Bu kasvetli, soğuk günlerde, dostlarımızın ölüm haberleri peşpeşe geldi.
Önce Oşin Yalçın Çilingir (Büyükada) ayrıldı aramızdan.
1 haftaya kalmadı, dün gece yarısı sevgili arkadaşımız Kadir Can’ın can eşi Melike...
Kadir’le daha dün konuşmuştuk. Çok üzgündü. Bugün de kötü haberi aldık.
31 Aralık günü Zağanos Paşa Caddesi üzerinde, iyi yıllar demeye hazırlanıyordum ki Kadir üzgün, Melike’nin COVİD-19 şüphesiyle Kartal Lütfi Kırdar Pandemi Hastanesi’ne kaldırıldığını söyleyiverdi; hiç beklemediğimiz bir haberdi ve şaşırmış-üzülmüştük. Bende bir şey yok diyordu Kadir: “Ne olduğunu anlayamadık. Bir süredir solunum yollarından şikayeti vardı. Ağrılar da başlayınca COVİD-19 şüphesiyle önce Büyükada Hastanesi’ne, ardından da deniz ambulansıyla Kartal’a götürdük”.
COVİD tedavisine başlamışlar. Biraz düzeldi demişti. Ama düzelmemiş. Daha da ağırlaşmış. Yapılan tetkikler, COVİD-19 bulgusunu eleyince, bu defa daha ileri tetkikler için Süreyyya Paşa Göğüs Hastalıkları Hastanesi’ne götürülmesi istenmiş. Çocuklarıyla birlikte düşünüp taşınmışlar, Çapa’yı daha uygun bulmuşlar.
Sonrasında bir süre haberleşemedik. 1 hafta önce aradığımda tetkikler devam ediyor demişti. Bir türlü teşhis koyamamışlar. Ama durumunda da iyileşme gözlenmemiş. Morali bozuktu. “Mutlaka haber et” diyerek kapatmıştım telefonu.
Ses çıkmayınca dün tekrar aradım. “Haberler kötü” dedi. “Bu sabah arayıp bilgi verecektim ama sizi üzmek istemediğimden aramadım” diye sürdürdü.
Kansermiş. Akciğer kökenli tümör, tüm vücuda yayılmış. Karaciğer dahil. “Çocuklar bugün doktoruyla konuştular, ‘her an kaybedebiliriz, hazırlıklı olun’ demiş doktor.”
Sesi zar zor çıkıyordu, bu bilgileri verirken. Yıkılmıştı.
Akşam da o kötü haberi almış.
Bugün (17 Ocak Pazar) Büyükada Mezarlığı’na defnetmişler.
Melike Can. Kadir’in yaşam arkadaşı. 2 erkek çocuk annesi, biri kız, öteki oğlan iki güzel torun sahibi.
Kadir ile 2 yıl önce Büyükada’ya dönmüşlerdi. Kadir’in önce annesi Sultan, ardından da kardeşi Hasan ölünce, annesi Sultan’ın lakabıyla “Anjel’in Yeri-Viranbağ Gazinosu” olarak bilinen salaş gazinoyu derleyip toparlamak ve sürdürmekti niyetleri.
Kadir yaklaşık 20 yıl önce Türkiye’nin büyük gazetelerinde fotomuhabirlik yaptıktan sonra emekli olmuştu. Ama emekli parası geçime yetmiyordu. Henüz çocukları hayata atılmamışlardı. Harcamaları çoktu. O yıllarda, annesi ve abisi henüz sağ iken Viranbağ Gazinosu’nu derleyip toparlamak üzere girişimde bulunmuş ama anlaşmazlık çıkınca ayrılmışlardı adadan.
Önce şanslarını, karı koca el ele vererek Bilecik Osmaneli’de bir tarım arazisi kiralayıp domates yetiştiriciliğinde denediler. Boşa kürek çektiklerini anlayınca bu defa Osmaneli sırtlarında, bir başka arazide çilek üreticiliğine giriştiler. Başlangıçta fena gitmiyordu işleri. Elektriğin bile olmadığı bir köy yerinde, her şeyiyle kendilerinin uğraşmak zorunda kaldıkları üretim kolay değildi. Şehirden, çocuklarından ve yeni doğmuş torunlarından uzak bir yaşam. Ama dayandılar. Sanırım 2017’ye kadar.
Sonra kiraladıkları araziyi devredip, o defteri tümüyle kapattılar.
Ardından Büyükada macerası başladı.
“Yamyam” lakaplı Hasan döneminde Viranbağ Gazinosu iyice viran hale gelmişti. Eskiden çok olan müşterisi de neredeyse hiç kalmamıştı. Hasan huysuzdu. Kolay birisi değildi. Küstürmüştü insanları. En başta da Kadir’i.
Yeniden el attıklarında derlenip toparlanacak, yeni baştan yaratılacak ve geçmişten gelen borçları da ödenecek bir işletme devraldılar. Ama baba ocağıydı orası. Kadir, hemen 50 metre ilerideki, şimdi Orman ile Devres Vakfı arasında mahkemelik olan alandaki, şiirlere konu olan Viranbağ Gazinosu müştemilatında doğmuştu. Babası, Ömer Lütfi Devres’in çalışanıydı.
Çocukluğu burada geçmişti. (Bu konuda Bkz. Oral Çalışlar, “Büyükada’nın Viranbağı’nda” yazısı.)
Yokolup gitmesine gönlü razı değildi.
İşte bu zorlu maceraya da Melike ile birlikte giriştiler.
Kısa sürede işletme eli yüzü düzgün hale geldi. İkisi çalışıyorlardı yalnızca. Eleman parası ödeyecek bir gelir beklemiyorlardı. Yavaş yavaş toparlarız, eksiklerini giderir, geçmişten gelen sorunlarını çözeriz, acelemiz yok diyorlardı.
Gerçekten de öyle oldu. Kimi zaman Kadir giriyordu mutfağa, kimi zaman Melike. Servisi de birlikte yapıyorlardı. Ama o salaş kır kahvesinin manzarası her şeye değerdi. Gelen bir kez daha gelmek isteyerek ayrılıyordu. Patates kızartması, köfte, sucuk, tost hazırlıyorlardı en fazla. Başkasına el vermiyordu o mutfak. Elektrik yoktu. Jeneratörle karşılıyorlardı buzdolabı-tost makinası gibi zorunlu ihtiyaçlarının gereksinimi olan elektriği. Adanın bir ucuydu. Her gün Gidiş-gelişi, malzeme taşınması, eksik olunca tedariki problemdi.
Ama ne zaman gitsek, hep güler yüzle karşılandık. Kadir’i tanıyorduk ama Melike’yi işte bu dönemde daha yakından tanıdık. Gözlerindeki sıcaklık, yüzündeki yumuşaklık bizi sarıp sarmalamış, yakın kılmıştı.
Her gidişimizde torunlarından açılıyordu muhabbet. E, bizim yanımızda da genellikle ilk göz ağrımız, torunumuz Rüzgar olurdu.
En son, Rüzgarla birlikte geçtiğimiz kasım ayında gazinoya gittiğimizde, etrafta kimse de yoktu ya, uzun uzun Rüzgarla ilgilendi. Aldı onu, ilerideki viran gazinoya kadar götürdü. İki kurt köpeği almışlardı Büyükada barınaktan. Onlar da yanlarında şöyle bir dolaşıp gelmişlerdi. Rüzgarın ilgisini en çok, kurumuş ve olduğu yere uzanmış çam ağacının yarım gövdesi çekmiş olmalı ki, tutup elimden göstermek için çekelemişti.
Nar gibi kızarmış patatesleri silip süpürüp, tekrar buluşmak üzere sözleşip ayrılmıştık.
Pandemi, yeme-içme yerlerini ikinci kez tatil etti. Kır gazinosu da kapandı.
Kadir, “çok yorulduk yaz boyunca, dinleniyoruz” diyordu konuştuğumuzda.
Dinlenmeye fırsatları olmadı.
Hastalık gelip buldu o güzel yüzlü, ağzından şikayet dökülmeyen kadını; çok acelesi varmışçasına alıp götürdü aramızdan, daha 65 yaşını doldurmadan.