27 Kasım 2013’de kaybettiğimiz gazeteci – yazar Necmi Tanyolaç, ölümünün birinci yılında İstanbul’da iki farklı buluşmayla anıldı.
İlk buluşma, 8 Aralık pazartesi günü saat 14.00’de Basın Müzesi’nde gerçekleşti. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) düzenlediği Meslekte İz Bırakanlar toplantılarının 13.’sü Necmi Tanyolaç’a ayrılmıştı. Necmi Tanyolaç, TGC’nin eski başkanlarındandı ve cemiyete en sıkıntılı dönemlerinde önemli katkılarda bulunmuştu.
Moderatörlüğünü TGC Genel Sekreteri Sibel Güneş’in yaptığı toplantıya TGC Başkanı Turgay Olcayto, Cumhuriyet Vakfı Başkanı ve yazarı Orhan Erinç, spor yazarı Atilla Gökçe konuşmacı olarak katıldılar.
Toplantıda ayrıca TGC Onur Kurulu üyesi Orhan Ayhan, Necmi Tanyolaç’ın kızı Prof. Nedret Tanyolaç Öztokat ve gazeteci arkadaşları da konuştular.
Orhan Erinç ve Turgay Olcayto, Tanyolaç’ın gazeteci yanını ve aktif meslek önderlerinden biri olarak çabalarını anlatırken, Atilla Gökçe ve Orhan Ayhan, renkli ve esprili konuşmalarıyla spor yazarı ve spor sayfalarının efsanevi yöneticisi olarak Tanyolaç’ı anlattılar.
İkinci buluşma, Beşiktaş’da Turgut Vidinli’nin meyhanesinde
Tanyolaç önemli kimliklerinden biri de onun Adalılığıydı. Spor yazılarının yanında özellikle basındaki son yıllarında Arka Pencere sütununda köşe yazıları kaleme almıştı ve bunların azımsanmayacak bölümü Adalar, doğa, balık üzerineydi.
Tanyolaç, 2000’li yılların ortasında Adalar’a yerleşmiş gazeteci, yazar ve yayıncıların Büyükada buluşmalarının da girişimcisi ve müdavimlerinden biriydi. Hastalanıp Büyükada’dan ayrılmak zorunda kaldığı son yıllar hariç bu toplantıların tamamına katılmıştı.
Adalı gazeteci, yayıncı ve yazar arkadaşları, O’nu bu defa, Beşiktaş’ta balık pazarında çok sevdiği meyhane Turgut Vidinli’de buluşarak andılar.
Gece boyunca sohbet, anı ve şarkılar birbirini kovaladı. Lokantanın duvarlarını süsleyen fotoğraflardan birinde Necmi Abi de onları keyifle izliyordu.
Gecenin sonunda, O’nun 1975 yılında Büyükada’da kaleme aldığı yazısı okundu.
Yazı 40 yıl önce sanki bugüne yazılmış veda mektubu gibiydi.
Yazıya yer veriyor, O’nu sevgiyle anıyoruz...
“Arka pencereden sesleniş”
Herkes aynı şeyi merak etmez mi?
Söz gelişi kaç yıl yaşayacağını. Ben merak ederim. Yazmak istediklerim bitmediğinden. Hayat, bana göre en uzun ömürlü gazete… Yaz yazabildiğin kadar! Yat sütunların üzerine, gece gündüz demeden. Fakaaaat hep düşünerekten, hep yenilik arayaraktan. Hep yararlı olmak inancı taşıyaraktan!...
Ben, dünyayı gazetelerin en arkasındaki spor sayfasından görüp tanıdım. Ülkemizin olağanüstü günlerinde spor sayfaları kalktığında ya da iç taraflarda kıytırık köşelere sıkıştırıldığında, bacaklarım gövdemden, kollarım omuzlarımdan kesilmiş gibi hissederdim kendimi… Çünkü, 1950’den bu yana omuz-omuza çalışıp kafa kafaya çalıştığım bütün o dostlar, arkadaşlar, okuyucular, hayatıma HEP O ARKA PENCEREDEN GİRDİ. Siyahla beyazın kavgası, fakirin zengini kıskanışını, yazarın kendini harcayışını, patronajın iyi ve kötü yanlarını, yurdunun politik kargaşalar arasında bir oraya, bir buraya yalpalayışını hep o arka pencereden izledim. Arka pencere beşikten mezara kadar okuyacağım ve asla bitiremeyeceğim gerçek hayat üniversitesi oldu. O arka pencerenin önünde karnımı doyurup giyindim. O arka pencereden evlilik müessesine eş, çoluk- çocuk ve yuva sahibi oldum. Arka pencereden çok rüzgarlar girip çıktı. Sert, yumuşak, ılık… O arka pencere yatağım, yorganım, ocaktaki aşım oldu. Uyurken, üşürken onu çektim üstüme. Açlığımı onunla giderdim. Kısacası bu yirmi beş yıllık yaşantı bir mutluluksa, o mutluluğu spor sayfalarında yaşadım. Arka penceremde yani. Şimdi yine penceresinin gerisinden karış karış gezip dolaştığım, binlerce dost bulduğum o spor dünyasına bakıyorum. Hatıralar bir bir geçiyor önümden, gözleri yaşlı…
Herkes merak etmez mi kaç yıl yaşayacağını? Doymamışım anlaşılan gazeteciliğe. Yıl 1950… Yıl 1975… Daha ileri koşmak, özetle yazmak ihtiyacındayım. Arka pencereden dostluklar, tecrübeler, maçlar, röportajlar, geziler, acı-tatlı olaylar geçip giderken yıllar da kaçıvermiş. Onları tutabilir misiniz? Yine de bir daha dönmeyeceklerini bilerek bir sessiz gemi gibi seve seve uğurladığım o yirmi beş koca yılımla helalleşmek ihtiyacındaydım. Anamın, ablamın gözyaşları, Şeref Stadı’nda bana beş yaşında futbolu tanıştıran ağabeyimin yorgun omuzları, eşimin gözü yolda pencerede yaşadığı uykusuz geceler, gazete kağıdını çiğneyen arkadaşlarına “Çek ayağını! Babamızın ekmek parası o!” diye öfkelenen ikizlerimin heyecanı, mide kanamalarıyla çizdiğim, yazdığım sayfalar dolusu yaşadığım çile, sizlere helal olsun! Ama siz de helal edin hakkınızı.
Necmi Tanyolaç
Büyükada, 1975