Selanikli bir ailenin kızı olan Esin Eden, Belçika’da doğdu, İstanbul’da büyüdü, Arnavutköy’deki Amerikan Kız Koleji’nden mezun oldu. Fransız filolojisine devam etti. Annesi ona masal yerine Tevfik Fikret, Namık Kemal, Ahmet Haşim ve Yahya Kemal’in şiirlerini okurdu. Edebiyatla küçük yaşında başlayan ilişkisi onu tiyatroya yönlendirdi. 1961 yılında Amerika Birleşik Devletler’inde Tiyatro üzerine master yaptı. Profesyonel tiyatrocu olarak tanıdığımız Esin Eden sinemada da pek çok filmde rol aldı, almaya devam ediyor. Büyükadalılar onu, bisikletli Esin olarak tanıyor. Sabah erken kumsalda yürüyüşe çıkanlar, Esin Eden’i Kumsal’da denize girerken ya da denizden dönerken görür, Günaydın der, hal hatır sorarlar. Esin Eden 1943 yılından beri her yaz adaya geliyor, 1956 yılından bu yana da aynı evde yaşıyor.
Onu, “Annemin Yemek Defteri, Selanik, Münih, Brüksel, İstanbul”, “Neler Yedim Neler, Maydonozlu Köfteler” isimli kitapları ile de tanıyorsunuz.
Ada’ya ilk gelişimiz 1943-44 olmalı
Esin Eden’e, yaşadığı evin hikayesini, Büyükada günlerini sorduk.
Maden Bostan diye anılan sahilde, o zamanlar Lebiderya olan bu eve taşındığımızda, 21 yaşındaydım. Annem, babam iki ağabeyimle beş kişilik çekirdek bir aileydik. Aslında geniş bir ailemiz var. Büyükada’ya ilk gelişimiz 1943 veya 44 yılı olmalı.
O yıl iskelede, gazete bayii olan bir Rum ailenin hamama yakın bir evini tuttuk. Daha sonra 13 yaşımdayken, Maden’deki gözlü ev diye tabir edilen lebiderya eve geldik. İlk bisikletimi de o evde almıştım.
Ev bir Rum mimarın eseriydi. Aynı düzen şimdiki evimin yolu üzerindeki Leitner’lere ait konakta da vardı. Yani büyük bir salonun çevresinde dört yatak odası olarak inşa edilmişti.
Bu evimizi babam, 1956’da Yunanistan’a göç eden bir Rum aileden almıştı. Sanırım ev, biz almadan bir iki yıl önce inşa edilmişti. Evin satılığa çıktığını bitişikteki Riviera apartmanında oturan akrabalarımızdan duymuştuk. Şimdi Ediz Hunlara ait olan yer, boş bir arsaydı. Hele evin önünü hiç sormayın. İnsanların denize girdiği ağaçlık boş bir sahildi. Sonradan birileri iki kabin yaptırdı ve dışardan gelenlerden ücret almaya başladı.
Ben de sabah yedi vapuruyla işe gitmeden once bu sahilden denize girerdim. Çocuklarım Ali ve Ömer doğduktan sonra daha çabuk gidebilmek, akşam da eve yetişebilmek için bir bisiklet aldım. Bisikletim 1953 doğumlu bir Peugot’dur. Şişli’den almıştım.
1980’li yıllarda deniz dolduruldu, bu sahile Büyükada Deniz Kulübü tesisleri yapıldı. Önümüz kapandı. Bu arada emlak vergisini hala lebiderya olarak ödediğimi söylemek isterim. Ben artık oradan denize giremiyorum. Sabahları gazetemi almak üzere iskeleye gitmek ve Bayrakçıların evinin önünden denize girmek için vefakar bisiklet bana arkadaşlık ediyor.
1961’de, Fullbright bursu ile ABD’ye gittim ve Kansas Üniversitesinde tiyatro üzerine master yaptım. Türkiye’ye döndükten sonra profesyonel tiyatrocu oldum.
Sene 1963... Oraloğlu tiyatrosunda Kötü Tohum ve Rüya Doğru Çıkınca oyunlarında oynuyordum. Oyunlardan sonra zaman zaman gittiğimiz bir gece kulübünde tanıştığım Egemen Bostancı beni arkadaşı Hilmi Yavuz ile tanıştırmıştı. Egemen’in yakıştırması tarafımızdan da benimsenmiş olacak ki çok yakın iki dost olduk. Bir yıl sonra Hilmi Yavuz BBC’den teklif alınca, o Londra’ya hareket etmeden bir gün önce iki şahitle halamın evinde evlendik.
Dormen Tiyatrosu'ndaki oyunumu yarım bırakıp Londra'ya gittim. Beş yıl çok mutlu yaşadık. Hilmi, Londra üniversitesinde Felsefe okudu ben de Rusça kursuna devam ettim.
Siirtli Kayınvalidem Hacciye
Biz aramızda evlendiğimiz için Siirtli kayınvalidem ile kayınpederimi tanıma fırsatım olmamıştı. Onlar hacca gidip hacı olmuşlar, hemen ardından kayınpederim vefat etmişti. Bunun üzerine kayınvalidem Hacciye Vecide Hanım, Londra’ya yanımıza geldi ve iki ay bizlerle kaldı. Birbirimize çok ısınmıştık. Ben ona saygıda, o da bana sevgide eksik kalmadı. O kadar ki Hilmi oğlumuz Ali 5 , Ömer 4 yaşındayken boşanmaya kalktığında Hacciye herşeyden üstün tuttuğu oğlunu fena halde haşlamıştı. Hacciye çok değişik bir insandı. Ömründe denize girmediği halde, Adaya geldiğimizde sabah erken saatte daha kimseler yokken, entarisiyle denize girerdi. Yanımızda çalışan kız, elinde mantoyla onu beklerdi.
Hacı Hanım denize giriyormuş diye Siirt yerinden oynamıştı.
Bu evde önceleri annem, babam ve yardımcımız İmrozlu Dina Lafyati birlikte yaşardık. Sonra Ali, ertesi sene de Ömer doğup Hilmi askerden dönünce annem bitişikte Riviera apartmanında oturan halamın yanında yaşamaya başladı.
Sonra çözüm olarak annem bir buçuk katlı evimizin büyük katını satıp üstüne bir büyük bir de ufak çatı katı inşa etti. Ve çatı katına yerleşti. Daha sonra o katları da satmak zorunda kaldı.
Yine de bu ufak dairede yaşamımı sürdürebiliyorum çok şükür.
Pindaros’un tablosu
İstanbullu ve Büyükadalı ressam Pindaros’un duvarımda asılı duran Aya Yorgi tablosu evi satın aldığımızda buradaydı. Sanıyorum ressam ilk ev sahiplerinin tanıdığı imiş. Sonra ağabeyim Müfit’in dostu Niyazi Toptoprak’ın Bir Kedi, halamızın kızı Alman Filolojisi profesörü Safinaz Duruman’ın; arkadaşım Güneş Ertinan’ın ve üzerine süsler yerleştirdiğim Albert’in tabloları ile oğlum Ali’nin benim için yazdığı şiir evimin duvarlarını süslemeye devam ediyor.
Yemek pişirme merakım sonraları oluştu. Genelde şikemperver (midesine düşkün)bir aileyiz. Ama hem annem hem de Dina çok güzel yemek yapardı. Hacciye’nin de perde pilavı pek ünlüydü. Ama kendisinden öğrendiğim Siirt usulü perde pilavı benim de çok iyi yaptığım söylenir. Bir iki sene öncesine kadar hem Hilmi Yavuz’un hem de çocuklarımızın doğum günlerinde hazırlamayı adet edinmiştim.
Annemin Yemek Defteri’ni yazarken, annemin Osmanlı harfleri ile yazılmış defterini okuttum. Bazı tariflerini seçerek kitabı hazırladım. sonra, bir de Neler Yedim Neler Maydonozlu Köfteler’i yazdım. Yunanistan’dan aldığım bir teklifle kitabı önce İngilizce yazmıştım. Kitaplarım Oğlak yayınlarından çıktı.
Bizim Selanikli olarak gerek geleneksel Türk gerekse Yunan mutfağından değişik bir mutfağımız var.
Büyükada’dan söz ederken Emil Galip Sandalcı’yı unutamam. Kuzenim avukat Coşkun Erkam ile yakın otururlardı. Bu komşuluk nedeniyle çocukluğumda Emil Galip Sandalcı’nın evinin önünden denize girerdik.Onu da rahmetle anmadan geçemeyeceğim.
Gerçek Adalılar hangi rüzgarda Ada'nın hangi tarafından denize girileceğini bilir, yani lodosta Ada'nın bir tarafın, poyrazda diğer tarafı makbuldür. Çocukluğumda ada tenhaydı. Bizler gibi yazlıkçılar hatta günübirlikçiler çok daha azdı. Sabah saat 10'dan sonra deli gibi bisiklet süren kalabalıklar yoktu. Öyle ki şimdi sokağa çıkmaya korkuyorum. Tabii herkesin adanın güzelliklerinden yararlanma hakkı var ama keşke biraz daha bilinçli gezebilseler diye düşünüyorum.
Bu sene 83. Doğum günümü kutladık. Arkadaşlarım, yemekleri, tabakları, bardakları, içkileri ve doğum günü pastası ile gelip bana sürpriz yaptılar.
Esin Eden'in mutfağından: Perde Pilav
1 Orta boy tavuk
2 bardak pirinç
50 gram tatlı badem
2 çorba kaşığı sıvıyağ
1 çay kaşığı tarçın
yarım çay kaşığı toz karanfil
karabiber, tuz
Kabuğu için
2-3 yumurta
250 gram tereyağ ya da margarin
Yarım kilo ya da aldığı kadar un
Ayrıca tencereyi yağlamak için katı yağ
1 tutam tuz
Tavuğu güzelce haşlayın. Suyundan çıkararak didikleyin. Bademleri bir taşım kaynatıp ayıklayın. 10-15 adedini ayırın, kalanını ufak doğrayın. Pirinci tavuk suyunda pişirin. (1 bardak pirince 1.5 bardak tavuk suyu).
Tavuk parçalarını ufalanmış badem, tarçın karanfil tuz ve karabiber ilavesiyle iki kaşık sıvı yağda hafifçe kızartın.
20-22 cm çapında, 10 cm. Derinliğinde bir pyrex kabı kalın bir tabaka katı yağla yağlayın. Ayırdığınız bademleri dibine ve kenarlara yerleştirerek buzdolabında bekletin.
Bu arada 2-3 yumurtayı 250 gram tereyağa yedirin. Kulakmemesi kıvamında bir hamur elde edene kadar elenmiş un ve bir tutam tuz ilavesiyle yoğurun. Şeffaf mutfak kağıdına sararak bir süre buzdolabında bekletin.
Daha sonra hamurun üçte birini kapak için ayırın. Kalanını merdane ya da elinizle, unlanmış bir düzeyde, pyrex kabı iyice döşeyecek biçimde açın ve yerleştirin. Önce bir kat tavuk, sonra bir kat pilav koyarak kaba yerleştirin. (pilav da tavuk da soğumuş olacak) Son kat pilav olacaktır. Daha sonra ayırdığınız hamuru da kapak teşkil edecek biçimde açın ve üstüne kapayın. Pyrex kaptan taşan hamuru üste getirin ve kenarlarını birleştirin.
Hamuru yağlayarak fırına sürün, kek pişirir gibi 45-50 dakikada iyice kızarmasını bekleyin. Kabuğu kurudukça biraz yağlayın. Hazır olduğunda yuvarlak bir servis tabağına altüst ederek sofraya getirin.