Emil Galip Sandalcı’yı ölümün eşiğindeyken son kez ziyaret ettiğimde bakışım salonun duvarında asılı duran bir portreye takılmış; resmin, sözcüklere oranla insanı daha derin yansıttığına bir kez daha tanık olmuştum.
Duvardaki tabloda büyüleyici portresiyle Emil Abi vardı!
Portrede her çizgi, her renk, her doku aynı amaca odaklanmış; ressam, Emil Abi’den bir ermiş yaratmıştı. Onu yakından tanıyanlar, ancak ermişlerde var olan o derinlikli ruhu hatırlayacaklardır.
Cemal Süreya’nın onun için söylediği, “Emil Galip Sandalcı, insanlık adresine gönderilmiş bir mektup gibi(dir)” özdeyişi, bu ermişçe kimliğe bir gönderme değil de nedir?
Emil Abi’nin bu portresini izleyenler onun ermiş ruhunun yanı sıra sahici entelektüel bir kimliğin de farkına varırlar. Bu entelektüel kimlik, Russell Jacoby’nin pek de güzel dile getirdiği gibi ‘kimseden medet ummayan, iflah olmaz ölçüde bağımsız bir ruh’tur.
Emil Galip Sandalcı’nın kişilik bileşenlerinin en önemlisini bir başka devrimcinin, Che’nin yaşam öyküsünde, onun günlüklerinde buluyoruz.
Bilindiği üzere Motosiklet Günlükleri, Che’nin henüz bir tıp öğrencisi iken yakın arkadaşı Alberto Granado’yla birlikte bir motosikletle çıktığı Güney Amerika yolculuğunda tuttuğu notlardan oluşur.
Bu günlüklerden yola çıkılarak yapılan film, politik söylemler yerine genç Guavera’nın devrimci kişiliğinin henüz filiz halindeki bileşenleri üzerinde durmuştu. Gezinin izleyenleri etkileyen duraklardan biri de hiç kuşkusuz Peru’daki cüzamlılar kolonisiydi. Cüzamlılar, kendileriyle sohbet eden, dertlerini dinleyen ve birlikte futbol oynayan, daha önemlisi tokalaşmak için hiç çekinmeden ellerini uzatan Che’yi ve arkadaşını çok sevmişlerdi.
Adanmışlık ruhu bu olsa gerektir; cüzamlı bir tene sevgiyle dokunabilmektir!..
Bu adanmış ruh, ömrü boyunca insan hakları mağdurları için çabalamış olan Emil Galip Sandalcı’da da vardır ve bu nedenle onu bir şövalye olarak tanımlayanlar çoktur. Hangi dönemde olursa olsun, özellikle de faşizan baskıların yoğunluk kazandığı askeri darbe dönemlerinde O’nu işkencede sakat kalmışlara, hakları ihlal edilenlere elini uzatırken görürüz. Türkiye’deki insan haklarına dair tüm örgütlenme girişimlerinde hep ön safta yer almış, 12 Eylül darbesinden sonra kurulan İnsan Hakları Derneği’nin değişmez üyesi olmuştur.
Emil Galip Sandalcı’nın sistem muhalifi kişiliği salt insan hakları alanında sınırlı kalmamış, gazeteci kimliğiyle demokrasi mücadelesinde de etkin rol oynamıştır. Hep muhalif yayın organlarında, son olarak da kurucusu olduğu Demokrat’ta yazmıştır.
Yayın hayatı yaklaşık dokuz ay süren Demokrat, Türkiye basın yayın tarihinde müstesna bir yere sahiptir. Demokrat’ın, yayınlanmaya başlamasıyla, diğer gazeteler yayın politikalarına çeki düzen verme ihtiyacını duymuş, o zamana kadar yansıtmaktan çekindikleri, çoğu kez de bilinçli olarak yansıtmadıkları haberlere yer vermek zorunda kalmışlardır.
Demokrat’ın kısa zamanda haberlerine güven duyulan prestijli bir gazete oluşunda en önemli pay Emil Galip Sandalcı’nındır. Deyim yerindeyse Demokrat’ın vizyonunda onun Akla Kara köşesindeki makaleleri yer alır.
Akla Kara’da Sandalcı, düşük yoğunluklu bir iç savaşın hüküm sürdüğü 1980 yılının gayrı resmi tarihinin tanıklığını yapmakla kalmaz, aynı zamanda dönemin alternatif tarihinin yazarlarından biri olur. Yazılarının büyük çoğunluğu devrimci, demokrat ve yurtseverlere yönelik faşizan saldırılar ve insan hakları mağdurları üzerinedir. Sandalcı’nın geniş kitlelerce sevilmesinin nedeni yardım elini uzattığı bu mağdurları sıfır kimlikle algılamasıdır.
O, sahici bir demokrattı!
Batı’da, seçkin eğitim kurumlarında okumasına, bu dünyanın değerleriyle yoğrulmasına karşın Emil Galip Sandalcı’nın yaşam karşısındaki duruşu, ilginçtir Doğu bilgeliğine daha yakındır. Özellikle, özgürlük bahsindeki duruşu tüm reel özgürlük anlayışlarından farklıdır. İşte, Emil Galip Sandalcı’nın özgürlük anlayışının arka planı:
Batılı aydın soruyor: “Özgürlüğe ulaşma arzusu, arzunun en üstün biçimi değil mi?” Hintli bilge Sri Maharaj’ın kısa yanıtı, insanoğ-lunun yüzyıllardan beri süregelen özgürlük anlayışını kökünden de-ğiştiriyor; onu yepyeni, özgün bir içerikle yeniden tanımlıyor: “Arzu kişiseldir, özgürleşme ise kişisel olandan kurtuluştur. Özgürleş-mede arzunun hem öznesi hem nesnesi artık yoktur.”
Gerek özne, gerekse nesne, özgürleşme sürecinin bitiminde kendi anlamlarından sıyrılarak hiçleşirler. İşte özgürlük, bu hiçleşmedir.
Doğu bilgeliğine göre insan hırsından, nefretinden, kıskançlığından, kısacası çok çeşitli biçimlere bürünebilen arzusundan kurtuldukça özgürleşir. Emil Galip Sandalcı, kimseden medet ummayan, iflah olmaz ölçüde bağımsız bir ruh’a sahipti. Bu ruh, hırstan, nefretten, kıskançlıktan, kısacası her türlü arzudan sıyrılmıştı.
Emil Galip Sandalcı’nın ulaştığı özgürleşme bir hiçleşmeden ibarettir.