Dergimizin geçen sayısında yazım yoktu dostlar. Hayata geçtiği günden bu güne geçen on yıl içinde ikinci kez oldu bu. Geçen seferkinin nedenini hatırlamıyorum ama bu seferkinde İstanbul dışındaydım. Gerçi benim ilk yazarlık denemem olmasından mıdır bilmem, dergimize olan duygusal bağımdan, iki elim kanda olsa ihmal etmem ona yazmayı ama pek ahtapota dönmüştüm son zamanlarda, yetişemedim. Bu ayki yazım için, seçtiğim konu çoğunuza “Ah eveeet” dedirtir de kendimi affettirebilirim belki dedim. Hafif, az biraz da düşsel bir konuya takıldım bu aralar. Dünyada iç daraltan bir dolu sorundan geçilmiyor nasılsa… Bu sıcak yazın sonunda azıcık ferahlık olsun dedim.
Uçmak, görünmez olmak ve düşünce okumak gibi bazı doğaüstü yetenek fantezileri üzerine birçok öykü, oyun, film kurgulanmıştır yıllarca. İnsanoğlu sahip olmadığı bu yetenekleri pek düşler nedense… Ben de çok düşlemişimdir. Hâlâ da düşlerim zaman zaman… Uykuya geçmek üzere olduğum o malûm gevşek anlarda. Uçmak ve istediğinde görünmez olabilmek pek keyifli gelir bana. Düşünsenize, ne muziplikler yapabilir insan, özellikle görünmez olabilirse. Sürekli değil tabii, istediği zaman… Süreklisi çekilmez. Zira mantıken çıplak olmak gerekir zahir, giydiklerini nasıl görünmez edeceksin? E üşürsün falan. Uçma yeteneği sürekli olabilir bak. O faydalı bir şey, istediğin zaman hooop diye uçuverirsin. Oooh trafik derdi yok, yorulmak yok. Ama düşünce okumak epey riskli bence… Bir kere zor… Yani katlanabilmek zor.
Sahi siz insanların düşüncelerini okumayı düşlemediniz mi hiç? Eminim şimdi bir an “Olabilseydi nasıl olurdu?” diye düşündünüz. Ve de büyük bir ihtimalle arkasından da “Ah ne güzel olurdu…” diye geçirdiniz aklınızdan. Oysa hiç de güzel olmazdı. Bir kere her şeyden önce, etrafımızdaki herkesin düşüncesini okumak mümkün olsaydı, beynimizin içinde gürültüden geçilmezdi. Kendinizi kalabalık bir yerde, orada bulunan herkesin düşüncesini duyarken hayal etsenize.
Yine de hakkımızda tam olarak ne düşünüldüğünü bilmek isteriz genelde… Böyle birden pat diye sorulunca… Ama bilmemek daha iyi aslında. Emin olun mutlu etmez bizi bilmek. Üstelik bunun için karşımızdakinin ille de kötü niyetli olması gerekmez. Sadece söylediği şeyin tam aklından geçirdiği şey olmaması bile bizi üzmeye yeter.
Karşınızdaki insanın, yüzünüze bakarak size başka şey söylerken, aklından başka bir şey geçiriyor olmasını bilmek tatsızdır. Çünkü olur. Üstelik bunun bizi yaralayan bir şey olması da şart değil. Sadece söylediği şeyden ‘başka’ olması yeter. Kendinizde deneyin. Konuşurken aklınızdan geçen şeyin karşınızdaki tarafından anlaşıldığını düşleyin. Hiç hoş olmazdı hiç…
Mesela… Bir an önce evinizden gitmesini istediğiniz birine, hem de “Ben artık gideyim” dediği halde, nezaketen “Acelen ne canım? Otur biraz daha” veya hafiften “Otursaydın…?”dediğiniz olmaz mı? Ya da çok uygunsuz bir zamanda, mesela azıcık uzanmaya karar verdiğiniz bir anda veya okuduğunuz kitabın en bi konsantre olduğunuz yerinde, çat kapı gelen birine “Ah ne iyi ettin de geldin…” dediğiniz? Size hiç hoşunuza gitmeyen bir hediye alan birine “Çok güzel, çok beğendim, tam istediğim gibi…” demediniz mi hiç?
Karşılaştığınız, çoktan beri görmediğiniz birine hiç iyi görünmediği halde, aklınızdan ne kadar da bozulmuş olduğunu geçirirken “Çok iyi gördüm seni”… Ya da elbisesini veya saçını hiç yakış-tırmadığınız halde, sorulduğunda “Çok yakışmış” deyiverirsiniz. Telefonun sesiyle uyanır “Uyandırdım mı yoksa?” sorusuna “Yoo uyanıktım” demez misiniz? Ki onu da neden yaparız bilmem… Kesinlikle rahatsız edildiğiniz bir anda “Rahatsız etmiyorum ya?” sorusuna “Ne rahatsızlığı canım…” diye cevap veriverirsiniz.
Doğum gününüzü unuttuğu için çok bozulduğunuz bir arkadaşı-nıza “Amaan boş ver, ne önemi var… Bu da böyle bi gün işte…” Hiç sevmeden, zorla yediğiniz bir yemek için, emek verip hazırlayana “Eline sağlık, çok güzel olmuş”… Çok sevimsiz bulduğunuz bir çocuğun annesine “Ah canım, ne tatlı şey”… İlk defa gittiğiniz ve hiç beğenmediğiniz bir evin sahibine “Eviniz çok güzel”… Aklınızdan bambaşka şeyler geçerken “Ne düşünüyorsun?” diye soran sevgilinize “Seni…” demediniz mi hiç? “Ay bu adam da nereden çıktı şimdi? Hiç çekemem” diye düşünürken “Ooo bu ne güzel sürpriz? Seni gördüğüme sevindim” demediniz mi?
Örnekler saymakla bitmez. İstediğiniz kadar çoğaltın kafanızda. Sorular sorun kendinize, deneyimlerinize dayanarak verdiğiniz cevapları hatırlayın; “Beni hâlâ seviyor musun? Sence ben güzel miyim? Bu elbise bana yakışmış mı? Sıkıldın mı? Bıktın mı? Beni aldatıyor musun?” ve biiir dolu vesaire.
Şimdi bunları tersine çevirin. Karşınızdaki insan size bir takım cevaplar veriyor ama başka şeyler düşünüyor ve siz de düşüncelerini okuyorsunuz. Aman Tanrım… Felaket! Çok üzücü değil mi? Ayrıca daha kim bilir ne büyük felaketler gelir başa… Amanın! Korkunç bir şey. Düşünmek bile istemiyorum.
İnsan söyleyeceklerini kontrol edebilir ama düşüncelerini edemez ki… Geliverirler aklına. Hem de bazen ne kadar başına buyruk ve de ısrarcı olabilir düşünceler. Uğraşır durursun kimi zaman uzaklaştırmak için kafandan… Olmaz. Gitmezler bir türlü.
Ne cezalar yerdi insanlar, bu sözle ya da yazıyla ifade edilmeyen düşünce suçlarından kim bilir… Ne sinirle, ne isyanla neler geçer aklımızdan elde olmadan… Söylemeyiz. Nasılsa bilinemezler… Biz söylemedikçe. Peki, ya herkesçe bilinseydi her akıldan geçen?
Yok yok… Eksik olsun, olmasın öyle bir yetenek. İyi böyle… Başka düşünüp başka konuşalım biz yine nemize lazııım…