Sonbahar geldi dediler. Sonbahar mı geldi? Eylül’ü ne zaman bulduk? Leylekler ne çabuk göçüp gittiler. Baharın kokusunu içime sindirmek için ben Nisan’ı kaç ay bekledim, biliyor musunuz? Şimdi bir beş ay daha geçmiş de hüznün mevsimi mi esiyor? Ben baharla beraber doğanın canlanmasını, yapraklarla umutların yeşermesini beklerken birden hayat fışkırdı topraktan, bereket yağdı hayallere, Adalar’ımızın süsü hayvanlarımız yavrularını doğurdular, kuşlar kanat çırptı güneşe. Deniz, mavisine çağırdı bizi.
Yaz gelmişti. Hayat güzeldi. Tanrının bize bahşettiği bu mevsimde, yaşam arzusu sarar insanı. Bir başka tat vardır her günaydınla başlayan günde. Her gecenin sonunda, yarının beklentisiyle, bir başka sarılır insan yıldızlarla biten güne. Bütün bunlara rağmen bu senenin yazı, başarabildiği kadar ve adeta boğazıma sarılarak beni olanca gücüyle boğdu. Nefesim daralınca havadaki nem oranı iş-taha geldi ve tüm vücudumu sardı. Bu öyle bir şey ki “Ne yapıyorsun? Cevap ver, konuş” diyemiyorsun. Karşındaki gücün misyonu, belki de seni yazdan bezdirmek, belki de seni hırpalamaktır. Demek ki yaz mevsimi, beni ve benim gibilerini sevmiyor. Sevse bu denli üzmez, yazı ağzımızdan burnumuzdan getirmezdi.
Şimdi artan Sonbahar rüzgârıyla ferahlayıp deniz saatlerini oldukça uzattım. Eylül’de denizin kokusu, rengi, durgunluğu beni rahatlatır fakat her düşüncemde bir melâl, her kalp atışımda kurumuş bir damla gözyaşı varsa bunun sorumluluğunu Sonbahara yükleyemem.
Kınalıada’dan karşı sahile bakışım hüzünlü olabilir, İstanbul’un profili değişti, güzelim dağların eteğindeki karşı sahilde, gökdelenler mantar gibi bitiverdiler, gecekondu muhitleri sosyal dengeyi bozdu, insanlar sıla hasreti çekiyorlar, İstanbul’un içinde İstanbul’u yaşayamıyorlar, deprem korkusu ile yaşarken toprak bu yükü çeker mi, metrolarla tünellerle böylesine delik deşik edilir mi diye düşünebilirim.
Körü körüne nostalji yaşamanın da anlamı yok. Tarihi binaları bozmamak kaydı ile çağımız ve ülkemiz ekonomisine, İstanbul’da kontrolsüzce çoğalan nüfusa hizmet verebilmek için hiçbir sevimli yanı olmayan bu binalar ihtiyaçtan inşa edilecektir yeter ki şehircilik anlayışı ile düzenli ve düzgün bir şekilde inşa edilsinler, doğaya ve göz zevkimize saygılı olsunlar.
İşte, şerbet gibi denizin üstünde iki yelkenli süzülüp geçiyor. Oyuncak gibiler, içimden sarılıp onları okşamak geliyor. Nereye gidiyorlar acaba? Arkalarında ne bırakıp, hangi ufka açılıyorlar? Güzel güzel gezinirken, belli mi olur, belki de onları bir fırtına bekliyor. Bahçemizdeki yavru kediler üzgün üzgün gözbebeklerimizin içine bakıyorlar “Beni terk etme, beni aç bırakma” diyorlar. Yıllardır her fırsatta yazıyorum “Prens Adaları’nın bir hayvan barınağı olsun” diyorum ama nafile. Yem bırakanlar, kışın zaman zaman Adalar’a gelip hayvanları doyuranlar var fakat yeterli mi? Vicdanen rahat edebiliyor muyuz? Ayrıca, hayvanları doğal ortamlarından ayırıp bir apartman katına hapsetmek doğru mu? Yazlığı olmayan bir evde, kedicik doğal ortamdan uzak kalır ki bu da hayatını elinden çalmak gibi bir şeydir. Bilemiyorum. Sorun vicdanlı olmaktan, merhametli olmaktan kaynaklanıyor.
Sonbahar kışa gebedir. Bu kış nasıl geçer? Nelere sevinir, nelere üzülür, nelere gülüp geçeriz veya neler değişir dünyada, hayatımızda. İnsanlar kendilerine ve sevdiklerine saygılı olurlar mı? Sevmediklerine bile insanca davranırlar mı? Nankörlükle, kötülükle dünyadaki sınavı atlatmayı hedefleyenler dine imana gelir mi? Can yakmaktan vazgeçerler mi? Sevdiklerini sarıp sarmalar, sevmediklerini kazanmaya çalışırlar mı?
Tanrının dünyaya, herkesin hayatına, ömrüne gönderdiği bir ışık var. Bunu görebilen bir yürek, bir duygu, bir göz olmalı. Bu ışık hak edeni aydınlatır. Aydınlanma, akıl ve gönül zenginliği kime nasip olacak? Dilerim dünyada ve ülkemde tüm seven şefkatli kalplerde artık huzur ve barış olsun. Bu kış, gönül rahatlığı içinde aydınlık günlere, sevgiye, muhabbete merhaba diyelim.
Mevsim değişince Prens Adaları’nın hüznü beni de sardı. Yine yalnızlık, yine terk edilmişlik, yine olumsuzluklar, yine buruk bir gülümseme belirecek Adalıların yüzünde. Bu yıl da Adalar’da kış turizmi patlamayacak. Ada esnafı alışmış zaten mevsimlik çalışmaya. Kazanca gelince, bazı kişilere yetiyor ama çoğu aileye az geliyor. Her nedense yazlıkçılar her gün şehre inip işlerinin başına geçiyorlar da Adalılar kışın vapur yolculuğunu ve ada dışında çalışmayı pek sevmiyorlar. Şehirde istedikleri işi bulamıyorlar. İşte bunun için kış turizmi önemli. Sosyalleşmeye gelince, o da kısıtlı çünkü vapur tarifeleri buna el vermiyor. Ada hayvanları yine duyarlı insanların vicdanına terk edilecekler. Adalar’da kısa zamanda sağlık sorunlarında kaydedilen hızlı gelişme insanlara güven verdi ve tanıdığım birkaç aile tamamen Adalar’a yerleştiler.
Gözlemlediğim en güzel şey de yetkililerin tüm zorlukların bilincinde olması. Hukuki sorunlara ve yasalara bağlı bazı konularda düzelme, şıpın işi olamıyor. Bekliyoruz.
Herkes lâyığını bulur derler. Doğrudur, bu değerlendirme er veya geç olur. Zaten bu günler yarınlara gebedir. Şimdiye kadar Ada dokusuna ters düşen her şey zamanla değişir çünkü Prens Adaları ve Adalılar iyiye ve güzele lâyıktır yeter ki insanlarda sevgi olsun, birlik ve beraberlikle konulara yaklaşsınlar.
Başarmak, istemekle başlar.