Cuma, 02 Kasım 2018 19:32

Yetimhane'den Öğrenmek

Ögeyi değerlendirin
(2 oy)
Yetimhane'den Öğrenmek Sergi fotoğrafları: Murat Germen, Toplantı fotoğrafları: Derya Tolgay

“İçinde hançerlendiğimiz hamamı unutmayın.”

Ellerimde bu mermer başla uyandım
Dirseklerimi yoran, nereye koyacağımı bilemediğim.
Bir düşe yuvarlanıyordu bu baş, ben düşten uyanırken,
Böylece birleşti yaşamlarımız, şimdi ayırması güç.

Bakıyorum gözlere, ne açık ne kapalı,
Konuşmaya çalışan ağıza konuşuyorum,
Tutuyorum derinin ötesine çökmüş yanakları.
Gücüm fazlasına yetmiyor.

Ellerim kayboluyor, sonra dönüyor,
Sakatlanarak.

Yorgo Seferis
Destansı Öykü
Seçme Şiirler, Yön Yayınları, sf.17
Çeviri: Cevat Çapan

Urlalı şair Yorgo Seferis’in bir şiirinden alıntıladığım yukarıdaki satırlar, atalarının görkemli geçmişinin izleriyle çevrili olan, bu büyük, ağır mermer başın altında ezilen modern Yunanlı’yı en güzel anlatan satırlardır belki de. Onun devraldığı kültürel miras, aynı zamanda onun baş ağrısıdır. Onunla ne yapacağını bilemez, ağırlığı altında ezilir.

Yakın zamanda kaybettiğimiz, modern Yunanistan’ın en önemli sanatçılarından, filmlerinde hafıza ve kültürel miras temalarının yanı sıra “Baba’nın dönüşü” temasına sık sık rastlayabileceğiniz yönetmen Theo Angelopoulos, kendisiyle yapılan bir röportajda şöyle demişti: “’Baba’ kavramı herşeyi kapsıyor, geçmişi, tarihi...”. Şöyle düşünebiliriz, ataerkil toplumda kültürel miras, “Baba”dan devralınan, babaların kültürel mirasıdır. Baba’nın gidişi, yetimlik kavramı, kültürel mirasla iç içedir, özellikle de bizimki gibi “yetim bırakılmışlığın” bütün toplumun içine işlediği bir coğrafyada. Büyükada Rum Yetimhanesi’nin de bize anlatmaya çalıştığı bununla ilgili olabilir mi?

Büyükada’nın Hristos Tepesi’ne hakim Rum Yetimhanesi de Büyükada’nın yetimlerinden yalnızca biri. Her gün yanından geçtiğimiz, artık varlığına alıştığımız, gözümüzün önünde her geçen gün yok olup giden terkedilmiş binalardan biri. Yıkılmayarak, yok olmayarak bize hesabı verilmemiş yakın tarihimizle ilgili birşeyler anlatmak istiyor. Bir yabani kekik tarlasının içinde 119 yıldır acılı hikayesini sonlandırmamak için direniyor.

Büyükada Rum Yetimhanesi’nin durumu elbette diğer yetim binalardan biraz farklı. Bilindiği üzere 2005 yılında İstanbul Ekümenik Patrikhanesi, el konulmuş olan bu yapının iadesi için AİHM’ye başvurdu. 2007 yılında başvuru kabul edildi ve 2010 yılında Yetimhane binası, Patrikhane’ye iade edildi. Bu iade işlemi örnek teşkil etti ve azınlık vakıflarına ait olan çok sayıda mülkle birlikte uzun yıllardır kapalı olan Galata Rum Okulu da aynı şekilde iade edildi. Son yıllarda bir sanat mekanı olarak kullanılmakta olan Galata Rum Okulu’nun yakın gelecekte bir hafıza mekanına dönüştürülmesi için çalışmalar sürüyor.

Seferis’in anlattığı “mermer başı” şimdi Patrikhane’nin elinde. Ama bir o kadar da bizlerin, Yetimhane’nin her gün yokoluşunu hüzünle izleyen insanların elinde.

 

 

02 murat germen 840x

 

“206 ODALI SESSİZLİK: BÜYÜKADA RUM YETİMHANESİ ÜZERİNE ETÜDLER”

Yetimhane bu yıl, Europa Nostra tarafından 2018 Kültürel Miras Yılı kapsamında “Tehlike Altındaki 7 Dünya Mirası” listesine alındı.

Büyükada Rum Yetimhanesi, kendisiyle benzer bir kaderi paylaşan Galata Rum Okulu’nun iadesinin yolunu açtı. Peki şimdi Galata Rum Okulu, Yetimhane için bir umut olabilir mi? İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından düzenlenen ve “Okullar Okulu” başlığını taşıyan 4. İstanbul Tasarım Bienali’nde Büyükada Rum Yetimhanesi’ne geniş bir yer ayrıldı. Galata Rum Okulu’nda gerçekleşen, küratörlüğünü Hera Büyüktaşcıyan’ın yaptığı sergi, “206 Odalı Sessizlik: Büyükada Rum Yetimhanesi Üzerine Etüdler” adını taşıyor. 10 Kasım 2018 tarihine kadar gezilebilecek olan sergide sanatçılar Ali Kazma, Murat Germen, Dilek Winchester ve Hera Büyüktaşcıyan’ın eserleri yer alıyor.

03 toplanti 280x

Bienale paralel olarak yapılan etkinliklerden biri de, 20 Ekim 2018 tarihinde Büyükada Splendid Oteli’nde gerçekleşti. Moderatörlüğünü Asu Aksoy’un yaptığı “Yetimhane’den Öğrenmek” başlıklı oturumda, Akillas Millas, Hera Büyüktaşcıyan, Korhan Gümüş, Nevzat Sayın ve Vahakn Keshishian konuşmacı olarak yer aldılar. İlk olarak söz alan Akillas Millas, Yetimhane’nin Balıklı’dan Hristos Tepesi’ne taşınmasının baştan yanlış bir karar olduğundan bahsederek, ilk senelerden itibaren su, ısınma, doktor gelmesi gibi problemlerin ortaya çıktığını belirtti. Söze kişisel bir anısıyla devam eden Millas, “Hristos mahallesinde yazlığa geliyorduk. Dedem ( Dr. Mihalakis Pashalidis) doktordu. Yetim bir çocuğu 1940’larda oraya yerleştirmişti. Pazar günleri çarşıdan poğaça, çörek alır çocuğa götürürdük. Çocuğun saçları yoktu, gözleri trahomalı idi, çok üzüntü verici durumdaydı.” diye konuştu ve “Benim şahsi intibalarım üzücüdür, hoş değildir. Ben bu binadan pek ümitli değilim.” diyerek konuşmasını sonlandırdı.

Ardından söz alan mimar Korhan Gümüş, binanın yasal durumundan ve sembolik öneminden söz ederek, “Bu binanın iadesiyle birlikte 36 Beyannamesiyle el konulan yapılara iade yolu açıldı.” dedi. Korhan Gümüş, sözlerine şöyle devam etti: “ Yetimhane için ‘aklınızın hayalinizin alamayacağı bir şey’ diyebiliriz. Ulus-devletlere direnmek, Osmanlı yurttaşlığı fikri de, ulus-devletin kuruluşu da aklımızın hayalimizin alamayacağı şeylerdi. O yüzden ufkumuzu açık tutmamız gerektiğini düşünüyorum.” Binayı korumak derken araçsal yöntemlerle koruma olmaması gerektiğini savunan Korhan Gümüş, Özal zamanındaki dönüşüm modelinden bahsederek, “O dönüşüm modeli turizm inisiyatifi modeliydi. Bu model bir şekilde binayı kurtarmayı, ama aslında kurtarmak derken araçsal bir mantıkla tüm hafızasından sıyırarak kurtarmayı hedefliyordu.” diye konuştu.

Serginin küratörü olan ve 2013’ten beri Galata Rum Okulu’nun programını yürüten sanatçı Hera Büyüktaşcıyan söz alarak, “Yetimhane, bilinmeyenin tarihi, bir kent mirası. Ondan öğrenecek çok şey var. Bilinmeyeni anlamanın en iyi yolu, kendini onun yerine koymak.” Diye konuştu. Kendisi de bir Heybeliadalı olan Büyüktaşcıyan, şöyle ekledi: “Yetimhane ile Galata Rum Okulu arasında ilginç bir şekilde tarihsel bağlantılar da var. Eleni Zarifi Yetimhane’nin açılmasına önayak oluyor, Galata Rum Okulu da aynı şekilde Eleni Zarifi’nin filantropik yaklaşımıyla açılıyor. Bunu anlatmanın en doğru yerinin okul olduğunu düşündüm. Bir noktada da içine girilemeyen bir binanın içine girerek en iyi şekilde kendimizi onun yerine koyabilirdik. Mekanları sadece birer mimari yapı değil aynı zamanda yaşayan bir organizma olarak görmek, hafıza dediğimiz de aslında böyle bir şey. Bütün bu göçler, apar topar terk etmek zorunda kalmalar sırasında, aslında bir mekanın partiküllerini de yanımızda alıp götürüyoruz. Yaşayan bir yerden bahsediyoruz, ölmüş bir binadan ya da nesli tükenmiş bir toplumun kalıntısından değil. O bina yaşıyor ve şu an ayakta durmaya çalışıyor. Ondan ders almak gerekiyor.”

04 toplanti 280x

Hrant Dink Vakfı’ndan Vahakn Keshishian ise kısaca Anadolu’nun kültürel mirası üzerine yaptıkları çalışmalardan bahsetti ve özellikle Yetimhane için kullanılan “sessizlik” kelimesinin, vakfın çalışmalarıyla örtüştüğünü söyledi. “Sessizliğin Sesi” başlıklı sözlü tarih çalışmalarına ve Anadolu’daki Ermeni, Rum, Yahudi ve Süryani kültürel mirasının haritalanması çalışmalarına kısaca değinen Keshishian, Sivas’ın merkezindeki Aramyan okulunun geçtiğimiz yüzyılın başında çekilmiş bir fotoğrafını göstererek “Aramyan Okulu, bugün yok. Boş bir arsa. Bu okulun tamamen yok oluşu, bizi bu binanın fotoğrafıyla baş başa bırakıyor. Binayı bırakın, ortada hafıza bile yok.” diyerek Yetimhane için halen umut olabileceğine işaret etti.

Bu noktada devreye giren moderatör Asu Aksoy şöyle ekledi: “Mülkiyet sorunu çözülmüş, sahibi belli, içinde yaşamış birileri halen hayatta, İstanbul gibi, Adalar gibi konuya bir nebze hassas insanların yaşadığı bir yerde. Bu binayı yeniden kullanmak neden önemli? Çünkü bu şekilde hayata devam edecek.”

Mimar Nevzat Sayın ise konuşmasına “Bu topraklarda ortak nokta, hiçbirşeyin kalmaması.” diyerek başladı. “Ortada bir koruma kararı olmasaydı eğer, Süleymaniye kalır mıydı, Aya Sofya kalır mıydı? Bence onlar da kalmazdı. Korunması gereken nedir? Yapıyı korumak derken, anılarıyla korumak gerekiyor. Bu yapının müthişliği anılarından geliyor. Bu yapı halen ayakta kalabilir. Yıkılıp yeniden yapıldığında bütün o korumak istediğimiz anılar silinmiş oluyor.” diyen mimar Nevzat Sayın, yapının mutlaka yaşar hale getirilmesi gerektiğini söyledi. Yetimhane’nin kente uzaklığı bakımından Kopenhag yakınlarındaki Louisiana Müzesi’ni düşündürdüğünü söyleyen Sayın, yapının böyle bir işlevi olabileceğini, koleksiyoner bir ailenin müzesi, bir üniversite veya araştırma enstitüsü gibi kullanılabileceğini belirtti.

Oturumun ardından konuya duyarlı katılımcılar da söz alırken, ortak görüş, hızlı hareket etmenin ne kadar önemli olduğuydu.

YETİMHANE “İYİLEŞME”YE ARACI OLABİLİR Mİ?

Tüm bunları konuşurken, Büyükada Rum Yetimhanesi, gözlerimizin önünde yavaş yavaş çöküyor, geçmişin ağır yüküyle beraber. İstanbullu Rum olmanın, binlerce yıllık ihtişamlı geçmişin, hunharca hiçe sayılan , artık unutulmaya yüz tutmuş ve yok olmakta olan o muhteşem kültürel mirasın ağırlığıyla çöküyor. İnşa edildiği günden bugüne çok şey değişmiş, nüfus değişmiş, kültür hayatı değişmiş, İstanbul kültürünün ayrılmaz parçası ve temel taşı olan Rum kültürü, insanlarıyla, diliyle, sanatıyla, kısacası herşeyiyle toplumsal hafızadan acımasızca kazınmış.

Yetimhane, diyasporadaki İstanbullu Rumların kendi geçmişleriyle barışmaları için bir fırsat olabilir mi? Daha geç olmadan bir “iyileşme”ye aracı olabilir mi? (Burada diyasporadaki Rumlar için bir temenni olarak dile getirilen “iyileşme” kavramını Korhan Gümüş’ten alıntılıyorum.) Rum kimliği üzerine, kendi şehirlerinde önemli bir unsur oldukları zamanlar üzerine düşünmenin, geçirdikleri travmanın izlerini silmenin mekanı olabilir mi? Aynı zamanda toplumun geri kalanı için İstanbul’un kültürel mirasını ve çokkültürlü geçmişini öğrenmek fırsatı olabilir mi?

Bu soruya cevap verebilmek, biraz da binanın nasıl yeniden işlevlendirilebileceği üzerine düşünmeyi gerektiriyor. Levanten mimar Alexandre Vallaury’ye Prinkipo Palace Otel projesi olarak gelmiş ve 1899 yılında İstanbul ve Avrupa burjuvazisinin gösterişli partilerine, şen kahkahalarına sahne olması beklentisiyle inşa edilmiş olan ancak hiçbir zaman otel olarak kullanılamayan bu koca ahşap bina, 119 yıl sonra bugün halen işlevini bulmayı bekliyor. Otel olamamış, hasbelkader yetimlere yuva olmuş, askerleri, Rus mültecileri misafir etmiş, kötü bir kaderi olan Yetimhane, bizi yaşanmışlıklar üzerine düşünmeye ve müşterek toplumsal hafızamızı onarmak için harekete geçmeye davet ediyor.

Son değişiklik Pazar, 04 Kasım 2018 12:37
Yorum yapmak için oturum açın