Cumartesi, 08 Mayıs 2021 18:34

Ermeni sorunu

Ögeyi değerlendirin
(1 Oylayın)

Soykırımın  Sembolü GomidasSoykırımın Sembolü Gomidas

Yıllardır dönüyor, dolaşıyor milli bayram günleri gibi her senenin 24 Nisan’ında gündeme geliyor:

Soykırım mıydı, büyük acı mı?

Ermeniler mi haklıydı Türkler (Müslümanlar) mı?

Önceleri bir iki derken, zamanla birçok (?) devletin parlamentosu “soykırım” kararı aldı, bunlara bu sene ABD Başkanı eklendi, 24 Nisan için “soykırım” dedi.

Görüş farklılığı ve kırgınlık sürüyor.

- Türkler özür dilemeli!

- Ermeniler bizi arkadan vurdu, haklıydık!

Hangisi doğru?

Bence, “Biz” haklıydık!

Ama Ermeni olsaydım, “Türkler özür dilemeli” derdim.

Çünkü bu soruların “Doğru” yanıtı yok.

***

Osmanlı İmparatorluğu (Osmanlı) Müslümanların değil, Hristiyanların öncelendiği bir toplumdu. “Padişahlık” kendine rakip bir güce karşı başka yol bulamadı: Ordunun kalbi, yeniçeriler Hristiyan devşirmelerdi. Saray’da (Bakanlar Kurulu ve bürokrasi) üfürükçüler dışında, meslek sahibi olan kulların hemen tamamı Müslüman olmayanlardan oluşuyordu. “Yav, bu keferelerin yerine Müslüman, dingardaşlarımıza bu işi yaptıralım, sebeplensinler” gibi bir görüş tehlikeliydi. İbrahim Paşa gibi Devleti fazla (!) düşünen devşirmelerin ya da benzeri kulların akıbeti çoğu kez siyaset meydanı ya da Sarayburnu oluyordu. İmparatorluğun tarım dışındaki ekonomik ve sosyal yaşamında Hristiyanlar etkindi.

Bu gidiş Osmanlı’nın son yüzyılında, kapitülasyonlar eliyle imparatorluktan ulus devlete, acılı bir dönüşüm süreci olarak yaşandı. İmparatorluğun iki milleti hariç (Ermeni ve Yahudi)[1] “72 millet”inden “70” i (bir çok) “ulus devlet” ortaya çıktı. Ulus devlete dönüşen ilk devlet, Fransa ve Rusya’nın desteğiyle Yunanistan, sonuncusu ise Sovyetlerin desteğiyle Fransa’ya ve 7 düvele karşı kazanan Türkiye oldu. Rusya’nın destek veremediği, Fransa’nın el uzatamayacağı kadar uzağında kalan “Ermeni milleti” ise yenildi, ulus devlete dönüşemedi ve Osmanlı’dan payını alamadı.

Ermenilerin “soykırım” dediği 24 Nisan, ulus devlete doğru dönüşümlerinin engellendiği günün, hala unutamadıkları o acı sonun başlangıcıdır.

***

Biz “24 Nisan”ı ancak o zamanın bizim şimdiki düşüncelerimizi ve duygularımızı etkilediği şekliyle ve onunla bağlantılandırarak değerlendirebiliyoruz;  bir bilginin, tarihi belgelerin, hukukun ya da objektif aklın (!) değil, inançların etki alanında olan ve ait olduğumuz kimliğe göre gerçeklik kazanan bir konu.

“Soykırım” diyenler 24 Nisan’ı “kaybedilen”in acısı olarak, “ortak acı” diyenler ise, “kazanç”ın hazzını ileriye doğru hep birlikte paylaşarak yaşamak istiyor.

Oysa Nobel ödüllü kuramlar gösteriyor ki, kaybedilen ve kazanılan aynı değerde bile olsa, acılar hazdan her zaman daha fazla hissediliyor. O nedenle, iki farklı durumda olan taraflar aynı olayı yaşamış da olsalar, her zaman iki ayrı farklı dayanak (referans) noktasında bulunuyor. Taraflardan “kaybedeni” hep savaş, “kazananı” da hep barış yanlısı oluyor. Uzlaşabilmeleri ancak dayanak noktalarının eşleşmesiyle mümkün olabiliyor. Bu ise, “olgunlukla tartışarak, bilgi ve belgelerle” değil, ya unutarak ve ileriye umutla bakarak, ya da taraflardan birinin diğerini bulunduğu noktaya zorla çekmesiyle mümkün olabiliyor. 

Türkiye, bugünlerde hem dünyada hem kendi içinde, Ermenilerle aynı dayanak noktasına çekilmeye zorlanıyor; “Unutalım, acıyı ve ekmeği birlikte paylaşalım” görüşü rağbet görmüyor.

***

Neden bugün istemediğimiz bir noktaya doğru zorlanıyoruz?

Çünkü “dış güçler” karşısında zayıfız.

Oysa, Osmanlı’dan sonra, Türkiye de, dünya da Ermeni sorununu unutmuştu; 1970’lerde Türk diplomatlarının Ermeni teröristlerce öldürülmesiyle yeniden hatırladı. Türkiye soğuk savaşın en hızlı yıllarında zorlanamadı, Ermeniler Batı’dan yeterli desteği bulamadı. Türkiye’nin sivil ve askeri darbe yönetimlerinin Batı değerlerinden, demokrasiden uzaklaşması, ve “Cumartesi anneleri” gibi olaylar Ermenilerin “Bizi kestiler, sıra Kürtlerde” söylemine kulak verilmesine, “soykırım” iddialarının yankı bulmasına neden oldu. Son 20 yılda ise soğuk savaşın bitmesiyle Türkiye’nin eski öneminin azalması, dış politikada “Ey!..”, “Van minüt!..”  yönündeki gelişmeler Türkiye’yi dünyada yalnızlaştırdı, Batı karşısında zayıflattı.

***

Ne yapmalı?

Ne yaparak bu noktaya geldiysek, onları yapmamalı.

“Birlik ve beraberlik sağlamak için seferberlik” açmamalı, Ermeniler’e karşı dışlayıcı olmamalı. “Biz haklıyız” diye lobi şirketlerine para kaptırmamalı.

Çağdaş, çok sesli, kimlik ayırımı kaygısı olmadan  “Muasır medeniyet” için, umutlarımızı ve ekmeğimizi herkesle paylaşmak için yol almalı.

Yoksa?

Yoksa bütün bunları 21inci yüzyıl boyunca da konuşur, gerilir dururuz.

Büyükada, 6 Mayıs 2021

 

[1] Yahudilerin o zamanlarda da sonrasında Osmanlı’dan ya da Türkiye’den hiçbir zaman, bir toprak, bir tazminat talebi, ya da o ya da bu “Batı”lı devletle ittifak ederek Osmanlı’ya ve Türkiye’ye karşıt bir tutumu olmadı; tersine dışarıda “Türkler”in Türkiye’ye veremediği desteği, “Yahudi milleti” verdi. Yahudilerin “ulus devlet” arayışları başka “milletler”in dinamiklerinden farklı olarak ancak can güvenliği sorunu olunca ortaya çıktı. O zaman da (1948) Türkiye onu tanıyan ilk devletlerden biri oldu.

Son değişiklik Cumartesi, 08 Mayıs 2021 19:02
Yorum yapmak için oturum açın