgı çalmaya kalkanların da musikiden hoşlandıklarına inanmam. Vapurun içinde bir gürültüdür gidiyor, kahveci bağırıyor, limonatacı, sandviççi bağırıyor çukulatacı bağırıyor, o kadar patırdının içinde musiki olur mu? Musikiden hoşlandıkları için çalmıyorlar akordeonu, sadece gürültü etmek için, ötekini berikini rahatsız etmek, kafasını şişirmek için çalıyorlar. Bir yasak eden de yok bunları. Özgürmüş herkes, dilediğini yaparmış. Onların patırtı etmeğe, bozuk düzen bir çalgıda saçma sapan havalar çalmağa hakkı var, benim vapurda rahat rahat gitmeğe hakkım yok!”[30]

Nurullah Ataç’ın hep böyle huysuzluk ettiğini sanmayın, kızı Meral Büyükada’da yaşadıkları dönemde ne babasının, ne de (o da Adada yaşayan) amcasının şikayet ettiklerini hatırlamaz: “Ne yandan çarklı vapurlar, ne kışın karı, ne lodos, ne sis, hiçbir şey iki kardeşi Tanrının günü bu yollarda gidip gelmekten bezdirmiyordu. Aksine yaşantılarından çok memnundular. Vapurda eğlendiklerini, öbür adalardan da tanıdıklarının bindiğini söylerlerdi. Akşamları eve dönünce vapurda olanları anlatırlardı. Amcamı da babamı da lodos tutmazdı. Hava lodos olunca ‘Ne güzel, bugün vapurda beşikte sallanır gibi sallandık derlerdi.”[31]

Vapurlardaki “piknik” havasından Fikret Adil de hoşlanmaz.1959 yılı Haziran ayında “bayramda adalara gitmek sevdası”na kapılır. “Prens Adaları diye anılan bu mesut kara parçalarına giden lüks ve ekspres vapurları dahi, rahmetli Cemal Nadir’in karikatürlerindeki gibi, direklerine kadar dolu idi. Hem de ‘serseri prenslerle! İçinde hep bir ağızdan ‘hoooo... hop güm’ler mi çekmekler, ‘hasretin gönlümde lâkin – kimbilir sen nerdesin’ şarkıları mı söylemeler, saldırmalar, el ve dil dalaşmaları mı isterseniz, hepsi de vardı. Vakarlı aile reisleri, katil olmamak için dişlerini sıkıyor, eşlerini, kızlarını el tecavüzlerine koruyabilmek için dil taarruzlarına çoktan razı geliyorlardı. Hülâsa, tıklım tıklım vapurlarda terbiye intizam, asayiş ve polisten başka her şey vardı.”[32]

Ada vapurlarında masum kağıt oyunlarından hırslı kumara kadar uzanan bir tarihçe de vardır. Ercümend Ekrem Tâlu, anılarında Ada vapurlarının orta kamaralarında bezik, pastra, faraon oyunlarının oynandığından söz eder.[33] Adabeyi Şemsi Molla’yı anlatırken de, onun, Mora Yenişehirli Âdembey, Malik bey, doktor Civani bey, Mösyö Kastelli, Banker Azaryan , Haçapoulo efendi gibi arkadaşlarıyla bir yandan sohbet ederken, bir yandan da kamarada bezik masasının kurulduğunu ve puanı iki paradan oyun oynandığını söyler. ”Akşamları dönüş de aynı minval üzere vuku bulur, idare-i mahsusa nazırı, Beylerbeyi payeli Karamanlı Con Paşa Avromidi’nin bulunmadığı zamanlar ufaktan çakıntı da yapılırdı.”

1956 yılında Yeni Sabah’da çıkan bir haberden Ada vapurlarında kumar oynanmaya devam edildiğini öğreniriz. “Şehrin tanınmış tüccarlarından 11 kişi evvelki akşam ada vapurlarından birisinin alt kamarasında poker, briç ve yazı tura atmak suretiyle kumar oynarken polis tarafından suçüstü yakalanmışlardır.”[34]

Kınalıada İskelesi Kınalıada İskelesi

Bitmeyen şarkı

Ada vapurlarının yakın dönem öyküleri ise eskisi kadar neşeli değil. Kış aylarında Adalar’da oturanların, giderek azalan gemi seferlerinden ne kadar şikayetçi oldukları bilinen bir gerçek. Yaz aylarında ise çılgın bir kalabalığın özellikle Büyükada’ya gelişleri, korku filmi sahneleri kadar ürkütücü. İsterseniz bu yazıyı eski ve güzel bir anı ile bitirelim.

Bir dönemlerin ünlü muganniyesi Denizkızı Eftalya, anlatıyor: "Bir sabahtı.... Adadan ilk vapurla dönüyorduk... Yolcular azdı. Hepsi de Adanın ve İstanbul’un en kibar, en maruf simaları idi... Yaz sabahı çok hoşuma gitti, güvertede oturduğum kanapede biraz uzandım. Bir şarkı tutturdum... Bir şarkı, bir şarkı daha... Sadi de keman çalıyordu... Saatler geçti baktım kara görünmüyor. Sordum:

- Neredeyiz kuzum Sadi?

O da farkında değildi. Etrafına bakındı:

- Bilmem...

Biraz sonra kaptan yanımıza indi:

- Affedersiniz... Ben bir kabahat ettim... Sizin vapurda olduğunuzu gördüm... Fırsat bu fırsattır diye dümeni çevirdim. Hayırsız Adayı geçtik... Yolcular da, 'İlle kaptan vapuru İstanbul'a geç götür. Mes'uliyet bize! İşi hallederiz,' diye başladılar.

O günü Adadan ilk vapur İstanbul'a saat ikide geldi. Bunu hiç kimse bilmez."[35]

 

Kınalıada İskelesi’nde Garbis Gürcikyan, Orhan Şevki arşivi Kınalıada İskelesi’nde Garbis Gürcikyan, Orhan Şevki arşivi

 

[1] İstanbul Ansiklopedisi, C.1, İstanbul 1958, s. 207

[2] Nüzhet Abbas, “35 yıl geri giden sürat,” Cumhuriyet, 18 Ağustos 1936

[3] Sermet Muhtar Alus, “Köprü’den Adalar’a,” İstanbul Kazan, Ben Kepçe içinde, İlmetişim Yayınları, İstanbul 1995, s.217

[4] Ercümend Ekrem Talu, Geçmiş Zaman Olur ki (Anılar), Hece Yayınları, Ankara 2005, s.280

[5] Ahmed Cemalettin Saraçoğlu, “İstanbullunun gemi merakı,” Eski İstanbul’dan Hatıralar, Kitabevi Yayınları, İstanbul 2005, s.41

[6] Yekta Ragıp, “Akşamları altıda beraberce kalkan Ada vapurları arasında yarış var!” Vakit, 5 Ağustos 1934

[7] Sabri Esat Siyavuşgil, “Adaların ölümü,” Salon, 15 Temmuz 1949

[8] Dr. Hayati Ferdi Kocal, Büyükada Hâtıralarım, İstanbul 2001, s.14

[9] Fıstık Ahmet Tanrıverdi, Hoşçakal Prinkipo, Literatür Yayıncılık, İstanbul 2007 (2.B.), s.112

[10] Fikret Adil, “Büyükadaya lüks mevkide seyahat,” Tan, 16 Temmuz 1942

[11] Refik Halid Karay, “Vapurlardakı lüks salon!”, Tan, 2 Haziran 1943. Taklitten Âdete Gündelik Hayat içinde, Haz. Tuncay Birkan, İnkılap Kitabevi, İstanbul 2017,  s.363-364

[12] Fıstık Ahmet (Tanrıverdi), Hoşçakal Prinkipo, s.68

[13] Son Posta, 6 Eylül 1933

[14] Rıfat N. Bali, Toplu Makaleler 1- Tarihin Ufak Bir Dipnotu: Azınlıklar, Libra Kitap, İstanbul 2013, s.100

[15] Karikatür, 31 Temmuz 1937

[16] Akbaba, 17 Haziran 1929

[17] Selçuk K. Emre, “Bir Ada yolculuğu,” Zaman (Akşam Postası,. 26 Eylül 1951

[18] Melih Cevdet Anday, “Ada yolculuğu safası,” Akşam, 22 haziran 1954

[19] Zaman (Akşam Postası), 13 Aramık 1951

[20] Eser Tutel, Gemiler… Süvariler…İskeleler… İletişim Yayınları, İstanbul 1998, s.100

[21] Pars Tuğlacı, Tarih Boyunca İstanbul Adaları, C.1, Cem Yayınevi, İstanbul 1998, s.537-538

[22] Semih Mümtaz S., “Büyükada hatıraları,” Akşam, 25 Ağustos 1947

[23] Abdülhak Şinasi Hisar, Geçmiş Zaman Köşkleri, Varlık Yayınevi, İstanbul 1956, s.20-21

[24] Halûk Durukal, “Büyükada’da her akşam tekrarlanan karşılama töreni,” Cumhuriyet, 7 Temmuz 1956

[25] Nejat Gülen, Heybeliada, İstanbul 1982, s.71

[26] Bercuhi Berberyan, Burgazada Sevgilim…, Adalı Yayınları, İstanbul 2010 s.109

[27] Dr. Hayati Ferdi Kocal, Büyükada Hâtıralarım, s.45

[28] Bedri Rahmi Eyüpoğlu, “Büyükada’ya gidelim,” Tan, 28 Temmuz 1935. Gece Yarısı içinde, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2002, s.96

[29] Efsane Papyon (Arman Manukyan Kitabı), Haz. Nuran Çakmakçı, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2008, s.167

[30] Nurullah Ataç, Günce, TDK Yayınları, Ankara 1972, s.282

[31] Meral Ataç Tolluoğlu, Babam Nurullah Ataç, YKY, İstanbul 1998, s.43

[32] Yeni İstanbul, 21 Haziran 1959

[33] Ercümend Ekrem Taâlu, Geçmiş Zaman Olur ki, s.281

[34] Yeni Sabah, 8 Ağustos 1956

[35] Hikmet Feridun (Es), "Deniz Kızı Eftalya Yedigün Okuyucularına Hayatını Anlatıyor," Yedigün, 12 Nisan 1933

* Bu yazı ilk olarak Deniz Mecmuası’nda yayımlanmıştır.

Son değişiklik Pazartesi, 04 Ocak 2021 15:36
Yorum yapmak için oturum açın