Geçen sayıda çok sevdiğim ve saygı duyduğum Niko Mundi ağabeyimizin ölüm haberini size duyurmuştum. İzninizle bu sayıda Niko Mundi’den bir nebze söz etmek istiyorum. 28 Ocak 1929 yılında Büyükada’da doğan Niko Mundi’nin annesi; Sakızadalı Bayan Kalyopi, babası; İskeçe’den Büyükada’ya göç etmiş bir ailenin çocuğu olan Bay Stati idi. O zamanlar Büyükada’daki fı-rınların sahibi Yamalaki Ailesi’ydi ve Bay Stati bu fırınlarda ekmeği fırına veren küreğin başında çalışıyordu.
Niko Mundi baba mesle-ğini öğrencilik yıllarından başlayarak öğrenmiş, İstanbul’un 1950 ve 60’lı yıllarında en nadide oteli olan Ayazpaşa’daki Park Otel’de pastacılık eğitimini tamamlayıp usta bir pastacı olmuştu. Park Otel’in müdavimleri arasında Başvekil Adnan Menderes ve şair Yahya Kemal Beyatlı’nın isimlerini vermeden geçemeyeceğim. Bu otelin pastanesinde çalışırken Niko Ağabey’in en yakın arkadaşı yine Büyükadalı Zahariya idi. (Zahariya Kumsal’da balıkçılık yapan “patatuka”nın babasıydı.)
Askerliğini 1949-1951 yıllarında İzmit Bahçeköy’de yapan Niko, terhis olup Büyükada’ya dönünce Ankara Palas (şimdiki Prenses Otel)’ın alt katındaki Madam Ortans’a ait Hanımeli Pastanesi’nde çalışmaya başladı. 1955 yılında ikinci askerlik hizmetine alındığında, Büyükadalı Vedat Ergil ile aynı birlikteydi. Uzun kış akşamlarındaki rakılı muhabbetimizde anlattığı şu anısını sizinle paylaşmak isterim: Bahçeköy’den Kandıra’ya kadar yürüyüş yaparlarken, yorgun düşen Vedat Ağabey’in tüfek, sırt yatağı ve su matarasını yarı yoldan sonra kendisinin taşıdığını söylemişti. Vedat Ağabey sağken her ikisi karşılaştıklarında gülerek bunu anlatırlardı. Vedat Ağabey hafif sıklette biriydi ve futbolun unutulmaz isimlerinden (Kulüp) Suat Ağabey’in kardeşiydi.
Şimdiki Dolçi’nin olduğu yerde soldaki dükkân iki Yugoslav kadına ait simitçi fırını, sağdaki dükkân da yoğurtçu Sarandi’nindi. Hanımlar yaşlanınca dükkânı Niko Mundi devraldı ve simitçi fırınının mamullerini geliştirerek hizmet etti. Evvelden bu dükkânda simit, halka ve poğaçadan başka bir şey yapılmazdı. İkinci bir simitçi fırını da araba meydanında, şimdi marangozhane olan yerde Mösyö Mihal’indi. Buranın sade, üzerine pudra şekeri serpilen bohça böreğini bugün bile imrenerek anıyorum. Niko Mundi, alışılagelmişten çok farklı ve çok çeşitli imalatıyla Büyükada’ya yenilik getirdi. Şimdi isimlerini sayamayacağım kadar çeşidi Hüseyin’in Büyükada Pastanesi’nde görebilirsiniz.
Niko Mundi, 1964 yılında sınır dışı edilen Yunan tebaalı ekmek fırınlarının sahibi Yani Yamalaki’nin gelenek haline getirdiği 10 Şubat Ayios Haralambos yortu yemeğini, uzun yıllar Ay’Yorgi’de cebinden masraf ederek devam ettirdi. Bildiğiniz gibi Ay’Yorgi’de dört kilise vardır. Birincisi, 23 Nisan yortu günü olan: Ayios Yeorgios ki Rumlar kısaltılmış şekliyle Ay’Yorgi der. İkincisi, Yortu günü 2 Temmuz olan Ayia Vlaherna. Üçüncüsü, 24 Eylül yortu günü olan Ayia Apostoli ve dördüncüsü de yukarıda belirttiğimdir. Rum cemaati göçlerle de giderek azaldığından bu yemeklere Niko Ağabey bizleri de davet eder, hep beraber yer, içer eğlenirdik. Kimler gelmezdi ki bu yemeklere: Erdem Hamami, Aleaddin Yener, Ünal ve Nusret Mısırlı, elektrikçi Vural Destan, Hasan ve Uğur-Ümit Hararlı, Burgazada’dan Ümit Oğuzoğ-lu, Ankara’dan kuzenim Atilla Raydemir, Jorj Herman, Tuğrul Akoğlu, Erol Akpınar, Cavit Orhan... 10 Şubat yemeklerinden birinde müzik dinlemek için transistörlü kasetçalar getirmiştik. Niko Ağabey Papaz Lefter’e “kaset var mı çalalım?” dediğinde Lefter odasına gidip kucak dolusu kaset getirdi ve sordu: “Hangisini istiyorsun Niko? Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur...” Niko Ağabey ve bizler Rumca kaset beklerken bunlar çıkmaz mı? Niko Ağabey patladı “Vre ne biçim adamsın sen be Rumca yok mu, Rumca?” Papaz Lefter soğukkanlılığıyla cevapladı: “Ne yapayım vre Niko Rumcayı? Onları Yunan radyosundan dinliyorum.” Hepimizi bir gülme aldı ki sormayın.
Niko Ağabey ile uzun yıllar Adalar Gençlik Kulübü’nde yönetici olarak birlikte çalıştım. O başkan, 10 Şubat yemeğinde ismi geçen bazı arkadaşlarımız da üye idik. Her hafta bir lotarya yapar, armağan olarak halı, çay takımı, radyo, kasetçalar, tost makinası, ekmek kızartma, elektrikli ızgara gibi dayanıklı tüketim malları-nı koyardık. Lotarya çekimini yüksek kahvede yapar, hediyeyi kazanana verirdik. Bu şekilde takımın maçlara gidiş masrafını karşılardık. Birkaç sene de ilanlar alarak yıllık takvim bastırmıştık. Kulüp binası şimdiki Dia’nın olduğu yerdi. Sonra elektrikçi Vural’ın yanındaki belediyeye ait boş arsaya, başta Vural, Andrea ve Yorgo Frangopulos kardeşler, Niko Mundi ve birçok Büyükadalının maddi, nakdi ve bedeni yardımı ile Kulüp binasını yaptık.
Niko Mundi ile bir Bursa-Uludağ gezimizden dönerken aramızda geçen konuşma bu yazının temelini oluşturacak. Vapurda baş başa kaldığımız bir an bana şu teklifi yaptı: “Ahmet, gel fırına ortak ol. Para falan koyma. İşin başına geç. Rica ediyorum.” Cevabım olumsuzdu. Zira matbaa ve reklam işi yapıyordum, işim iyiydi, bekârdım, hafta içinde şehirde kalıyor, sosyal etkinliklere katılıyordum. Tekrar rica etti: “Yalvarıyorum gel, dayanamıyorum artık bu baskılara.” Şaşırmıştım. Sonra açıldı ve anlattı. Gerek belediyeden gerek polisten çok üzerine gidiyorlardı. Ve sonunda zabıta bir pundunu bulup, 1985 senesinde bir tane papaz ekmeğinin altına evsaf etiketi yapışmamış diye zabıt tutup Niko Mundi’yi mahkemeye verdi. Duruşma neticesin de de; 1 hafta dükkân kapama, 3 ay meslekten men ve 30.000 lira para cezası kararı verildi. O günün şartlarında bir esnafa verilecek en ağır ceza bu olmamalıydı. Evsaf etiketleri, normal ekmeklerin çoğunun altında zaten ya bulunmuyor veya düşüyordu. Niko’nun adı Ahmet olsaydı bu ceza verilemezdi. O gün bu ekonomik işkenceyi yapanları hepimiz biliyoruz. Rumlara karşı organize edilen 6-7 Eylül vandalizmini 11 yaşımdayken yaşadım. Ne yazık ki 6-7 Eylül’ün bir başka varyantı hep devam etti ve ediyor. Bu ayrımcılığın sonu gelmeyecek mi? İnsan haklarına uyum sağlayamayacak mıyız?
Niko Mundi’yi meslekten men, yani dükkânına girememe cezası derinden yaraladı. Hiç de hak etmediği bir durumdu. Onu artık adaya bağlayan tek bağ kalmıştı: Yaşlı annesi Madam Kalyopi. Beş yıl sonra annesinin vefatıyla birlikte, mesleğinden soğuttukları adam kararını verdi ve hayatını verdiği tarihi değeri devretti gitti. Eşi Vartuhi’nin zamansız ölümü de onu çok sarstı. Atina’ya her gidişimde evine uğrayıp sohbet ettiğim Niko Ağabey’im son beş senedir geçirdiği rahatsızlıktan dolayı yatağa mahkum yaşadı.
Atina’daki Büyükadalı dostlarından Stamat Atanasiadis ve Andon Pakulidis ile rahmetli Miço-Stamat Ksida kardeşler her gün ziyaretine giderlerdi. Geçen yıl Eylül ayındaki son ziyaretimde, Atina’ya yerleşmekle hata ettiğini geç de olsa itiraf etmişti. Oraya gitmesindeki en büyük etken pastacılıktan arkadaşı Zahariya olmuştu. Yata-ğa bağımlı yaşarken en büyük yardımcısı akrabası Niça’yı saygı ile anmadan geçemem. İlaveten her zaman yanında olmak için adeta yarışan Karayaprak Ailesi’nin fertlerini de minnetle anıyorum. Seneler, onun mesleğine olan aşkını ne gariptir ki söndüremedi. Uzakta da olsa küllerinden doğma kararı verdiğinde, çocukluğundan beri yanında çalışan dürüst insan Hüseyin Karayaprak’a elini verdi. Atina-Büyükada hattında yeni bir Niko Mundi imzalı pasta haneyi alkışlarımızla bize kazandırdılar. Hüseyin; patronu, hamisi ve babası saydığı Niko Mundi’nin yüzünü kara çıkarmayacak tertemiz ak mı ak pasta haneyi karısı, çocukları kısaca ailesi ve çalışanlarıyla birlikte yönetirken Niko Mundi Ağabey’imizi de manevi olarak yaşatıyor, buna inanıyorum.
Bu sayıda zaman satan dükkânımın kapısını aralayıp size bir şeyler vermek istedim. Atalarımızın dediği gibi bitiriyorum: Açtırma kutuyu, söyletme kötüyü.